Hiçleştirme ve kendisiyle yeniden var etme stratejisi -2

 


Halil Gündoğan

11.07.2025

 

Nalıncı keseri

Öcalan, eline aldığı nalıncı keseriyle, olgu ve olayları kendi sübjektif ihtiyacına göre yontup, yeni biçimlere büründürüyor. Bunu yaparken de hiçbir kural ve etiksel değer takmıyor. Yeter ki kurguladığı şeylere hizmet etsin. Gerisi fasa fiso şeylerdir onun için. Bunun tipik bir diğer örneğini de “başarı” ve “başarısızlık” değerlendirmelerinde görüyoruz. 12. Kongre’ye sunduğu söz konusu perspektif yazısında PKK’yi, kendisini gönül rahatlığıyla feshedebilmesi için, ona bir başarı öyküsü sunuyor:


 

Başarı öyküsü ihtiyacı

“PKK’nin büyük direnişi Kürt ve Kürdistan varlığı meselesini kalıcı kıldı. Kürt varlığına dair güçlü bir bilinç geliştirdi. Bunun başarıldığını anlamak için tarihsel, sosyolojik sorgulamalar yapmak gerekiyor. Ben 52 yıl 1 ay 4 gün önce ‘Kürdistan Sömürgedir’ diyerek yola çıktım. (…) Bu söz sadece pratik direnişe yol göstermedi, büyük bir tarih çözümlemesine dönüştü, (Görüldüğü gibi Öcalan burada hâlâ da “Kürdistan Sömürgedir” tespitinin ne kadar tarihi bir öneme ve role sahip olduğunu böbürlenerek anlatmaya devam ediyor. Oysa aynı Öcalan İmralı süreciyle birlikte, Kürt sorununa ilişkin bu ve diğer tüm tespitlerinin ideolojik olarak “reel sosyalizmin” etkisinde kalınarak alınmış, gerçekliği olmayan, aşırı uç şeyler olarak değerlendirir. Kürt sorununu ise, değil yurdu dört parçaya bölünmüş sömürge veya bağımsızlığı elinden alınmış ulus sorunu olarak değerlendirmek; “varlığının kabulü, dil ve kültürel serbestlik gibi küçük birtakım iyileştirmelerle çözülebilecek” basit bir takım demokratik hak ihlalleri kapsamında sayılabilecek bir sorun olarak tanımlar. Kendi isyanlarını da Cumhuriyetin inkârcı tutumuna karşı oluşan bir tepki olarak ifade eder. (*) Peki bunların her ikisi de aynı esnada doğru olabilir mi? Öcalan’ın işine yarıyorsa, evet, her ikisi de aynı esnada doğru olabilir pekâlâ. Apocu müritlere göre ise doğruluğu tartışma konusu dahi olamaz. Bn.) (…) Bütün bunlar Kürt realitesini açığa çıkarma ve Kürt aydınlanmasını sağlamayı amaçlıyordu. Ve bunu başardık. Bu büyük tarihi yolculuğu, sosyolojik analiz ve politik mücadele Kürt ve Kürdistan realitesini kanıtladığı gibi bunu dost düşmana kabul de ettirdi. Bu büyük başarıdır. PKK bu başarının adıdır.” Diyor.

 

Başarı kriteri

Burada öncelikle şunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor: Öcalan’ın başarı olarak sıraladığı bu şeyler, program ve stratejik hedef anlamında, en başından itibaren öncelikle ulaşılması gereken hedefler olmuş olsaydı; o zaman kesinlikle bu “başarı öyküsü” yerli yerine otururdu. Oysa gerek PKK’nin kuruluş ve program kongresinde ve gerekse “1. Manifesto” olarak deklare ettikleri belgelerinde bunlar, “varılması gereken 1. Hedef” olarak anılmaz. Hatta lafı bile edilmez. Tek hedef: Sömürgeciliğe son verip, birleşik bağımsız Kürdistan’ı kurmaktı. Dolayısıyla da PKK veya “Önderliğin” yarım asırlık mücadelesinin başarı veya başarısızlığı ancak ki bu hedefe ulaşılıp ulaşılmadığı üzerinden sorgulanabilir. İmralı süreciyle birlikte gelinen noktada, “Apocu paradigma” ya da “Önderlik” bu hedefe ulaşmayı gerçekçi bulmayarak, PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığına ve dolayısıyla da kendisini feshetmesi gerektiğine hükmettiğine göre; hangi başarıdan bahsedilebilir acaba?

