Halil Gündoğan
9.05.2025
İsviçre Göç Müsteşarlığı (State Secretariat for Migration -SEM-), 29 Temmuz 2021 tarihli kararında, iltica talebimi reddedişinin temel gerekçesini şu mantık üzerine oturtmuştu: Cezanı tamamlayıp salıverilmişsin. Kalan 6 yıllık cezan ise 5 yıl örgütlü siyasi bir suça karışmama koşuluna bağlanmış. Sen de karışmazsın ve böylece cezanın bütününü tamamlamış olursun. Hakkında açılmış yeni herhangi bir soruşturma ve kovuşturma da yok. Kitapların hakkında herhangi bir yasal işlem de yapılmamış şimdiye kadar. Bu da demek oluyor ki Türk Devleti seninle uğraşmıyor. Yeni bir suç işlemediğin sürece de seninle uğraşmayacaktır. Askere gidip gitmemen bizi ilgilendirmez. Çünkü bu hem iltica gerekçesi sayılmıyor ve hem de askerlik sorununda karşılaşacağın cezalar siyasi muhteva taşımaz. Gidip, öngörülen kurallar çerçevesinde askerliğini yapman halinde hiçbir sorun kalmaz. Özetle bütün bunlar, Türkiye’ye dönmende herhangi bir riskin bulunmadığını gösterir.
Evet, SEM bu mantık ve argümanlardan hareket ederek iltica talebimi kabul
etmemiş ve İsviçre’yi terk etmem kararı almıştı…
Mahkeme öncesi yapılan iki mülakatta, Türk Devleti ve özel olarak da
iktidardaki dinci-faşist blokun hukuk tanımaz keyfi tutumunu ve özellikle de
kendisine ve icraatlarına bir şekilde eleştirel yaklaşan muhaliflere karşı
acımasız bir sindirme ve yok etme politikasıyla hareket ettiğini anlatmıştım.
Bunu, güncel yüzlerce örneği üzerinden somutlamıştım da. “Kürsü dokunulmazlığı”
bulunan parlamenterlerin onlarcasının, sırf bu eleştirel tutumlarından ötürü
hapse atıldıklarını emsal göstermiştim. Bunların tamamının da “terör örgütüyle
bağlantılı” olduğu sahte gerekçeleriyle hapsedildiklerini anlattım. Bütün bu
örnekleri, Türkiye’deki siyasi ortamı biraz daha somut olarak ele almaya
çalışmaları için vermiştim. Ve buradan kendi durumumu izah etmiştim. Türk
Devleti’nin düşüncesine göre Halil Gündoğan özetle: “İflah olmamış,
yaptıklarından pişmanlık duymamış, tam aksine devlet ve vatan düşmanı yıkıcı
bölücü düşünceleri temelinde kitaplar yazmış, azılı bir komünisttir.”
Türk Devleti tamamen böyle düşündüğü içindir ki hapisten çıktıktan sonra
sürekli bir şekilde takip altında tutuldum. Örneğin, Teyzem ile birlikte
gittiğimiz Ankara havaalanında “riskli yolcu” muamelesine tabii tutularak, özel
olarak eşyalarım ve valizim ince teferruatlı bir aramadan geçirildi. Keza Ankara’da,
bir evrak almak için dayımla gittiğimiz Genel Kurmay Başkanlığı’nda adım adım
takip edildik. İlk uğradığımız ofise, bizim hemen ardımızdan sivil kişiler
gidip, görevli memura: “Onlar ne sordu ne istedi?” diye sorduklarını, tekrar o
ofise döndüğümüzde görevli memur korku içinde anlatacaktı. Vs. vs. Bu, SEM’in:
“Türk Devleti seninle uğraşmıyor” şeklindeki iddiasının ne derece isabetli olup
olmadığının en basit, sıradan bir örneğidir.
Karşılaştığım bu yoğun yakın takipten ötürü, doğum yerim olan ve de gerilla
faaliyetinde bulunduğum Dersim kentine gitmemi istemedi akrabalarım ve
arkadaşlarım. Çünkü orada olağan üstü sıkı koşullar vardı ve yollarda sıklıkla
özel ordu birimleri yolcuları ve köylüleri durdurup kimlik kontrolleri
yapıyordu. “Azılı terörist” olarak afişe edilmiş ve de tanınan biri olarak beni
rahatlıkla alıp, yok edebilirlerdi. Binlerce böyle “faili meçhul” devlet
cinayeti yaşandı o coğrafyada. Dolayısıyla da çevremin endişe ve korkularına
saygı göstererek, annemi ve orada bulunan kardeş ve akrabalarımı ziyarete
gitmekten vaz geçtim. Annemi getirdiler yakın bir başka kente de öyle
görebildik birbirimizi.
