Rusya’ya Suriye’de İngiltere Operasyonu

 


Halil Gündoğan

4.12.2024

Suriye’deki son operasyon neyin ve kimin operasyonu?

Oldukça uzun bir süredir Suriye Rejimine karşı atıl durumda bekleyen “Rejim Muhalifi Güçler” olarak tanımlanan ve esasen, başta CİA, MOSSAD, MI6 ve MİT tarafından organize ve finanse edilen, ağırlıklı bölümünü cihatçıların oluşturduğu paramiliter-milis güçler,  iç güç dengelerinde kayda değer ölçekte büyük değişikliklerin de yaşanmadığı bir süreçte (elbette Hizbullah’a bağlı güçlerinin önemlice bir bölümünün Lübnan’a çekilmesi ve Rusya’nın eskisi kadar aktif olamaması gibi etmenler, saldırganlar açısından kısmen avantajlı bir ortam oluşturuyor olsa da) adeta “sürpriz” bir şekilde, 27 Kasım 2024 tarihinde güçlü bir atak ile karşı saldırıya geçtiler.

 

Bunu, kelimenin yalın haliyle, gerçekten de zamanlaması manidar bir “operasyon” olarak nitelemek kesinlikle isabetli olacaktır. Bazıları bu zamanlamayı İsrail ile Lübnan arasında imzalanan ateşkesin hemen ardından başlatılmış olması ve Netanyahu’nun Esad’a yönelik; “ayağını denk al” yollu tehdidi sebebiyle, bunun aslında esasen bir İsrail operasyonu olarak yorumlamakta. Kimileri, gerek operasyonun başını çeken HTŞ ile olan bağlantıları ve gerekse doğrudan kendisine bağlı SMO’nun da bu operasyonda doğrudan yer alıyor olmasından ve gerekse bu güçlerin tamamının TSK’nın kontrolü altında bulunan bölgelerde hazırlanıp harekete geçmiş olmasından hareketle, bu operasyonun arkasında doğrudan Türkiye’nin bulunduğuna yorumlamakta. Kimileri ise bunun, BOP kapsamında, rutin bir CİA-MOSSAD-MI6 operasyonu olarak yorumlamakta.

 

Yani ortaklaşan genel kanı, bu operasyonun doğrudan söz konusu “Rejim Muhalifi Güçlerin” kendi inisiyatifleriyle başlattıkları bir operasyon olmadığıdır. Bu, doğru bir çıkarsamadır.

 

Bu operasyon doğruda ABD ve İsrail Devleti’nin operasyonu mudur?

Fakat gerek CİA-Pentagon ve gerekse MOSAT- İsrail ikilisinin böyle bir bu operasyonu başlatmaları ancak ki BOP stratejisinin bir ön hamlesi olması halinde bir anlam ve mantığı olabilir. Gelinen aşama itibariyle BOP stratejisinin doğrudan yönelimi ancak ki İran veya İran eksenli olabilirdi. Mevcut koşullarda, Suriye Rejiminin İran’a kalkan veya bir ön mevzi, keza İsrail için doğrudan güçlü bir tehdit odağı olmadığı bir durumda, Suriye Rejiminin devrilmesi bunlar için neden öncelikli, acil bir hedef olsun ki? Bunun bir mantığı da yok gibi… Dikkat edilirse İsrail bile, doğrudan kendisinin Suriye’ye düzenlediği son aylarda ki operasyonlarda Rejim güçlerini değil; sadece İran güçlerini hedef alıyordu.

 

Dolayısıyla da doğrudan İran bağlantılı olmayan böylesi bir operasyonun, verili süreçte bu ikilinin direktifiyle yapılıyor olduğunun kabul edilebilir bir gerekçesi yok görünüyor.

 

Bu operasyon doğrudan Türk Devleti’nin operasyonu mudur?