 

Tahrifat ve manipüle

Açıktır ki Öcalan’ın yukarıda başarı olarak sıraladıkları ise, gerçekleşmeleri hedeflenen değil; yürütülen bütünlüklü mücadelenin var ettiği sonuçsal kazanımlarıdır. Dolayısıyla da Öcalan’ın bunu, sanki de PKK’nin baştan önüne koyduğu iki hedeften biriymiş gibi sunması, hem tarihi gerçeklerin açıktan tahrifatıdır ve hem de manipüle amaçlıdır.

Neden manipüle amaçlıdır? Çünkü Öcalan, PKK kadro ve savaşçılarını ve halkı, PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığı için artık kendisini feshetmesi gerektiği fikrine bir şekilde ikna edebilmesi için böylesi bir başarı öyküsüne ihtiyaç duymuştur. Bu öyküyle hem onların duygu ve gururlarını okşayacak ve hem de verdiği kararı nispeten daha kolay hazmedebilmelerinin zeminini hazırlayacak. Bütün mesele bu aslında.

 

Temel fesih gerekçeleri

Öcalan, PKK’nin kendisini feshetmesinin temel gerekçelerini “fesih çağrısı” metninde farklı, kongreye sunduğu perspektif yazısında ise farklı formüle ediyor. “Çağrı” metninde mealen: “Artık hareketin ve mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veremiyorsunuz. Kısır bir döngü içinde kendinizi tekrardan öte bir varlık gösteremiyorsunuz. Anlamsız ve beyhude bir çaba…Kongrenizi toplayıp kendinizi feshedin.” Derken; perspektif yazısında ise esas olarak şu iki gerekçeye dayandırıyor:

 

1-     “90’ların başında reel sosyalizmin çöküşüyle PKK ideolojik zeminini yitirdi. Zira PKK reel sosyalist mücadele perspektifine göre örgütlenmişti. Programı, stratejisi, taktiği vb. reel sosyalist ilkeler üzerinden şekillenmişti. Bu anlamda PKK 90’larla birlikte ideolojik bunalıma girdi. Fakat bu bunalıma rağmen sosyalist tandaslı ulusal kurtuluşçu damarı üzerinden ayakta kaldı. (Demezler mi bu ne yaman açmaz böyle. Hem 90’lı yıllarla birlikte ideolojik zeminini yitirip bunalıma giriyor ve ama hem de buna rağmen “sosyalist tandaslı ulusal kurtuluşçu damarı üzerinden” onca kuşatılmışlığa ve topyekûn bir savaşa rağmen ayakta kalma başarısı gösterebiliyor. Hem de öyle az buz da değil, 35 yıl gibi koca bir zaman boyunca… Bu durumda besbelli ki bu “ideolojik zemin yitimi” ve “ideolojik bunalım” Öcalan’ın kendi şahsında yaşanmış. Çünkü “90’ların başında çöktü” dediği, sosyalizmin teori ve ilkeleri değil; Öcalan’ın sırtını dayadığı ve onlar üzerinden kendisini ve savaşı var etme hesapları yaptığı SSCB ve Varşova Paktı ülke devletleriydi. Sol literatürde “reel sosyalizm” kavramı da zaten bu ülkelerde, iç savaş, ağır ekonomik sorunlar ve 2. Dünya Savaşı yıkıcılığı koşullarında deneyimlenen pratiğin ve ama özellikle de 1956 yılı itibariyle hakimiyeti ele geçiren modern revizyonistlerin temsil ettiği sistemi tanımlamak için kullanılır. İşte bunların çökmesiyle zemin yitimine uğrayıp, yolun sonunun geldiğine ve yıkmak için yola çıktığı devletin yenilmezliğine hükmeden ve 1993’deki o meşhur; “Bir muhatap arıyorum” mesajıyla, açıktan bir uzlaşı yolu arayışına giren, tarihin tanıklığı ve kendi beyanlarıyla da sabittir ki Öcalan’ın kendisi olmuştur. Bilindiği gibi İmralı süreciyle birlikte ise; kendisine sunulan “sivil toplumcu” ve anarşist ideolojik kaynaklardan esinlenerek bunlara, yüksek kalibreden, teorik kılıflar uyarlamakla meşgul. Bn.)”

