Çözümsüzlük açmazının Kürt milliyetçilerini vardırdığı nokta


 


Halil Gündoğan

14.12.2024

Bundan kısa bir süre önce, “Yeni Ortadoğu İçin İsrail-Kürt İttifakı Gelecekteki Riskler Ve Fırsatlar” ana temalı bir panel düzenlenmişti. Verilen bilgiye göre panel, Kudüs İbrani Üniversitesi’nden Kürt akademisyen Veysi Dağ tarafından organize edilmişti. Panelistler üç İsrailli akademisyen ve Kürt tarafını temsilen de Kürdistani Parti (PAKURD) kurucu başkanı vardı.

Panelistlerin tamamı, İsrailler ile Kürtler arası ittifakın ta Asurlar, Babiller vs. dönemlerinden beri devam edegelen tarihi bir kökenini olduğunu uzun uzun anlatarak başladı. Yani “bin yıllık Türk-Kürt Kardeşliği”nden daha da eski tarihlere dayanan, alternatif bir “kardeşlik hikayesi”. Ve yine panelistlerin tamamı, bugünün koşullarında gerekliliği elzem görülen Kürt-İsrail İttifakını, bu “köklü tarihi miras” ve “benzeşen ortak tarihsel yaşam öyküsü” üzerinden kurgulamayı tercih etti: “Her iki halk bin yıllarca devletsiz bırakıldı ve sürgün edildi. Bu ortak yönümüz bizim birbirimizi daha iyi anlamamızı sağlayacak güçlü bir bağdır. İsrail bu makus talihi yıkıp, kendisini yoktan var ederek devletleşti. 


Şimdi sıra, İsrail’in desteğiyle Kürtlerdedir. Kürtler devletlerini kurabilirse, yok edilmek üzere dört taraftan kuşatılmış İsrail’in bu coğrafyadaki en büyük koruyucuları olacaklardır. İki kardeş devlet sırt sırta verirse hiç kimse onlara yan gözle bakamaz. Bu yüzden, yaşanmakta olan bu tarihi fırsatları değerlendirip, mutlak surette bu ittifakın kurulmasını sağlamalıyız.” mealinde şeyler.

 Bunlar, itiraz etmeyi pek de gerektirmeyen, anlaşılabilir şeylerdir elbet. Fakat o koca koca Prof. Ünvanlı ve güya “mazlumun hak arayıcıları” ve ilerici-demokrat, insan hakları savunucuları olarak takdim edilen bilim insanların hiçbiri ağzına İsrail Devleti’nin bir başka halkı yerinden yurdundan etme ve soy kırıma uğratma pahasına kurulduğuna değinmedi bile… İsrail’in kendisine hak gördüğü devlet olarak var olma hakkını, Filistin halkına tanımamakta ısrar etmesindeki haksızlığı ve vicdansızlığı kınamadı bile… Kuruluşundan beri sürekli ve sistemli bir şekilde Filistin topraklarını işgal ve ilhak ederek, topraklarını mislince büyütme siyasetini, dokundurma yoluyla da olsa, eleştirmedi bile. Belki de daha da vahimi, son bir yıl içinde Gazze’de gerçekleştirilen soy kırımı lanetlemedi bile…

“Kürtlerin Anası” olarak takdim edilen Prof. Dr. Ofra Bengio, çeşitli Kürt grup ve çevreleriyle olan ilişki düzeylerini ifade ederken şu ifadeyi kurabildi: “Örneğin PKK ile ilişkilerimiz oldukça gergindi. Çünkü PKK geçmişte Filistin Kurtuluş Örgütü’ne de destek veriyordu.”