SEM, benim bu gerçekliğimi kolayca es geçmeyi tercih ederek; “risk yok”
dedi. Oysa Türk Devleti benimle, verdiğim örneklerdeki gibi, son derece
yakından ilgileniyordu. Polisin: “Halil Gündoğan örgütsel ve devlet düşmanı
yıkıcı faaliyetlerine devam ediyor” şeklinde sahte bir evrak düzenlemesi
yeterliydi benim tekrardan hapse atılmam için. Hem infazımı yakıp, o 6 yıllık
cezayı yatıracaklardı ve hem de örgüt üyeliğinden yeniden yargılayıp, ek bir
cezadan daha hapiste tutacaklardı. Ya da yasal bir panelde, bir miting veya bir
gösteride benzeri gerekçelerle göz altına alınabilir ve hapse atılabilirdim.
Nitekim böyle yapıldığının binlerce örneği var. Yani ben istisna olmayacaktım.
SEM ve mülakata katılan görevlinin argümanlarından biri de “Devlet seninle
uğraşsaydı, kitapların serbestçe satılmazdı. Oysa kitaplarının hiçbiri hakkında
yapılan bir işlem yok.” Şeklinde ki bu fikir yürütmeydi. “Kitaplarıma ilişkin
şimdiye kadar işlem yapılmamış olması, yapılmayacağı anlamına gelmez.
Dinci-faşist birinin ihbar ve şikayetçi olması veya polisin, elinde bir gerekçe
olması için savcılığa bunu bildirmesi yeterlidir.” Şeklinde ki itirazım da
dikkate alınmadı. “Senin söylediğin sadece olasılık. Bize somut belge sun”
denildi örneğin. 2024 Yılı haziran ayında tesadüfen öğrenecektik ki bir kitabım
hakkında Mersin Sulh Ceza Mahkemesi ta 2018 yılında yasaklanma kararı almışmış.
Ve bu kitap ta 2015 yılında basılmıştı. Yani yasaklama kararı 3 yıl sonra alınmış
ve bizim bundan haberimiz dahi olmamıştı.
Keza sosyal medya ortamında bir kitabımdan paylaştığım bazı bölümler ve bir
iki kısa siyasal makaleden ötürü, yine birilerinin şikayetçi olmasından ötürü
soruşturma açılmış ve hakkımda yakalama kararı çıkarılmıştı.
Ben siyasi bir insanım; bir dava ve bir ideal uğruna yaşıyorum. Ve elbette
bu konu ve içerikte makale ve kitaplar da yazan bir aktivistim. Yazılarım,
gayet tabii ki faşizme, kapitalizme, emperyalizme, zorba ve diktatörlere, gerici
yobaz dincilere, ataerkiye, sömürü ve ilhaklara, mazlum halkların
katledilmelerine karşı bir isyanın ifadesi olacaktır.
“Ceza almak
istemiyor ve de devletin seni rahat bırakmasını istiyorsan, bunlardan uzak
duracaksın, yazmayacak ve paylaşmayacaksın” diyemezsiniz. Bunu derseniz, siz kendinizi, benim karşı olduklarımın
safında konumlandırmış olursunuz. Bir hukuk görevlisi olarak sizin asli
göreviniz, benim düşünce ve fikir beyan etme özgürlüğümü savunup korumaktır.
Siyasi kimliğim ve geçmiş dönem siyasi faaliyetlerimden ötürü Faşist Türk
Devleti’nin intikam amaçlı beni öldürebileceğini, geçmiş örneklere dayandırarak
anlatıp, Türkiye’de (ve özellikle de askere alınmam halinde) can güvenliğimin
olmadığını söylediğim bir durumda; siz bunu: “Ama bu söylediğin sadece bir
olasılık, ille de olacak anlamına gelmez.” diyerek, ciddiye almama tercihine
sahip değilsiniz, olamazsınız da. Ama maalesef bunu da yaptınız benim şahsımda.
Kendisi için en öncelikli şeylerin başında gelen yaşam güvencesi talebiyle
ülkenize sığınan bir insanın bu talebini, son derece insafsız bir tarafgirlikle
örtbas etmeyi tercih ettiniz.
Askerlik sorununda ileri sürdüğünüz argümanları ise, zaten ayrıca
yazdığımdan, bunları burada da tekrarlamama gerek yok.
Beş buçuk yıllı bulmuş olan bu fiili cezalandırma tutumunuzu umarım bu
vesileyle gözden geçirir; adil ve isabetli bir karar verirsiniz.