CHP operasyonu “klikler arası iktidar kavgası” mıdır?

 

 

Halil Gündoğan

31.07.2025       


Tek düze basma kalıp yaklaşımlar                                                                                                            

Devlet iktidarını elinde bulunduran dinci faşist Erdoğan rejiminin, ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik olarak beş aydır devam edegelen operasyonu, özellikle bizim sol cenahın bazı kesimlerinde “klikler arası iktidar dalaşı” olarak tanımlanmakta. Bu yargıdan hareketle de “bizi ilgilendiren ve taraf olmamızı gerektiren bir yanı yok, yesinler birbirlerini.” şeklinde özetlenebilecek bir tutum içinde olunması gerektiği ileri sürülmekte. Örneğin denilmekte ki:

 

“CHP ve AKP arasındaki çatışma, çoğu zaman kültürel kutuplaşma (laiklik, anti-laiklik) biçiminde sunulsa da esas olarak, temel mesele sermaye gruplarının klik çatışmasıdır.”

 

“CHP ve AKP arasındaki çatışma, sadece politik ve kültürel değil, aynı zamanda Türkiye kapitalizminin farklı klikleri arasındaki hegemonya ve el değiştirme çatışmasıdır.”

 

Hâkim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaş ve çatışmalarına ilişkin bu ve bu minvaldeki yorumlar genel çerçeve itibariyle isabetli olabilir elbet. Fakat ortaya çıkan her “klik çatışmasını”, klik çatışmalarının bu genel eğiliminden hareketle, basma kalıp bir mantıkla ele alıp değerlendirmek doğru bir ele alış olmaz. Bu, özellikle taktik politik mücadele bağlamında, bazı hallerde sol sekter bir tutum karakteri kazanarak, sınıf mücadelesinin andaki gelişim imkân ve dinamizmini olumsuz etkiler.

 

Günün taktiği, okun sivri ucunu baş düşmana yöneltmektir

Çünkü öncelikli olarak bu tarz bir yaklaşım, burjuva klikler arası iktidar veya çıkar çatışmaları karşısında mutlak surette kayıtsız kalmayı koşullar. Oysa bu tarz bir siyaset, her şeyden önce, düşman kampında klikler arası çatışma ve çelişkilerden kendi mücadeleni geliştirme lehine yaralanma opsiyonunu devre dışı bırakır. Halbuki gerek sınıf savaşımının ve gerekse genel olarak savaş sanatının temel ilkelerinden biri de düşman cephesinin iç çelişkileri ve hele de çatışmalarından en iyi bir şekilde yararlanabilmeyi becermektir. Yani onlar arasındaki çelişki ve çatışmayı, o tarihi kesitte okun sivri ucunu yöneltmen gereken baş düşmanı yalnızlaştırıp tecrit etmek ve ona karşı birleşilebilecek her kesim ve güç ile stratejik ve taktik ittifak veya iş birliği ilişkisi geliştirerek onu yenilgiye uğratmaktır. Bu, çatışan hâkim sınıf kliklerinden birine karşı öbürünün safında ya da yanında olmak değil; onlar arasında ki çatışmada, sürecin baş düşmanı olarak öne çıkan iktidar kliğini daha kolay bertaraf etmek maksadıyla, ona karşı savaşan klik veya kliklerle pratikte taktiksel hedef ortaklığında buluşmaktır. Sınıf mücadelesinin önder kurmayı olma iddiasının bir gereği olarak bunu organize edebilmek, becerebilmektir. Ya da en azından bu perspektifle bunun imkânlarını zorlamaktır.

 

Sorunları objektif ve olgusal olarak ele almanın önemi

İşte sırf bu bağlamda dahi söz konusu “kayıtsız kalma” tutum ve yaklaşımı, savaş sanatının bu “ince prensibine” ters, sol sekter bir yaklaşım olur. Öte yandan böylesi bir yaklaşım, yaşanan çatışmanın özgün yönlerinin tam olarak ne olduğunun isabetli bir şekilde analiz edilebilmesi ve de bu özgünlüğe uygun tavır belirlemesini de devre dışı bırakır. Örneğin tıpkı, bugünkü süreçte alaşağı edilmesi gereken öncelikli hedef olarak dinci faşist şef Erdoğan liderliğindeki iktidar kliğince CHP’ye karşı yürütülmekte olan tasfiye operasyonunun da alışıla gelmiş “klikler arası iktidar dalaşı” olarak görülmesinde olduğu gibi. Oysa CHP’ye çekilen bu operasyon hiç de alışılagelmiş o klasik tarzdaki klikler arası rekabet ve bunun sonucu olan bir çatışma durumu değildir. Yaşanan şey bunun çok ötesindedir. Sürecin biraz itinayla analiz edilmesi halinde bu rahatlıkla görülebilecektir de.

