Somut durum ve devrimci mücadele

 


Halil Gündoğan

18.04.2025 

Görünen köye kılavuz olmak gerekmiyor

Gerek dünya gerek bölge ve gerekse Türkiye ve K. Kürdistan ülkesinin somut durumunu öyle uzun uzadıya analiz ve tasvir etmeye hiç gerek yok. Çünkü zaten her şey çok aleni bir şekilde gözler önünde:
İnsanlar günlük yaşamlarında bunları doğrudan deneyimleyerek biliyor, görüyor ve derinden etkileniyor da.

 

Sokakta, mahallede, iş yerinde, okul ve bir kahvehanede rastgele herhangi birine sorulması halinde (tabii AKP ve Erdoğan fanatiği olmayan birileri); dünyanın hızla topyekûn bir savaşa doğru sürüklendiğini basit sözcüklerle rahatlıkla anlatabilir. Keza Ortadoğu bölgesinin ABD, İngiltere ve İsrail eliyle yangın yerine çevrildiğini ve durumun daha da kötüye gideceğini de ifade edebilir. Daha da önemlisi, Türkiye ve K. Kürdistan’da baskıların insanları soluksuz bıraktığını, hak-hukuk ve adalettin kalmadığını, insanların gelecek umutlarının sıfırlandığını ve ekonomik yaşam koşullarının kendilerini açlığa mahkûm ettiğini ve artık direnecek mecallerinin kalmadığını falan da bir çırpıda sayıp dökebilir. Dolayısıyla da özü itibariyle bilinenlerin tekrarına girmenin alemi de gereği de yok. Sorun, an itibariyle Türkiye ve K. Kürdistan’da durumun tam olarak ne olduğunun açıklığa kavuşturulması ve çıkış yolunun tartışılmasıdır.

 

İktisadi yaşam koşullarının bu derece vahim boyutlarda kötü olmasının temelinde kapitalist-emperyalist sistemin yapısal olguları yatıyorsa da ama elbette ki sadece bununla izah edilemez. Çünkü aynı sistemin başka pek çok örneğinde emekçilerin yaşam koşullarının hiç de bu denli dibe vurmadığı, bilakis çok daha katlanılabilir olduğu, bilinen bir gerçek. En basitinden, örneğin günümüz Batı Avrupa ülkelerinin hiçbirinde emekçiler genel bir yoksulluk ve açlık sınırında değiller. Dolayısıyla da Türkiye ve K. Kürdistan’da yaşananları sadece kapitalist sistemin yapısal olgularıyla izah etmek, yeterli gelmez. Dolayısıyla da bu çöküntünün esas sorumlusunun mevcut iktidar ve onun izlediği politikalar olduğunun da doğrudan ifade dilmesi gerekiyor.

 

Keza en temel demokratik hakların dahi bulunmadığı, sistemin kendi burjuva hukukunun en temel kurumlarının dahi işlevsiz kılındığı, hak-hukuk ve adaletin rafa kaldırıldığı, can ve mal güvenliğinin kalmadığı, her şeyin tek adam diktatörlüğünün çıkarlarına ve keyfiyetine göre belirlenir olduğu bir süreç yaşatılmakta. Öyle ki en güçlü ve iddialı rakip muhalif burjuva partilerinin önünün kesilmeye çalışıldığı, kumpaslar ile rakip siyasi adayların hapsedilerek veya seçilme hakkının elinden alınarak devre dışı bırakılmaya çalışıldığı bir süreç… Ve keza, tutum ve icraatlarından da anlaşılacağı üzere; hem bu ceberut koyu faşizan sistemi devam ettirmek ve hem de daha da koyulaştırmak için yeni oyun ve tezgahlar peşindeler. Eş zamanlı olarak bölgesel denklemde, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı emperyalist ve Siyonist projesinde üstlendikleri taşeronluk rolleri gereği, bölge halkların birbirine kırdırılmasında aktif şekilde yer almaya devam edecekler. Bu, somut olarak özellikle İran’a karşı gerçekleştirilecek operasyonda ve Filistinlilerin yurtlarından edilmesinde de aktif olarak yer alacakları anlamına gelecektir.

 

Tabanın “artık yeter!” itirazı

İşte bütün bu özelliklerinden ötürü İslamo faşist Erdoğan iktidarının ivedilikle alaşağı edilmesi, gayet tabii ki ülke (ve bölge halklarının da) öncelikli talebi olarak somutlaşmış durumdadır. 19 Mart darbesiyle ortaya çıkan, beklenmedik o son derece güçlü kitlesel reaksiyon işte tamamen bunun doğrudan bir ifadesidir. Özellikle de ağırlıklı olarak öğrenci gençliğin merkezinde olduğu bu radikal halk muhalefeti, talepleri bakımından sisteme köklü bir itiraz karakterindedir. Yani, “artık yeter!” itirazıdır bu.

