Halil Gündoğan
30.12.2024
Faşist MHP lideri ve iktidarın oylumu küçük ve ama ters orantılı olarak etkisi büyük, küçük ortağı Devlet Bahçeli’nin devlet adına Ekim ayı başlarında kamuoyuna ifşa ettiği “yeni süreç”, öngörülen olağan seyrinden çok da sapmadan devam ederek; DEM Parti heyetinin Öcalan ile yaptığı ziyaretle, artık tamamen aleniyet kazanmış oldu.
Bu sürecin aslının
ve yapılmak istenenin ne olduğunu, keza baş aktörlerinin kimler olduğunu şu
başlıklar altında ki makalelerimde ifade etmiştim: “Devlet Öcalan İle Anlaştı
mı?”, “Kürt Sorununa ‘Misak-ı Milli’ Formülüyle Çözüm Arayışları”, “Uygulanan,
‘Ölümü Gösterip, Sıtmaya Razı Etme’ Taktiğidir!” ve “Kürtler Açısından
Olasılıklar ve Riskler” (https://halilgundogan.blogspot.com/
)
Sürecin temel
yönelimi ve esasına dair ileri sürdüğüm argümanları, şu ana değin boşa düşüren
herhangi bir gelişmenin yaşanmadığını rahatlıkla ifade edebilirim. Bilakis, DEM
Parti heyetinin Öcalan ile yaptıkları görüşme ardından, 29 Aralık 2024
tarihinde kamuoyuna yaptıkları yazılı açıklamadaki şu temel vurgular, bu argümanların
esasen isabetli olduğunu teyit etmiş oldu:
“- Türk-Kürt
kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm
halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır.”
“- Sayın
Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif
anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.”
“- Bütün bu
çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak (haklı olarak sormak gerekiyor.
Öcalan’ın burada hep birlikte uğruna çaba sarf etmemizi istediği ülke acaba
hangi ülkedir, kimlerin ülkesidir? Besbelli ki egemen ulus olan Türklerin
ülkesi olan Türkiye’dir. Sırf bu tutum bile, Öcalan’ın esasen egemen ulus
çıkarlarını önceleyen bir anlaşmayı kabul ettiğini göstermez mi acaba? Bn.) ve
aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz
olacaktır.” (https://www.demparti.org.tr/tr/basina-ve-kamuoyuna/20624/ )
Bu açıklama
öncelikle, Bahçeli’nin sadece MHP lideri olarak bu çıkışı kendi başına
yapmadığını ortaya koydu. Keza bu açıklama Bahçeli ile Erdoğan’ın, üzerinde
anlaşılan esaslı bir projede rol paylaşımı yaptıklarını ortaya koydu. Öte
yandan bu açıklama, “devlet aklının” Öcalan’a, Öcalan’ın kendi tabiriyle, “yeni
bir paradigma” ile gittiğini ve bunun esasları üzerinde anlaştıklarını ortaya
koydu. Yine bu açıklamayla, Öcalan’ın yine bizzat kendi ifşasıyla, bu “yeni
paradigmayı Bahçeli ve Erdoğan’ın da sahiplendiğini ortaya koydu. Ve bu açıklama, söz konusu bu “yeni
paradigmanın” esasının “Türk-Kürt İttifakını yeniden tesis ederek güçlü Türkiye
hedefine varmak” olduğunu da ortaya koydu.
Yani özetle bu
açıklama, söz konusu bu sürecin, devletin Öcalan ile vardığı anlaşmanın bir
sonucu olarak başlamış olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Devlet adına konuşan
Bahçeli’nin, bu anlaşmanın, özellikle de milliyetçi-şoven kesimlerin tepkisini
yumuşatma ve onları bu sürece destek verir duruma getirmek için rol
üstlendiğini ortaya koydu.
Bu açıklama bugün
de varılan bu anlaşmanın hem Kürt tarafının hazırlanması ve hem de genel olarak
siyasal ortamın motive edilerek gereken hukuki alt yapısal düzenlemelerin
ivedilikle yapılabilmesini kolaylaştırmak için peşrev sırasının Öcalan’da
olduğunu ortaya koydu.
Bu durumda temel
sorunun şu olması gerekmiyor mu: Öcalan’ın “pozitif anlamda gereken katkıyı”
sunacağının sözünü verdiği “yeni paradigmanın” ana eksenini oluşturan “Türk-
Kürt kardeşliği” acaba hangi zemin üzerinden öngörülüp, Öcalan buna ikna
edilmiş olabilir?
