Halil Gündoğan
26.05.2025
1. Manifesto: “Bağımsız
Birleşik Kürdistan”
Öcalan’ın gerek Kürt sorununu ele alış ve tanımlayışı ve gerekse çözüme kavuşturma perspektifi, aradan geçen yarım asırlık süreçte, kelimenin yalın karşılığıyla, tam zıddına dönmüş durumda. Bilindiği gibi PKK’nin program ve temel stratejisini içeren “1. Manifesto” dedikleri belgelerinde Kürdistan sömürge ötesi de bir sömürge olarak tanımlanıyordu. Dört sömürgeci devlet tarafından işgal ve ilhak edilmişti. Temel hedef, bu dört sömürgeci devlete karşı ulusal bağımsızlık savaşı yürüterek; uluslararası kabul gören ve BM ilkelerinden biri de olan Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı gereğince, Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı kurmaktı.
Bu hedeften ilk
sapma
Fakat özelliklede SSCB’nin dağılmasıyla esaslı bir ideolojik kırılma
yaşayan Öcalan, yumuşak bir ‘U’ dönüşü yaparak; 1. Manifestolarında kayıt
altına aldıkları devrimci nitelikteki bu stratejik hedef ve programı radikal
bir şekilde terk etti. 1. Manifestonun tarihi misyonunu, mücadeleyle o güne
kadar sağlanan ve adını “dirilişin sağlanması” olarak ifade ettiği şu
sonuçlarla tamamlamış olduğunu ileri sürdü. Cemil Bayık bunu şu sözlerle ifade
eder: “Kürt halkının varlığını ispatlayıp Kürtleri ayağa kaldırdığında, kimlik,
tarih, mücadele sahibi yaptığında, Kürt halkını özgürlük aşığı yaptığında Rêber
Apo, ‘dirilişi başardık; bunu özgürlükle tamamlamamız lazım’ dedi. Bunu 1993
yılında söyledi. Artık Kürdistan sorununu siyasi ve demokratik yollarla çözmek
istiyordu.” (*) Oysa program ve hedef, yukarıda ifade edilen unsurlar üzerinden
bir “diriliş” yaratmak değil; belgelerle sabittir ki Bağımsız Birleşik
Kürdistan’ı kurmaktı.
İmralı süreci:
“Demokrasimizi birlikte kuralım”
Bu rota değişikliği İmralı süreciyle tamamına ererek, şuna evrildi:
“Demokrasimizi birlikte kurmalı, geliştirmeliyiz. Cumhuriyetin kuruluş ve
korunmasında emeği geçen tüm şehitleri, şehitlerimiz bilmek, kurucusunu
minnettarlık ve saygıyla anmak, bayrağını gururla selamlamak bunun için
esastır.” (Demokratik Cumhuriyetle Birlik İçin Tezler.)
“PKK, cumhuriyeti parçalayan iddiasından, onu güçlendiren temel olgulardan
birisine dönüşecektir…”, “PKK varlığının yasal siyasal zemine çekilmesi ve
demokratik sistemle bütünleştirilmesi temelinde olacaktır. Devletin
duyarlılığıyla, yaratıcı çabalarıma güvenerek bu rolü başarıyla oynayacağıma
inanıyor ve kararlılığımı vurguluyorum.”, “Kürtlerin en ağırlıklı bölümü, yüzde
yetmişlere varan kısmı Türkiye’de olduğu gibi diğer parçalar veya alanlardaki
Kürtler ve birlikte yaşadıkları için Türkmenler de Misak-ı Milli gereği
Türkiye’den sayılırlar.”, “Özce Kürt sorunu, tarih, dil, kültür araştırma ve ön
hazırlık okullarıyla yayma ve yine bununla bağlantılı serbest kitap, gazete,
radyo, TV benzeri yayım araçlarına özgürlük tanımayla özgün çözümünü yakalamış
olacaktır.” (İmralı Savunması.) (**)
2. Manifesto: Kürtler ve Türklerden yeni bir
Türk ulus devleti oluşturmak
Bugün kotarılmak istenen ise şudur: Öcalan ve TC. Devleti’nin güncellemeye
niyetlendikleri Kürt-Türk İttifakıyla, Lozan Antlaşmasıyla önemlice bir parçası “ana vatandan”
koparılarak ellerinden alınmış, büyük bir parçası Irak, İran ve Suriye
devletleri topraklarına katılmış Kürdistan topraklarını ve keza Suriye’nin bir
kısım Arap topraklarını da (örneğin hali hazırda Şam’ın geçici yeni
efendilerinin denetimi altında bulunan, Bahçeli’nin Hama da, Humus da, Şam da
bizim ata toprağımız dediği kısmını) Misakı Millice öngörülen “Ortak Vatan” da Kürt
ve Türklerin (olursa, Arapların da elbette) kurucu ana unsurları oldukları yeni
bir Türk ulus devleti oluşturmaktır.