 

Devrimci önderlikten yoksunluk

Tabii devrimci önderlikten yoksun, esasen de kendiliğinden ve bir reaksiyon olarak patlak veren bu hareketin, yine devrimci bir önderlik ve örgütlülükten yoksun olması sebebiyle, uzun soluklu ve sonuç alıcı olması pek mümkün olamayacaktı. Hele ki işçilerin üretimden gelen gücünün siyasi genel grev olarak devreye girmediği bir durumda, bu çok daha zor olacaktı. Öte yandan hareket her ne kadar CHP’yi mobilize etme rolü oynadıysa da ama netice de CHP, hareketi esasen kendi kontrolüne almakta da gecikmedi.

 

Özetle hareket şimdi, esasen CHP’nin yedeğine düşmüş durumda. Beğenelim beğenmeyelim, ama somut durum maalesef ki bu. CHP’nin yönelimi ise, tabiatı gereği, sistemin tümüne değil; esasen Erdoğan rejimiyle sınırlı.

 

Hareketi devrimci bir rotaya oturtarak, sistemin tamamını hedefleyecek önderlik ve güçten yoksun olunan böylesi bir süreçte devrim hayalleri kurulamaz. Yani bu hareketten devrimci bir kalkışma yaratmak, ya da bu direniş ve itirazı devrimci bir kalkışmaya çevirmek, bugün ve yakın dönem açısından pek mümkün gözükmüyor. O halde gerçekçi olup, bugün açısından mümkün olabileceği istemek gerekiyor.

 

Mümkün olabileni görev edinmek

Bugün açısından mümkün olabilecek şey; günün öncelikli acil görevi olarak, tüm sol-sosyalist ve demokrat kesimler ile CHP ittifakının okun sivri ucunu bu İslamo faşist ceberut otokratik tek adam rejimine yöneltilmesidir. Çünkü tanımlanan sürecin öncelikli olarak alt edilmesi gereken baş düşmanı, bu iktidar bloğudur. Hem de ana muhalefet partisi başta olmak üzere, Cumhur İttifakı dışında kalan tüm diğer burjuva kesimlerin adeta ortak talebi haline gelmiş bir baş düşmandır bu düşman. Dolayısıyla da sürecin isabetli devrimci taktiği, bu asgari müşterek zemininde, birleşilebilecek tüm güçlerle birleşerek, bu ceberut iktidarın yıkılmasını sağlamak olmalıdır. Elbette ki bu, bileşenlerin üzerinde ortaklaşacakları bir asgari program ve keza örgütlü merkezi bir güçle mümkün olabilecektir. En ideali, bu gücün belki de bir cephe örgütlüğü formatında olmasıdır. Fakat biçimi ne olursa olsun, karar almada her kesimin mutlak surette söz sahibi olabileceği bir mekanizma olmalıdır bu. Bilindiği üzere pratik önderlik için güçlü bir yürütme organının olması da olmazsa olmazıdır bu tür oluşumların.

 

İnisiyatif alma

Taban hareketinin CHP’nin yedeğine ve onun edilgen “eylem kitlesi” durumuna düşmemesi ve tam aksine onu basınç altına alabilmesi için de bu iktidarın alaşağı edilmesi, eşit haklar temelinde Kürt sorunun çözülmesi ve demokratikleşme asgari programı temeli üzerinde böylesi bir ittifak oluşumunun yaratılması şarttır. Aksi takdirde CHP’nin inisiyatifi ve sınırlılığı altında sönümlenip gitme olasılığı oldukça fazladır.

 

Kritik denklem

Burada son derece önem arz eden bir diğer başlık ise Kürt Siyasal Hareketinin pozisyonudur. İktidarla girdiği “barış/kardeşlik” ve “Kürt-Türk İttifakı” atmosferi onları, muhtemelen, iktidarı doğrudan hedefleyecek olan böylesi bir oluşumun ve eylemselliğin dışında tutmaya zorlayacaktır. Ve muhtemelen bu oluşum ve hareketi, barışı baltalayan, yıkıcı bir girişim olarak karşılama durumuna düşürecektir. Ama yine de Kürt Siyasal Hareketini bu saflara katmak için azami çaba ve sabır göstermek gerekiyor. Çünkü çok önemli ve etkili bir güç. Onun, özelliklede şu kritik geçiş sürecinde iktidarın “koltuk değneği” olması engellenebilirse, kuşkusuz ki iktidarın işinin çok daha zor, direniş cephesinin işinin de bir o kadar daha kolay olacağı rahatlıkla söylenebilecektir.