Devlet’in durup
dururken, yani öylesine, sırf şenlik olsun diye, acil bir gereksinim olarak
“Türk- Kürt İttifakı”nı ileri sürmeyeceği bir durumda; geriye sadece Ortadoğu
Bölgesindeki gelişmelerin böylesi bir hamleyi yapmaya zorladığı olasılığı kalır
ki nitekim yaşanan olgular da bunu artık tartışılır olmaktan çıkardı.
Peki bu durumda
Öcalan hangi argümanlarla ikna edilmiş olabilir? Elbette ki bizzat Öcalan’ın
“Demokratik Cumhuriyetle Birlik Projesi” kapsamında ileri sürdüğü “Misak-ı Milli”
zemininde formüle ettiği “çözüm projesi” ile. (Ve tabii mümkündür ki onu
bugünün koşullarına uyarlı olarak, biraz daha rasyonalize etmiş de
olabilirler.)
Bunun böyle
olduğunun en güçlü göstergelerini elbette ki en başta Erdoğan’ın aralara
serpiştirerek işlediği ve en yalın halini “Türkiye Türkiye’den büyüktür”
argümanında ve hem de zaten öteden beridir işleye geldikleri “Misak-ı Milli”
sevdalarında görmek zor olmasa gerek.
Bölgesel
gelişmeler, Türk Devlet aklına bu projeyi acilen güncelleştirme fırsatı olarak
yansımıştır. Öcalan’ı da kendi projesi üzerinden ikna edince; bu, ortak proje
olarak uygulamaya sokulmuş oldu. Nitekim yapılan açıklama da bunun böyle
olduğuna işaret ediyor.
Zaten başka
türlü, “Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk
olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet
kazanmıştır.” Şeklindeki bu ortak söylem üzerinden Kürt sorununa “makul bir
çözüm” formüle etmeleri de imkânsız gibi bir şey olur.
Türk Devleti’nin
bunu bir “galibiyet” öyküsü olarak sunabilmesinin temel argümanı da “Öcalan’ın
PKK’yi silahsızlandırma çağrısı yapması” olacaktır.
Öcalan bu çağrıyı
ilk kez yapmış olmayacak aslında. Hatırlanacağı üzere ta İmralı Savunması
sürecinde, mücadele tarzında temel stratejik değişiklik yaparak; silahlı
mücadele döneminin kapanmış olduğuna hükmetmişti. PKK de bunu, “21. Yüzyıl
Manifestosu” adı altında benimseyip, deklare etmişti. Keza bu anlayıştan
hareketle PKK’ye silahsızlanma çağrısı yapmış ve gerilla güçlerini Kandile çekme
talimatı vermişti. Devletin yasal düzenlemeler yapması halinde de bu güçler
tamamen tavsiye edilerek, sisteme entegre edilecekti vs. vs. Ancak kanla beslenen tüm ceberut devletler
gibi Türk Devlet’i de farklı hesap-kitaplarla, bu topu taca atmayı tercih
etmişti. Tarihin cilvesine bakın ki dün tekmeleyerek taca attıkları bu topu,
bugün tekrar oyuna sokması için Öcalan’a yalvar yakar duruma düştüler. Boşuna söylenmemiş
demek ki “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” diye.
Ve bu açıklama
bir şeyi daha gösteriyor: PKK ve devrimci sol-sosyalist güçlerin ve keza halkın
önemlice bir çoğunluğunun “baş düşman” ilan edip, bir an önce iktidardan
alaşağı etmeyi hedeflediği dinci faşist Erdoğan iktidarı, Öcalan ile kurduğu bu
yeni ittifakla, karşıtı cepheyi bir şekilde, içten parçalamayı başarmış oluyor.
Yani Öcalan bununla, Erdoğan iktidarına yeni bir “hayat öpücüğü” armağan etmiş
olacak.
Öcalan’ın; “aynı
zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz” olacağı
şeklindeki bu varsayımı ise, tamamen gerçek dışı, boş bir beklenti ve ötesinde
başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halkını aldatmaya dönük, demagojik bir
söylemdir. Çünkü Erdoğan’ın hem 20 küsur yıllık icraatları, hem varmak ve
yaratmak istediği “ılımlı şeriat sistemi” ve hem de kendisi gibi suni İslamcı
şeriat özlemcisi güruhun Suriye’de iktidarı ele geçirmesinden duyduğu şehveti
sevinci ve coşkusu bunu yeterince açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Dolayısıyla da buna hiçbir şekilde “pozitif katkı” sunulamaz.