2-     “(…) Kürtler Cumhuriyetle birlikte yok sayılıyor. PKK bu inkârı büyük bir direnişle boşa çıkardı; (…) Ama bu inkârın sizde yaşanan sonuçları hâlâ tümüyle aşılmadı. Halen kendi gerçekliğinizden kaçıyorsunuz. Ben hepinizin kimliğinde, kişiliğinde böyle bir tehlike görüyorum. Sağlıklı, oturmuş bir kişilik ve kimlik görmüyorum sizde, göremiyorum. (Öcalan burada da yine bir hiçleştirme operasyonuyla, hizaya alma ayarı çekiyor Kongre delegelerine. Bn.) Bu iş sadece direnişle olmaz. Yeninin inşasında devrimci kültür, demokratik kurumların teşekkülü, demokratik ulus kurumları, inceleme araştırma kurumları, dil kurumları kesin rol oynayacak. Bunlar kapitalizmle olmaz. Kürt toplumu anti kapitalist olmalı. (Nasıl olacak bu? Kürtleri kapitalist bir sisteme ve onun devletine entegre edeceksin ve ama kalkıp, “Bunlar kapitalizmle olmaz” diyeceksin. Keza diyeceksin ki “Kürt toplumu anti kapitalist olmalı” Kürt toplumu denilen toplum işçiden, köylü, esnaf, ağa-bey, küçük, orta ve büyük burjuvaziden oluşan bir toplum olduğuna göre, sırf Apo istedi diye tüm o kapitalist sistem mensubu sınıf ve ara tabakalar anti kapitalist mi olacaklar yani, bu mümkün olabilecek bir şey midir? Bn.) Kürtler kendilerini demokratik ulus, eko-ekonomik ve komünalite üzerinden özgürleştirecek, kalıcı bir yaşamı inşa edip kesinleştireceklerdir. Bu da tabii ki inşa ve kendini var etme mücadelesi ile sağlanacaktır. Dışa yönelik, dış baskıya yönelik direniş de başarıldı. PKK’nin miadını doldurmasının bir nedeni de dışa dönük direnişi başarmış olmasıdır. Bundan sonra direniş ve mücadele içe yönelik olacaktır. Önümüzdeki dönem kendini inşa dönemi olacaktır. Bu da Barış ve Demokratik Toplumu gerektirir. Şimdi bir eşikteyiz.”

 