Bu operasyonun arkasında Türk Devleti’nin olması, Yeni Osmanlıcı ve Misak-ı Milli sevdalısı zihniyet açısından, pekâlâ olası aslında. Oluşan “otorite boşluğunu”, “fırsatı ganimete çevirme” hesabıyla değerlendirmek ister elbet. Hatta bunun için bin takla bile atabilir. Ancak “kurtlar sofrası” olan bu sahada bu pek öyle kolay olmasa gerek… Lokal bir hamle olsa, geçmişte yapıldığı gibi, belki karşılıklı bazı “al-ver” hesapları ile göz yumulabilir. Fakat Suriye’nin tamamını kapsayan böylesi bir operasyona Türkiye’nin tek başına cüret etmesi, boyunu aşan bir macera olur ki bunu da asla göze alacak durumda değil. Hele ki Rusya’yı cepheden karşısına almayı gerektiren böylesi bir çılgınlığa kalkışması, konjonktürel olarak pek akıl kârı olarak görülemez.

 

O halde bu operasyon neyin operasyonu?

Şu artık net olarak anlaşılmıştır ki bu operasyon, doğrudan BOP kapsamında ön görülen bir askeri hamle değil; tamamen Ukrayna’daki büyük kapışmanın yeni cephesi olarak tezgahlanmış bir operasyondur. Yani Rusya’nın Akdeniz’den de kuşatılmasını içeren bir hamledir bu.  

 

Bilindiği gibi Suriye hem Rusya’nın Ortadoğu’daki önemli stratejik üslerindendir ve ama daha da önemlisi hem de Akdeniz’e açılan kapısıdır. Dolayısıyla da bu operasyonu, Rusya’nın Ukrayna sahasında başta İngiltere olmak üzere NATO’ya çektiği “restin”, esaslı bir karşı hamlesi olarak değerlendirmek gerekiyor ki olguların işaret ettiği realite de budur.

 

Bu operasyon esasta, emperyalist İngiltere Devleti’nin baş rolde olduğu bir operasyondur  

“Rusya-Ukrayna savaşı” olarak lanse edilen savaş aslında her ne kadar da Rusya-NATO savaşı olsa da ama bunun yanı sıra, ta en başından itibaren bir o kadar da Rusya-İngiltere savaşı özel boyutu taşıdığı da bir gerçektir... Hatırlanacağı gibi savaşı sonlandırmak için İstanbul’da varılan anlaşmayı son anda engelleyenin İngiltere olduğu, daha sonra basına yansıyan itiraflarla sabittir. Keza yeni ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Ukrayna savaşını bitireceğine dair vaatleri üzerine İngiltere’nin buna itiraz ettiği ve alternatif yol arayışlarına girdiği ve Fransa ile ortak bir ordu kurmayı tasarladıkları ve Trump’a rağmen bu savaşın Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlanması için ne gerekiyorsa onun yapılacağını açık beyanlarla kamuoyuna duyurdukları da bir gerçektir. Dolayısıyla da Rusya’ya açılan NATO savaşının gelinen aşamadaki fiili liderliğinin doğrudan İngiltere tarafından ele geçirildiği rahatlıkla söylenebilir.

 

Trump’ın, Rusya’nın kesin yenilgiye uğratılmasını ön gören NATO stratejisini akamete uğratacak olması sebebiyle, başta İngiltere olmak üzere diğer Batı Avrupalı emperyalist devletlerinin; “Rusya Ukrayna’yla yetinmez, Avrupa’ya saldırır” manipülasyonu ardında sıraya girerek, Macron’un dillendirdiği; “Rusya saldırmadan biz saldıralım” motivasyonu ile gard almaya çalıştıkları da bir giz değil.

 

Uzun menzilli NATO füzelerinin Rusya’ya karşı kullanılması kararının ardında ki etkili baskın güç de kamuoyuna yansıdığı kadarıyla yine doğrudan İngiltere’dir. Bilinen bir olgudur ki zaten öteden beri ABD’nin “devlet aklının” şekillenmesinde İngiltere etkin bir rol sahibidir.