Sayın Bengio bu ifadesiyle kendisini Siyonist İsrail devleti ve milliyetçileriyle özdeşleştirmiş oluyordu bir bakıma: Filistin halkına duyulan düşmanlığın boyutuna bakın ki PKK’nin, kendisi gibi haklı bir davanın temsilcisi olan FKÖ’yü desteklemesindeki özü anlamaya bile çalışmamış. Ezilenlerin ve mağduriyeti yaşayanların dayanışmasını mazur görme olgunluğunu dahi gösteremeyen birinin, “Kürtlerin anası” olarak payelendirilmesi de ayrıca ironiktir. Yıllardır kendi devletinin zulmüne maruz kalan mazlum Filistin halkının acısını yüreğinde hissetmeyen birinin, hiçbir çıkar gözetmeksizin, samimiyetle Kürt veya bir başka halkın acısını hissetmesini beklemek, safdillik olur herhalde.

Ve ilginçtir; vicdan yoksunu bu kaskatı milliyetçi pragmatist yaklaşım, panelistlerin tamamın ortak paydasıydı da.

PAKURD adına konuşan panelist aynen şu ifadeleri kuruyordu: “(…) 7 Ekim 2023 olaylarından sonra Ortadoğu’da yeni bir dönem başladı. Hamas’ın masum sivillere karşı gerçekleştirdiği terör saldırısı bazılarında sevinç yarattı ve onlarda, Yahudi halkını yok etmelerini ilerletmeleri için adeta umut yarattı. Bence İsrail’in bu saldırıya karşı hızlı ve kararlı bir şekilde yanıt vermekten başka bir seçeneği yoktu. İsrail Hamas’a ve Hizbullah’a karşı ağır darbeler indirdi. Ancak herkes biliyor ki bu iki örgüt İran başta olmak üzere bazı devletlerin piyonlarıdır. ‘Direniş ekseni’ denilen yapı özellikle İran’a bağlı güçleri koordine ederek Yahudileri ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bu gerçek bize şunu açıkça gösteriyor: Eğer bu İslamcı terör örgütlerinin güçleri yetecek olsa Yahudi halkından tek bir kişinin hayatta kalmasına izin vermeyecekler. Aynı zamanda bu ‘Direniş ekseni’ doğrudan veya dolaylı olarak Kürtleri de İsrail ile aynı kefeye koyuyor. Herhangi bir bağ olmasa bile Kürtler İsrail’in müttefiki olarak görülüyor ve bizleri de aynı düşmanlıkla hedef alıyorlar. (…)”

“İsrail Kürtlerin ortaklığını kazanmadan bölgede gerçek bir liderlik rolü üslenemez. (…) Bu durumda Kürtler ve İsrail birlikte neler yapabilir (…) İsrail güçlü bir devlet ve bize göre 7 Ekim 2023’den sonra Ortadoğu’nun yeni lideri olmuştur. İsrail güçlü liderliği ve etkisiyle ABD ve Avrupa’da Kürtler için yeni fırsatlar yaratabilir. (…) Biz sizin yeni Ortadoğu vizyonunuzun müttefikleri olmak istiyoruz ve bunun için hazırız. (…)”

Ürperten bir soğukkanlılıkla ifade edildi bütün bu düşünceler. Yüzyıllardır ezilip sömürülen ve tüm ulusal haklarından mahrum bırakılmış olan bir halkın mensubu değil de adeta Netanyahu’nun bir sözcüsüymüşçesine.

