Halil Gündoğan
20.06.2025

Malum olduğu üzere bir süreden beridir devlet ve Cumhur İttifakı cenahı,
Öcalan ile kotarılan ve ama tam olarak ne olduğu kamuoyundan itinayla gizlenen
Kürt sorununa çözüm sürecinin adını “Terörsüz Türkiye” olarak telaffuz etmekte.
Bununla özel olarak anlatılmak istenen şey ise, tamamen psikolojik harp taktiği
olarak, “terör” olarak tanımladıkları silahlı Kürt ulusal hareketi PKK’nin
silah bırakması ve kendisini feshetmesidir. (Yoksa bilindiği gibi devlet tabii
ki silahlı ve illegal sosyalist ve komünist devrimci hareketleri de ve hatta anayasal
olarak kendisine tanınan hak arama ve hesap sorma meşru direniş, gösteri vb.
fiili aktivitelerle sokak ve meydanlara çıkma eylemlerini de “terör” ve “terörist”
olarak sunup, her türlü devlet terörünün hedefi yapabilmektedir de. Örneğin
Gezi Direnişi bunun en tipik emsalidir. Keza Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve
öğretim görevlilerinin direnişi, ya da daha dün kadar yakın dönemde
“hak-hukuk-adalet” talepleriyle sokağa çıkan üniversitelilerin eylemleri de
“terör” parantezine alınarak muamele yapılabildi. Hatta ana muhalefet partisi konumundaki
CHP’nin malum nedenlerle sokak ve meydanlara çıkıyor olması da “sokakları
terörize etmek” olarak telaffuz ediliyor ve ufaktan da gözdağı verilmeye
çalışılıyor. Aslında bunca alttan alışları tamamen, CHP’nin kolay bir “lokma”
olmaması ve dolayısıyla da oluşacak tepkinin büyüklüğünden duyulan korkudandır;
yoksa çoktan “terör örgütü” yaftasıyla da yaftalayıp tepelerine binerlerdi.)
Oysa tüm sömürücü, baskıcı, sömürgeci-ilhakçı ve faşist devlet sistemlerin
de olduğu gibi TC. Devleti de ta kuruluş sürecinden itibaren (örneğin M. Suphi
ve 14 yoldaşının hunharca katledilmesinde olduğu gibi) ortaya çıkan ve devletin
“terör”, “isyan”, “başkaldırı” ve “kalkışma” olarak nitelediği gerek etnik
gerek inançsal ve gerekse sosyal nedenli hareketlerin tümü aslında reaksiyon
karakterlidir. Yani devletin baskı, zulüm ve faşizan zorbalığının tüm
demokratik hak arama ve sonuç alma yollarını kapatmış olmasının ortaya
çıkardığı zorunlu sonuçlardır. Bu bakımdan burada “terör” ve “terörist”
aranacaksa; bunun doğru adresinin bizzat devletin kendisi olduğu, inkârdan
gelinemeyecek olgusal bir gerçektir.
Evet, kuruluşundan itibaren TC. Devleti, “şiddet tekelini” elinde
bulunduran katışıksız bir terör kaynağı ve de odağıdır. Çünkü toplumu oluşturan
her milliyetten emekçilerin, ezilen bağımlı ulus ve azınlıkların, farklı inanç
guruplarının, kadınların ve LGBTİ+ ların sesi ve direnişlerini çıplak devlet
terörüyle karşılamaktadır. Her türlü baskı, yalın sokak şiddeti, işkence,
kurşunlama, gözaltı ve hapishaneler, JİTEM, Özel Harekât Polisi, sivil ırkçı ve
dinci paramiliter güçler, Ülkü Ocaklı faşistlere, Hizbullah ve İŞİD benzeri
daha bir yığın cinayet şebekesine yaptırılan katliamlar, on binlerce faili
meçhul cinayet, yargısız infazlar, ölü bedenlere bile yapılan işkenceler,
tecavüz ve mala çökme, göçertme, köy yakma gibi daha pek çok şeyle vücut bulan
bir devlet terörü.
Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli katışıksız bir devlet terörüdür. Aynı
şekilde yüz binlerce masum Kürdün Koçgiri, Ağrı, Zilan, Dersim ve daha pek çok
yerdeki katli, katışıksız bir devlet terörüdür. Binlerce Pontus Rum’unun
yurtlarından edilmeleri, 6-7 Eylül Olayları, 49’lar vakası, Sabahattin Ali’nin
katli, 1960 darbesi ve Adnan Menderes ile iki bakanının idamı ve keza 33 Kürt
köylüsünün sorgusuz sualsiz bir şekilde kurşunlanması, aynı şekilde Roboski’de
34 insanın uçak bombardımanıyla katledilmeleri, Kaypakkaya cinayeti de doğrudan
birer devlet terörüdür. Keza sırf ortamı terörize ederek seçim sonuçlarını
değiştirmek amacıyla İŞİD eliyle gerçekleştirilen Ankara Gar, Suruç, Amed,
Antep, İstanbul vb. yerlerdeki toplu katliamalar, Diyarbakır zindanında Esat
Oktay Yıldıran eliyle yaşatılan o korkunç vahşet, keza aynı şekilde Mamak ve
Metris gibi hapishanelerde uygulanan işkenceler, 1 Mayıs 1977 katliamı, 12
Mart, 12 Eylül askeri faşist darbeleriyle sol-sosyalist kesimlerin tümden yok
edilmek istenmesi, dar ağaçlarında ve işkence tezgahlarında gerçekleştirilen
katliamlar, 19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu”, evine ayakkabıyla girmesine itiraz eden Dilek
Doğan’ın polis tarafından kurşunlanması, Gezi Direnişi katliamları, Gazi
Mahallesi katliamı, Maraş ve Madımak katliamları, “Hendek Olayları” bahanesiyle
bodrumlarda gerçekleştirilen toplu imhalar, 15 Temmuz ve keza “Kobane Olayları”
sonrası on binlerce insanın
işkencelerden geçirilerek hapsedilmeleri, işlerinden ve geleceklerinden
edilmeleri, parasal varlıklarına çökülmesi, kayyımlarla halkın iradesine el
konulması ve en son 19 Mart darbesi ile İstanbulluların iradesine ve CHP’ye
karşı yürütülmekte olan tüm bu operasyonlar vs. vs. katışıksız devlet terörünün
birer kanıtı olarak orta yerde duruyor işte.
Gerçekten ve samimiyetle “Terörsüz Türkiye” isteniyorsa; o halde öncelikle
devlet terörünü bir yönetme ve hükmetme metodu olarak kullanagelen devletin
kendi terörüne ve teröre kaynaklık eden uygulamalarına son vermesini istemek
gerekmez mi?