Türk Devleti’nin Rojava’yı işgal olasılığı

 


Halil Gündoğan

15.08.2025

 

Dün

Bu olasılık dün, yani Esat dönemi Suriye’si için “sınır güvenliği” ve keza “bölge ve ülkemiz için tehdit kaynağı” şeklinde, aslı astarı bulunmayan gerekçeler üzerinden söz konusuydu. Öncelikle Rojava Özerk Yönetiminin (RÖY) askeri olarak Türkiye dahil hiçbir komşu devlet için tehdit oluşturma gerçekliğinin
bulunmadığı çok açıkken; Türk Devleti bu yapay gerekçeyi sürekli gündemde tutmayı tercih etti. Ve bu gerekçeyle birçok operasyon da gerçekleştirdi. ABD ve Rusya faktöründen ötürü tümden işgal cüretinde bulunmadıysa da fakat yine de bazı yerleri işgal ederek kendi kontrolü altına aldı. İnsansız silahlı hava araçlarıyla sürekli bir şekilde saldırılar ve kadrolara karşı suikastler gerçekleştirdi. Öyle ki bu saldırılarını taşeron olarak kullandığı İŞİD aracılığıyla bile gerçekleştirmekten geri durmadı.

 

Fakat bu operasyonları gerçekten de RÖY Türk Devletine askeri tehdit oluşturduğu için yapıyor değildi. Nedenleri tamamen siyasiydi. Erdoğan liderliğindeki Türk Devleti, BOP gereği defteri dürülecekler sırasındaki Suriye operasyonunda fiilen görev ve sorumluluklar üslendi. Kardeşim dediği Esad’ı gözünü kırpmadan yemeye ve böylece bu kaostan faydalanarak Suriye’den pay kapma pratiği içine girdi. Hatırlanacağı üzere sürecin başlarında RÖY hiç de tehdit falan değildi. Öyle ki Salih Müslüm devlet resmiyetiyle konuk edilmiş ve Esad’a karşı aynı cephede yer alma önerilmişti kendisine. Tek başına bu durum bile Türk Devleti’nin bu gerekçesinin resmi devlet yalanından başka bir şey olmadığını ortaya koymaya fazlasıyla yeterli gelir. İşte ne zaman ki RÖY Türk Devleti safında Esad’a karşı savaşmayı reddettiyse, işte o zaman düşman ilan edildi. Bu, aşama itibariyle de “tehdit kaynağı” oldu. Haliyle de ona karşı sınır ötesi her türlü askeri harekât ve operasyon için “meşru gerekçe” oluverdi. Türk Devleti bu gerekçeyi hem toprak işgalleri ve hem de PKK’yi baskılamak için, son derece de abartılı bir şekilde kullanageldi.

 

Bugün

Türk Devleti’nin Rojava’yı işgal olasılığı bugün de söz konusu elbet. Tabii yine aynı “resmi yalan” gerekçelerle. Türk Devletinin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, kısa bir süre önce Ankara’da konuk ettiği Şam Devletinin “Suriye Dışişleri Bakanı” ile yaptığı ortak basın toplantısında aynen şunları ifade etmekte:

 

“Türkiye bölgede bir dominasyon peşinde değil. Biz her zaman yapıcı, iyi niyetli, barışçıl bir pozisyondayız ancak güvenlik kaygıları ortaya çıktığında Türkiye rahat bir şekilde yerinde durmaz. SDG kendilerini Türkiye ve bölge için bir tehdit olmaktan çıkarmalı. Biz bunu istiyoruz.” (*)

  

Güncelleme gereği dahi duymayacakları kadar kullanışlı gerekçeler olduğuna inanıyorlar olmalılar ki dünkü gerekçelerin aynısını temcit pilavı misali ısıtıp sofraya sunmakta bir beis görmüyor. Ya da işte böylesine de pişkin bir arsızlıkla davranıyor. Halen başka ülkelerden gelmiş örgüt üyelerinin Rojava’yı terk etmediği gerekçesini ileri sürüyor. Ya da SDG’nin silahları bırakmadığını ve askeri yapısını dağıtmadığını ileri sürebiliyor. Oysa ilk okul çağındaki bir çocuk dahi idrak eder bu gerekçenin artık bir hükmünün kalmadığını. Çünkü sana karşı doğrudan silahlı mücadele yürüten örgüt olarak PKK, kongre kararıyla silahlı mücadele yöntemini terk ettiğini ilan etti. Dolayısıyla PKK de onun batı ve doğu Kürdistan’daki kolları da Türk Devleti için artık potansiyel bir askeri tehdit objesi olma vasfını yitirmiş oluyor. Kaldı ki RÖY zaten hiçbir zaman Türk Devleti için askeri bir tehdit olmadı. Çünkü onun derdi Suriye Devletiyleydi. Yani bu anlamıyla da varsa bir tehdit olma durumu, bu, bir başka ülkenin iç işleri kapsamında bir sorun olmuş olur. Keza, PKK’nin silahlı mücadeleyi terk ettiğini kamuoyuna açıkladığı bir durumda, onun bir başka ülkedeki kollarının silahlı yapılarını dağıtarak merkezi devletin denetimine girmelerini dayatmanın nasıl bir mantığı olabilir? Ya da onlara hiçbir kolektif ulusal statü talebinde bulunmadan, tıpkı Türkiye’deki gibi, mevcut merkezi devlete bireysel olarak entegre olmalarını dayatmanın nasıl bir izahatı olabilir? Nihayet orası bir başka ülke ve dolayısıyla da sorunlarını nasıl hal edeceklerine kendileri karar vereceklerdir. Sizin bu dayatmanızın anlamı ne? Hani “dominasyon peşinde değiliz” diyordunuz? Bundan âlâ dominasyon mu olurmuş?