Kuruluş sürecinden bugüne değin Siyonist İsrail Devleti sanki de Filistinleri yerinden yurdundan etmemiş, kuruluşunun temelinde bu işgal ve göçertme yokmuş gibi, tek taraflı bir “avcı hikayesi” ile sorun sunuldu. Keza sanki de İsrail bulduğu her fırsattan yararlanarak Filistinlerin topraklarını ilhak etmemiş gibi, onların hak talep etme ve özgürlük mücadelelerini “terörist faaliyet” olarak damgalayıp, binlerce insanı katletmemiş, hapislere tıkmamış ve sürgüne göndermemiş gibi anlatıldı. Filistinlerin adı bile anılmadı. Hamas ve diğer Filistinli yapılar topluca terörist örgütler olarak nitelendi. Bunların Filistinli ve Filistin davasını savunan örgütler olduğu, ima yoluyla olsun, dile getirilmedi. Örneğin tıpkı Türk Devleti ve tüm diğer sömürgeci-faşist devletlerin yaptığı gibi; bunlar yabancı devlet ve istihbarat örgütlerinin çıkarları doğrultusunda faaliyet sürdüren piyonlar olduğu savunuldu. İsrail zulmüne ve işgalciliğine karşı bir halkın kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin temsilcileri olarak anılmadılar. Bilakis bu bilinçli bir gayretle es geçildi. Ortada zaten Filistin davası diye bir dava da yoktu. Dolayısıyla da bu örgütler ve yürüttükleri mücadele tamamen, Yahudi halkını yok etmek için İran’ın kurup finanse ettiği “vekalet güçler” idi. Siyonist İsrail Devleti’nin yürüte geldiği savaş tamamen nefsi müdafaa olup, tüm eleştirilerden muaftı. 7 Ekim 2023 sonrası yaşananlar da tamamen bu kapsam ve nitelikteydi. Çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden evleri başlarına yıkılarak katledilen elli bin Filistinli arasında sivil yoktu demek ki anmaya ve bu katliamı kınamaya değer görmediler bile. Yani hiç olmazsa biraz objektif davran da Hamas’ın sivil katliamlarını andığın yerde İsrail’i de elli bin sivil Filistinliyi ve bir o kadar Lübnanlıyı katlettiği için eleştir. Bu katliamlardan ötürü onu kına ve “doğru yapılmamıştır” de.

Ancak ne var ki bunun yerine zalim bir devletin yaptığı ve BM de bile insanlık suçu olarak mahkûm edilen tüm bu kötülükler, adeta bir fırça darbesiyle kapatılmaya çalışıldı. Bunun yerine eli kanlı Siyonistlere güzellemeler yapılıp, methiyeler dizildi. Ortadoğu’nun “güçlü lideri” olarak payelendirildi.

Öte yandan, emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu yeniden paylaşım ve dizayn ederken birinci derecen gözettikleri “İsrail Devleti’nin güvenliği” ve “liderliği” projesinde rol talep ettiler: “İsrail Kürtlerin ortaklığını kazanmadan bölgede gerçek bir liderlik rolü üslenemez.”

Bütün bu “anormal” tutum ve yaklaşımlar aslında bir çaresizliğin ve kendi halkına ve gücüne zerre kadar inancı olmayan, kurtuluşu başka güçlerden dilenen, onların himayesi olmadan hiçbir şanslarının olmadığına inanmış bir kafanın eseri… Zerre kadar öz güvenleri olmadığı için de karşıdaki “ittifak partneri” ile kendisini eşit muhatap olarak göremiyor. Görmediği için de mütemadiyen onu yüceltme ve pohpohlama ihtiyacı duyuyor. Böyle olsa gerek ki muhatabının ellerindeki o on binlerce masum insanın kanını “kına kırmızısı” olarak manipüle etmekte herhangi bir beis görmüyor.

Başka halkların acı ve kanları üzerinden kurulması istenen, bu en temel insani erdemlerden yoksun ittifak ilişkisi, görülmesi gerekiyor ki ilk başta Kürt tarafını tarih önünde mahcup bırakır ve manevi olarak da çökertir. Dolayısıyla da kimsenin kendi halkına böylesi bir kötülüğü yapma hakkını kendisinde görmemesi gerekir.

Ama maalesef ki kör milliyetçi duyguların esiri olmuş kafalar bütün bunları, kolayca; “sırtında yumurta küfesi taşımayan romantik solculuk” olarak yaftalayıp, “yüz yılda bir çıkan bu tarihi fırsatı solcuların boş etik söylevlerinin insafına terk etmeyeceğiz” diyerek burun kıvıracak ve bildiklerini okumaya devam edeceklerdir. Tabii onlar ve başkaları böyle diyor veya diyecekler diye bizler doğruları ve ilkelerimizi savunmaktan ve her fırsatta onları ileri sürmekten geri duracak değiliz.