 

Meselenin özü ve aslı

Bu süreç, Erdoğan’ın önüne görev ve hedef olarak koymuş olduğu “21. YY. Türkiye’si” vizyonunu gerçekleştirme doğrultusunda, sistemin meşru güçlerini ve ama daha çok da direnç gösterme potansiyeli taşıyan muhalif kesimlerin yeniden tahkim edilmesi operasyonu sürecidir aslında. Bunun bir ayağı, Bahçeli’nin “Başkanlık sisteminin daha da güçlendirilmesi ve Erdoğan’ın başkanlığının devam ettirilmesinin sağlanması” (mealen) şeklinde dile getirdiği, Erdoğan’ın başkanlığının en azından bir dönem daha sağlanması oluştururken; bir diğer ayağını ise hem mevcut hukuku, başkanlık sisteminin ihtiyaçlarına uyarlı olarak revize etmek, hem Kürt-Türk İttifakı üzerinden oluşturulmak üstenen yeni Türk ulus devleti inşası için anayasal düzenlemelerin acilen yapılması ve hem de mevcut anayasada şeri hukuka bariyer oluşturan açık hükümlerin iptal edilerek, yeni bir anayasa yapmak oluşturuyor.

 

Hatırlanacağı gibi 31 Mart 2024 yerel seçimler sonrası Erdoğan, seçimlerden birinci çıkan CHP ile, CHP’nin yeni başkanı Özgür Özel’in de isteğiyle, ılıman sıcak ilişkiler geliştirme yöntemiyle ana muhalefet partisinin yeni sürece ilişkin nabzını yokladı. CHP, kapalı kapılar ardında ne tür şartlar ve itirazlarda bulundu bilinmez, ama Özgür Özel’in kamuoyuna yansıyan; “Anayasaya uymayanlarla neyin anayasasını yapacakmışız?” mealindeki restleşmesini aşamayan Erdoğan, yargı eliyle CHP’nin burnunu sürterek yola getirme operasyonunu başlattı. Bununla hem olası kaçınılmaz bir seçimde güçlü rakip olarak karşısına çıkarılacak adayı saf dışı bırakmak ve hem de CHP’yi hem kazandığı belediyeler üzerinden ve hem de geçmiş dönem kongresindeki usulsüzlük iddiası üzerinden çok yönlü presleyip dize getirerek, kendi ardında sıraya dizmek istedi.

 

“19 Mart Siyasi Darbesi” olarak Türk siyasi tarihinde anılacak olan darbeye, özellikle de gençliğin ön ayak olduğu hatırı sayılır kitlesel tepkiyi, “bu darbe seçmenin iradesinin ve sandığın, seçme-seçilme hakkının gaspıdır” şeklindeki algının ortaya çıkardığı hatırlanacak olursa; sırf bu durum bile bu operasyonun sıradan rutin klikler arası bir dalaşma olmadığını, bunun ötesinde bir şey olduğunu anlamaya yeterli gelebilir.

 

Yani sorunun özü, iktidar bloğunun gerek dış bölgesel gelişmelerden hareketle yarattığı sanal beka sorunu bahanesi, gerek “Terörsüz Türkiye” hedefinin gerçekleşebilmesi ve gerekse Öcalan üzerinden sağlanacak Kürt-Türk İttifakı ile Türkiye’yi Misakı Milli sınırları zemininde büyütme projesinin selameti ve de bütün bunlar için Erdoğan’ın  başkanlığının, en azından bir dönem daha, garantiye alınabilmesi için ihtiyaç duyulan milli birlik ve beraberlik duyguları içinde iç cephenin tahkim edilmesi ve bütün bunlar için stratejik önem arz eden yeni anayasanın hazırlanması arzusudur.

 

Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu liderliğindeki CHP’nin önlerine bir paket olarak konan bu “21.YY. Projesine” gönüllü katılım göstermemesi ve keza daha da vahimi, Erdoğan’ı iktidardan alaşağı etme kararlılığından geri adım atmaması; Erdoğan tarafından yargı eliyle kalemlerinin kırılmak istenmesinin esas nedenidir.

 

CHP’nin duruşunu doğru okumanın önemi

Dolayısıyla da CHP’nin burada, hem dinci faşist Erdoğan’ın iktidardan alaşağı edilmesi ve hem de yapılacak yeni anayasa ile giderek daha da koyulaşacağı apaçık olan otokratik rejim yapılanmasının önüne bariyer oluşturma gibi bir konuma sahip olduğu rahatlıkla görülebilir.

 

İttifak siyasetini keyfiyet değil, olgusal zorunluluklar belirler

 İşte siyasal mücadelenin güncel görevini dinci faşist Erdoğan iktidarının alaşağı edilmesi olarak belirleyen başta sol-sosyalist ve tüm diğer demokrasi güçlerinin, CHP’nin bu politik tutumunu es geçme lüksü olmaması gerekir. Çünkü süreç, bu “yakın hedef” bağlamında, CHP ile tüm diğer demokrasi güçlerini objektif olarak aynı safta, yani aynı asgari müşterekte buluşturuyor. Siyaseten, öncelikle bu olgu ve imkânın görülmesi gerekiyor.

 

O halde soru şu olmalıdır: Bu durumda, sınıf mücadelesinin ve de savaş sanatının hükmüne uyarak, ortak baş düşmana karşı birleşilebilecek tüm güçlerle birleşerek, “yakın hedefe” ulaşma olanak ve imkânını yaratmayı ve bu uğraşın doğrudan motor öznesi olmayı mı önceleyeceğiz; yoksa, stratejik hedefe kilitli kalmayı yeterli görerek, günün bu tarz taktik siyasal mücadele ve mevzi kazanımlarıyla mücadeleyi adım adım büyütme stratejisine burun kıvırarak, atıl seyirciler olmaya devam mı edeceğiz?