Bu projeye göre entegrasyon ilk etapta, K. Kürdistan’ın yerel yönetimler
özerkliği üzerinden sisteme eşit anayasal vatandaşlık statüsüyle, diğer
parçalardan Güney Kürdistan mevcut federasyon statüsüyle, Rojava Kürdistanı ise
muhtemelen benzer şekilde federatif bir statü elde ederek katılacaktır (TC.
Devleti’nin siyaset taktiği icabı buna “katiyen olmaz” demesinin bir anlamının
olmadığını, kendilerinin ve Barzani’nin yönlendirmesi altında olan ENKS’nin
federasyon düşüncesini Rojava’da gerçekleşen Kürt Ulusal Konferansı’nın kararı
olarak çıkarmasını sessizce geçiştirmesinden anlamak mümkün. Bu süreci Barzani
İktidarı ile TC. Devleti’nin ve keza ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın sıkı
bir koordineyle ortaklaşa yürütmekte oldukları da bir sır olmasa gerek). Batı
Kürdistan ise İran’ın defterinin dürülmesi operasyonu sürecinde ayrılarak
buraya dahil olacaktır.
Yeni devlet şeklinin tam olarak nasıl bir format alacağını şimdiden kesin
bir yargıyla söylemek çok mümkün değil. Ama muhtemelen, entegrasyon başarıyla
tamamlanır ve diğer parçalar Öcalan’ın eleştirdiği “milliyetçilikte” ısrar edip,
“kapitalist modernitenin” ulus devlet paradigmasının ürünü olan federasyon
statülerinin terkine yanaşmazlarsa, o zaman belki de “Türkiye Federal
Cumhuriyeti” şeklinde, federatif bir cumhuriyet ara formülünde uzlaşırlar.
Bilindiği üzere Öcalan’ın da “Yeni Osmanlıcıların” da referans aldıkları idari
modellerden biri de Osmanlıdır. Dolayısıyla da federatif, eyalet veya kanton
modellerinden herhangi birinin tercih edileceği kuvvetle muhtemeldir. Kaldı ki
federasyon ve eyalet modelleri daha önce Turgut Özal ve Kenan Evren tarafından da
dillendirilmiş, yani devlet ve kamuoyu nezdinde belli bir aşinalığı olan
kavramlardır da.
Tabii ki bunların tamamı bugünden yarına hemen olabilecek şeyler de değil. Diğer
parçalar üzerinde ki stratejik belirleyiciliğinden ötürü, öncelikli halka
olarak, K. Kürdistanlı Kürtleri “Demokratik Ulus” oluşturma projesiyle egemen
ulus olan Türk ulusuna entegre etmek olacaktır. Bunun yaratacağı çekim
cazibesiyle diğer parçaları da Türkiye Cumhuriyeti Devleti himayesinde birleştirip,
“Ortak Vatan”da “Ortak Devlet” çatısı altında Kürt-Türk İttifakını tamamına
erdirmek… Ve böylece Kürtler, Türklerle ortak da olsa hem “özgür” vatanlarına
kavuşacaklar ve hem de defakto olarak, dört parçalı Kürdistan sayfası da böylelikle
kapanmış olacak. Tabii bununla Türk Devleti de hem “yeminli vatan toprakları”
dedikleri toprakları himayesine alarak coğrafi olarak genişleyip büyüyecek, hem
de hatırı sayılır yeraltı ve yer üstü zenginliklerini denetimi altına alarak,
ekonomik olarak zenginleşip, Öcalan’ın da özlemini çektiği, “Bölgenin lider
gücü” olma avantajına kavuşacak.
Yani en azından, Devlet ve Öcalan akıl ortaklığının, genel mantık ve genel
çerçeve itibariyle kurguladığı senaryonun bu olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya ne oranda ve hangi ek sorunlar yüklenerek
gerçekleşeceği ise, elbette ki tamamen farklı bir durumdur. Hele ki çözüm
iradesinin sadece Öcalan ve “Devlet aklı” iradesini kullanmakta olan kesimlerin
elinde olmadığı, devlet içi farklı güç odaklarının da devrede olduğu ve ama
daha da önemlisi Orta Doğu coğrafyasının yeniden paylaşılmakta olduğu bu
süreçte kıymete binmiş olan “Kürt kartını” kendi lehlerine kullanmak isteyecek
bunca sırtlan sahada tam pres konumlanmaya çalışıyorken; evdeki hesapların
çarşıya uymama olasılığının fazlasıyla mevcut olduğu da bir başka gerçek.