“Özgürlük çözümü başarıldı mı?” diye soruyor ve buna şu yanıtı veriyor: “Hayır. Kürt varlığı kanıtlandı, ideolojik örgütsel bilince kavuştu (hangi ideolojik bilinç? Kuruluş sürecinden 1990’lara kadar olan sürecin ideolojik bilinci mi? Bunun zemininin çöktüğü ve o süreçten 2000’li yıllara kadar olan süreçte, aleni bir “ideolojik bunalım” yaşandığının söylendiği ve sonrası sürecin “ideolojik bilincin” ise esasen Öcalan’ın yeniden oluşturma gayretlerine girdiği ve ama halen de tam olarak şekillendirememiş olduğu, “ideolojik bilinç” mi? Bn.) fakat özgürleşme adımında tıkanma yaşandı. Tıkanmanın gerisinde reel sosyalist ideoloji ve etkileri vardır.” “Demokratik ulus çözümü önümüzdeki sürecin temeli olacaktır.” “Bundan sonraki adım özgürlüğü gerçekleştirmedir. Özgür toplum komünalite temelinde etik-politik doğrultuda şekillenecek varlık bulacaktır.” Fakat diyor; “Bu adımı PKK ile gerçekleştirmek pek mümkün gözükmüyor. (Burada ki ikilem tipiktir. Peki madem bilimdir rehber, o halde bunun da bilimsel açılımının ortaya konularak, insanların ikna edilmesi doğru olanı değil midir? Tabii işin aslının şu olduğu bir durumda; bunun bilimsel bir izahatı da mümkün olmayacaktır: “Fesih meselesi bizim için yeni bir gündem değil. Devlet katında da böyle bir talebi görünce karşılık verdim.” Diyor, kendi sözleriyle. Yani daha sade haliyle tekrarlamak gerekirse, demiş oluyor ki bunu devlet istedi ben de işi kolaylaştırmak için kabul ettim. Bn.)”

 

Tek bilen ve tek belirleyen olmak

“Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim.” Diye, kalıp bir söz var ya Öcalan da sonda söyleyeceğini perspektif yazısının başlarında da söylemiş. Şöyle diyor: “Kendinizi bir çözümsüzlük olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz. Neden? Bu önemli tabii çünkü ciddi bir iş. Şu anda Apo gerçeği hem bir süren durum olarak hem de an olarak tarihe damgasını vurmuş ve öyle gidiyor. Ve geldik işte PKK’deki açmaza ve buna bir çözüm bulmaya; yani bu fesih meselesine. (…) Evet burada bir anın tekrarı var, yaratım değeri fazla yok, bir sıçrama yapmak gerekiyor. Bir eşik atlamak gerekiyor. Tuhaftır, bizim tarafımızdan değil, bizzat (…) Devlet Bahçeli açtı bu yeni dönemi. (…) Biz de isabetli olarak bu elin havada boş bırakılmaması, bu sese karşı duyarsızlık gösterilmemesi gerektiğine kani olarak anında yanıt verdik. Ki bu savaşımın bir numaralı sorumlusu, yürütücüsü olarak sorumluluk duyduk ve yanıtı da gecikmeksizin verdik. (…) devlet denetiminde bu toplantımızla programını hazırlıyoruz. Nasıl bir demokratik toplum bunun yoğun çabası içendeyiz. Bu eşikten atlamak istiyoruz. Nedir bu, savaş ve ayrılıkçı çatışma sürecinden barış ve demokratik bütünleşme, Türkiye cumhuriyetiyle özellikle. (…)”

 

Özetle Öcalan Kongreye demiş oluyor ki: Herkes haddini bilsin otursun oturduğu yerde. Bu örgütü ben kurduğuma göre, feshetme yetkisi de bende. Karar aldım, bunun gereğini yapın ve kendinizi feshedin. Bu savaşımın bir numaralı sorumlusu ve yürütücüsü de ben olduğuma göre, “savaş ve ayrılıkçı çatışma sürecini” de sonlandırıyor ve TC. Devletiyle "barış ve demokratik bütünleşme” sürecine giriyoruz. Anlaşıldı mı? O halde formaliteyi yerine getirin ve kendinizi feshettiğinizi kamuoyuna deklare edin. Nokta.

 

Bu, Öcalan’ın demokrasi ve özgürlüklerden ne anladığının resmidir de. İşte bu zihniyet, dinci faşist bir iktidarla el ele vererek demokratik toplum inşa edecekmiş. Şaka gibi, değil mi?

 

(*) İmralı Savunması