 

“Bin yıllık kardeşlik” iki yüzlülüğü

Daha da önemlisi hani “bin yıllık kardeşliğinizi” yeniden canlandırıyordunuz? Hani tarihi “Kürt-Türk İttifakı” anlaşması imzalamıştınız Öcalan ile? Ne oldu kardeşliğiniz ve ittifakınıza? Kardeşliğiniz yalan olabilir ama bölgedeki gelişmelerden ötürü Kürtlere mecbur olduğunuz, ne yapıp edip onlarla ittifak kurmaya mecbur olduğunuz bir gerçek. Bu ittifakı bölgedeki gelişmeler ve riskler okuması üzerinden kurguladığınıza göre; demek ki Kürtlerin sadece K. Kürdistan’daki bölüğüyle değil, tüm diğer parçalardaki Kürtlerin tamamıyla bunu gerçekleştirmek zorunda olduğunuz da açık. Güney Kürdistan zaten ta Turgut Özal döneminden beridir buna evet demiş durumda. Öcalan iradesine bağlılıklarını beyan etmiş olan Rojava ve Rojhilat Kürtlerinin de bu ittifaka itirazlarının olmadığı bir durumda, siz neden ve hangi haklı gerekçeyle stratejik müttefik olarak ilan ettiğiniz bu Kürtlere hâlâ da düşman muamelesi yapar ve onları kendi, yetmedi bölge güvenliği için tehdit olarak görürsünüz? Var mı bunun bir izahı?

 

Kendi ittifakınız ilan ettiğiniz ve birlikte Misakı Milli zemininde büyük ve lider Türkiye olma hayalleri kurduğunuz güçlerin bir kısmına nasıl olur da örneğin cihatis Şam Devleti çetelerinin buyruğu altına girmelerini dayatırsınız? Bunun, kurgulanan ittifak ve büyük Türkiye hayaliyle örtüşür bir yanı var mı? Elbette ki yok ve bunların hepsi aslında birer kurgu. Nasıl bir kurgu olduğunu daha önceki bir makalemde de ortaya koymuştum. Özetle, ta 1960’lı yıllar itibariyle bir ABD projesi olarak önerilmiş olan Türkiye’nin Misakı Milli sınırları üzerinde genişlemesi stratejisinin, bölgenin bugün yaşadığı koşullar içinde olanaklı hale gelmiş olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla da bunun filli koşullarının ve göstermelik de olsa “meşruluğunun” oluşturulması için boş hamlelerle top çeviriyorlar bir bakıma.

 

İkili senaryo

Bu gerginlik stratejisini devam ettirmelerinin bir gereği de olası Rojava işgali senaryosunun “meşru zeminini” olanaklı kılmaktır. Yani bir bakıma danışıklı dövüş taktiği güdüyor taraflar. İkili bir senaryo kurgulandığını söylemek mümkün. Ya RÖY Şam Devleti’ne rest çekip, Türkiye’nin himayesine girme iradesi beyan edecek; ya da iç savaş senaryolu bir tırmanış eşliğinde Türkiye Rojava’yı fiilen işgal ve ilhak edecek. Tabii ardından da örneğin tıpkı Hatay örneğinde olduğu gibi bir referandum ile RÖY Türkiye ile entegrasyon tercihinde bulunacak.

Yani özetle bugünkü koşullarda Türk Devleti’nin Rojava’yı işgal olasılığı sadece bu kurgusal senaryonun fiiliyatı şeklinde gündeme gelebilir.

 

Üçüncü olasılık

Ancak elbette ki çok zayıf olmakla birlikte, teorik olarak şöylesi bir olasılığın bulunduğunu da yadsımamak gerekir: RÖY olur da Öcalan’ın iradesini aşarak çok ters bir istikamette yönelir ve Türkiye yerine İsrail tercihinde bulunursa; bu durumda da bir işgal riski gündeme gelebilir elbet. Ama bu, Rojava üzerine İsrail ile doğrudan savaşı göze almayı gerektirir. İsrail’in güvenceye alınması ana hedefi de olan BOP’nin baş aktörleri olarak ABD ve İngiltere’nin buna fırsat ve şans tanımayacakları ise her türlü tartışmanın dışındadır. Keza danışıklı dövüşün dışında tamamen farklı bir senaryonun unsuru olan böylesi bir gelişme karşısında Kürt-Türk İttifakının fiilen kendisini imha edeceği de bir başka güçlü olasılık olacaktır. Öcalan’ın bu durumda tavrı ne olur bilinmez ama K. Kürdistanlı Kürtlerin ve Türkiyeli ve K. Kürdistanlı sol-sosyalist devrimci güçlerin Rojava’yı sahiplenip savunacağı kesindir. Bu, devlet aklının okuduğu “Türk Devletinin beka sorunun” gerçek anlamda gündeme gelmesi olacaktır aynı zamanda. Yani işler hiç de Hakan Fidan’ın efelenmesindeki kolaylıkta olmayacaktır.

 

(*) (https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/1308202510)