 

İngiltere ile Rusya arasında ki düşmanlığın köklü bir tarihi geçmişi de göz önünde bulundurulursa; neden çıkan (ve aslında bilinçli bir provokasyon ile çıkması sağlanan) bu savaş ortamından yararlanarak, özel bir gayretkeşlikle, büyük ve ezeli rakibi olmaya devam eden Rusya’yı yenilgiye uğratmaya kilitlendiği de daha rahat anlaşılabilir.

 

İşte tüm bu arka plan nedenler göz önünde bulundurulursa; Rusya’nın son saldırılar ardından doğrudan İngiltere’yi açık hedef gösterip, kıtalar arası füzelerle tehdit etmesinin hemen sonrasında Suriye’deki bu operasyonun başlatılmış olmasının mantığı daha bir yerli yerine oturacaktır.

 

Bu operasyonda Türkiye gerçek anlamda bir taşeron güç olarak konumlandırılmıştır

Bir süreden beridir Rusya ve ABD’ye karşı İngiltere’nin Türkiye’nin hamiliğine soyunduğu ve Türkiye’nin de bu “koruyucu meleğine”, denize düşenin yılana sarılması misalinde olduğu gibi sarıldığı, herkesin malumu olsa gerek.

 

Her şeyin bir karşılığı vardır: Hamilik karşılığında, daha dün el uzatmak istediği Esad’ı devirmeyi amaçlayan ve Suriye’yi Rusya’nın elinden alarak, Rusya’yı Akdeniz’e açılan kapısından mahrum bırakma operasyonunda aktif olarak yer alma görevi verilmiştir. Bu görev karşılığında, sahadaki olgulardan öyle anlaşılıyor ki belli ölçülerde kendi alt emperyal amaçlarına uygun davranma serbestisi de tanınmış: Hem alt taşeronlarla oluşturulacak “yeni Suriye”, en azından bir süreliğine Türkiye’nin hamiliğine emanet edilecek ve hem de Türkiye doğrudan işgal-ilhak yoluyla, Misak-ı Milli sınırları içinde saydıkları yerleri kendi sınırlarına katma avantajına kavuşacak.

 

Türk Devleti açısından bu genişleme operasyonu aynı zamanda Kürtler karşısında ikili bir opsiyonla davranma imkânı sunuyor: Ya gönüllü olarak Misak-ı Milli’ye dahil olursunuz ya da topraklarınızı işgal ve ilhak ederek, bunu zor yoluyla yaparım.

 

Verili süreçte Türk Devleti’nin bu oldu-bitti korsanlığına, başta ABD olmak üzere, batılı emperyalist güçlerin de özel olarak İsrail’in de ciddi bir itirazı olmayacaktır. Çünkü nihayetinde stratejik çıkarlarına ters bir durum oluşturmuyor olacaktır Türk Devleti’nin bu tutumu.

 

Gelişmelerin seyrinin hangi yönde olacağını esasta Rusya, İran ve Suriye Devleti’nin geliştireceği direniş belirleyecektir. Toparlanmayı başarıp, ezebilirlerse söz konusu karşı saldırıyı, bir mola verme durumu oluşabilir belki. Yani mevcut statüko bir süreliğine daha varlığını sürdürme fırsatına kavuşabilecektir.

 

Sonuç olarak:

Emperyalist emel ve hesaplar ile geliştirilen ve halktan milyonlarca insanların kanı ve canına mal olan, katbekat fazlasını da yerinden yurdundan edip sersefil bırakan her türden operasyon ve askeri harekât kapsamındaki tüm bu saldırganlıklara karşı tavır almak gerekiyor. Bu özgülde oynadığı rol itibariyle özellikle de Türk Devleti’ne amasız fakatsız tavır takınmak gerekiyor. Özel olarak Kürt kazanımlarına karşı giriştiği saldırganlıklar kitlesel gösteriler ve basın açıklamalarıyla şiddetle kınanmalı ve bu operasyonlara derhal son vermesi istenmelidir.