Kürt sorununda yeni
evre
Öcalan’ın, ulusal sorunu “sorun” yapan öz talebinin üzerinden atlamaya ve dolayısıyla
da çözümsüzlüğe endeksli paradigması, ulusal çelişmenin öz karakteri ve gelişim
diyalektiğiyle bir bütün olarak kan ve doku uyuşmazlığına sahip olduğundan; çelişmenin
sönümlenerek “tarihe havale edilmiş bir sorun” olmasına pek şans
tanımayacaktır. Çünkü öncelikli olarak öngörülen bu tarz bir “çözüm” ile
ezen-ezilen ulus çelişmesi ortadan kalkmayacaktır. Çelişme, daha özgün bir
biçime bürünerek ve belki bir süreliğine keskinliğini de kısmen yitirip
yumuşayarak, varlığını koruyor olacaktır. Evet, belki dört parçalı yapı sona
erecek ve birleşik bir Kürdistan oluşacak. Ama bunun egemenin tek başına Kürt
ulusunun olmayacağı açıktır. Öcalan’ın öngördüğü tarz gerçekleşirse; Kürt ulusu
olarak hiçbir kolektif sahiplik durumu olmayacak. Her şey, “ortak vatan” adı
altında, “ortak devlet” varsayılan egemen ulus olan Türk devletinin resmi mülkiyeti
altına girmiş olacak. Federasyon ve benzeri ademi-merkezi tarzlar söz konusu
olursa, burada da yapılan sözleşme içeriğinin belirleyeceği, şu veya bu oranlı
pay ve yetki sahibi olma durumu olacak. Yani asla eşitlerin özgür birlikteliği
tarzı bir konfederasyon birliği ve kardeşliği prensibine dayalı bir birleşme
özelliğine sahip olmadığından dayatılan “kardeşlik”; doğallığıyla ezen- ezilen/egemen-bağımlı
ulus pozisyonu, biçim ve boyut değiştirmiş olarak, varlığını koruyor olacaktır.
Keza sorunun gelişim ve değişim yönü üzerinde şu etmenlerin de önemli bir
etkiye sahip olacağının göz önünde bulundurulması gerekiyor: Bir durum tespiti
olarak, öncelikle şuna önemle vurgu yapmak gerekiyor; sorunun çözüm zemini, yaşanmakta
olan dünya ve bölge koşulları gerçekliğinde, düne kıyasla bugün çok daha elverişlidir.
Öte yanda, Öcalan paradigmasıyla sağlanacak muhtemel kısmi rahatlamalar,
sorunun ötelenebilir olma koşullarını oluşturmaya da yeterli gelmeyecektir. Keza
şu da bir başka çok önemli etmendir: Kürt ulusal hareketi dinamikleri hâlâ son
derece diri, taze ve enerjik bir şekilde ulusal haklarının taliplisi ve
takipçisi olma durumunu koruyorlar. (Tabii muhtemeldir ki içine girilen “barış
sürecinden” ötürü, bekle gör tutumuyla, mevcut iktidarla bir süre kol kola
yürüme durumu yaşanacaktır da. Fakat hem mevcut iktidarla murat edilen
demokratikleşme sağlanamayacağından ve hem de ekonomik koşulların dinamize
ettiği taban zorlamasına uzun süre kayıtsız kalamayacaklarından; olması gereken
asıl yerlerine geri dönme ihtiyacı duyacaklardır.)
Bu öylesine bariz bir olgudur ki PKK, Öcalan’ın talimatına uyarak kendisini
feshetme kararı almakla birlikte, farklı yol ve araçlarla ulusal kurtuluş
davalarını sonuna kadar sürdürme kararında olduklarını da beyan etmekten imtina
etmedi. Öcalan Kürt-Türk kardeşliğini yeniden tesis etme, “Cumhuriyeti
demokratikleştirme ve “demokratik ulus” projesiyle Kürtleri Türklere entegre
etme hedefi doğrultusunda topluma ve tabanına örgütlenme ve demokratik
uzlaşmayı esas alan bir mücadele davetinde bulunurken; PKK ve Kürt siyasi
hareketinin diğer pek çok unsuru, ulusal haklarını kazanma mücadelesinin
barışçıl mücadele yöntemleriyle daha da yükseltilmesi davetini öne çıkarıyor
mesela. Bunlar, asla hafifsenmemesi gereken çok önemli ayrım noktalarıdır.
Sorun artık sosyalist
devrimin asgari programı kapsamındadır.
Öte yandan Öcalan ve devletin Misakı Millici ve Türk-Kürt kardeşliğiyle
yeni bir Türk ulus devleti oluşturma paradigmasıyla sorun ne tür çehreler
kazanırsa kazansın ama temel talep boyutuyla çözüme kavuşamamış bir demokrasi
sorunu olarak, sosyalist devrimin önemli bir dinamiği olma gerçekliğini koruyor
olacaktır. Bu bakımdan diğer pek çok demokratik sorun gibi Kürt ulusal sorunun
çözüme kavuşturulması görevi de Türkiye ve Kürdistan sosyalistlerinin asgari
programlarının önemli bir gündem maddesi olmaya devam edecektir.
(*) (https://firatnews.com/kadin/cemil-bayik-Ikinci-manifestoyu-gelistiriyoruz-212777)
(**) (Alıntılar için “Abdullah
Öcalan’ın ‘Demokratik Cumhuriyet’i Kimin Cumhuriyetidir? İsimli kitabıma
bakılabilir.)