EVRENSEL BİR HAK OLARAK SELF DETERMİNASYON KÜRTLERİN DE EN DOĞAL HAKKIDIR.

Halil Gündoğan

12.11.2024

 

Self determinasyon, çok özet olarak; “alışılmış anlamda ulusların kendi geleceklerini belirlemesi kavramıdır. Genel olarak, milletlerin kendi siyasal durumlarını, ekonomik, sosyal ve kültürel manada izleyecekleri yolu kendi istençleriyle belirlemeleri şeklinde tarif edilir. Buna göre; kendi geleceğini belirleme hakkı yalnızca ulusun kendisine aittir; kimse ulusun hayatına zorla müdahale etme, okullarını ve diğer kurumlarını yok etme, gelenek ve göreneklerine saldırma, dilini baskı altına alma ve özgürlüklerini kısıtlama hakkına sahip değildir.”(tr.m.wikipedia.org)  

 

“Kürt sorunu” olarak addedilen sorunu var eden temel neden, işte bu evrensel haklarını kullanmalarının zorla engellenmesidir. Türk halkı ve aydınları tarafından öncelikle görülüp kabul edilmesi gereken; meselenin bu özüdür!

 

Günümüz “Kürt sorunu”; Kürdistan topraklarının, Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında 1639 yılında gerçekleştirilen Kasrı Şirin Antlaşması’yla iki parçaya bölünmesiyle başlar aslında. Bugün “Batı Kürdistan” olarak anılan topraklar Safevi İmparatorluğunca ilhak edilirken; “Doğu, Güney ve Kuzey Kürdistan” olarak anılan kısmı ise Osmanlı İmparatorluğunca ilhak edilir. Ardından, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1.Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle imzalanan Sevr Antlaşmasıyla, bir Kürt devleti kurulma olasılığı da gündeme gelir. Ancak, savaşın galibi emperyalist güçler ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasında imzalanan Lozan Antlaşması ile bu olasılık tümden ortadan kalkar. Lozan Antlaşması’yla, Osmanlı sınırları içinde kalan Kürdistan toprakları, yeni oluşan Türkiye, Irak ve Suriye Devletleri arasında pay edilir. Böylece tarihi Kürdistan toprakları bu dört devlet tarafından ilhak edilmiş olur.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunu mümkün kılan anti işgalci “Kurtuluş Savaşı”, başta Kürtler olmak üzere Trakya, Anadolu ve Mezopotamya’nın diğer halklarının ortak iradesinin eseridir bir bakıma. Nitekim tarihi belgelerle sabittir Kurtuluş Savaşı’na önderlik yapan Kemalist kadronun diğer milletlerden halkları hangi vaatlerle iş birliği yapmaya ikna ettiği. Ancak ne var ki Osmanlının hileleri ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ırkçı-milliyetçi tedrisatından geçmiş M. Kemal, düze çıkar çıkmaz, sırasıyla önce TKP’nin önderlik kadrolarını katlettirir. Ardından Çerkez Ethem ve silahlı güçlerini saf dışı eder. Ardından Rumları ve diğer azınlıkları göçe zorlar. Kürtler ise; kendilerine verilen özerklik sözlerinin yerine getirilmemesi üzerine; onlarca zincirleme isyan ve itirazla, bir millet olarak kendi kaderlerini tayin etme haklarını talep ederler.

 

Ancak ne var ki kendi ulusal varlığını günün modası olan “ulus devlet”/ ”üniter devlet” üzerinden kurgulayan Kemalist iktidar, Kürtlerin bu son derece haklı taleplerini her seferinde artan oranlarda şiddet yöntemleriyle bastırmayı tercih eder. Kürtleri sürecek bir yer de olmadığından; onları koyu bir asimilasyonla Türkleştirme stratejisine girişir: Dili, örf ve adetleri, gelenekleri, tarihleri ve köy ve kent isimleri dahi yok sayılarak; ayrı bir millet olmayıp, Türk oldukları propaganda edilir.

 

Fakat onca gaddarlıklarla uygulanan bu kanlı politika Kürtleri asimile etmeye yetmedi. Her seferinde küllerinden yeniden doğarcasına, bir yerlerden baş kaldırmaya ve haklarının istemcisi olmaya devam ettiler. Çözümünü bulamamış toplumsal sorunlar öyle kolayca zaman aşımına uğrayıp, “tarihi adaletsizlik” örtüsü altına gizlenemezler. Buldukları her fırsatta ayağa kalkıp, çözüm talep ederler. Kürtlerin bir ulus olarak kendi kaderlerini belirleme hakkı sorunu da çözümünü bulamamış tarihi bir toplumsal sorun olarak ısrarla kendini dayatması da bu neviden bir durumdur.

 

Dolayısıyla da herkesin ve ama özellikle de Türk halkının, aydın ve demokratlarının, vatan sever ve “makul” milliyetçilerinin şunu artık önemle görmesi gerekiyor: “Kürt sorunu” olarak addedilen sorunun temelinde yatan temel neden; Kürdistan topraklarının bu dört devlet tarafından ilhak edilmesidir. Bir millet olmaktan kaynaklı en doğal evrensel hakları olan kendi kaderlerini kendilerinin belirleme haklarının devlet zoruyla gasp edilmesidir. Güney Kürdistan’ın kanla kazandığı federasyon statüsü dışında, diğer parçalarda hâlâ hiçbir ulusal hakka sahip olamamalarıdır. Dilleri başta olmak üzere her türlü ulusal hakları yok sayılarak, soykırımsal boyut arz eden bir asimilasyona tabi tutulmasıdır. Ulusal hak talepli ortaya çıkan, çıkmaya çalışan her siyasal öznesinin, terörizm kapsamına sokularak, ezilip yok edilmesi tutumudur.

 

Bu sorunun, öncesi bir yana, 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin şiddet ve zora dayalı asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini anlayıp kabul etmek için daha kaç 100 yıl bu iki kardeş halkın birbirinin kanını akıtması gerekiyor acaba?

 

Besbelli ki devlet erkânının egemen kanadı bu sorunun demokratik yollarla çözümünü istemiyor. Çünkü onların derdi farklı uluslardan, farklı din ve mezheplerden halkların barış içinde kardeşçe bir arada yaşamalarını sağlamak değil. Onların tek derdi ırkçı, milliyetçi ve dini hamasetlerle halkı birbirine kırdırarak, soygun ve sömürü üzerinden kurdukları kanlı saltanatlarını sürdürmektir.

 

Hâl böyle olunca da Türk halkı ve aydınlarının, ilerici demokrat ve yurt severlerinin ve keza “din kardeşliği” sevdası güdenlerinin; Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünü talep etmek ve devleti buna zorlamak gibi tarihi bir görevleri var. Bu sorunun demokratik yollarla çözümünü bulması, evrensel bir hak olan self determinasyon hakkının, bir ulus olarak Kürtlerin de en tabii hakkı olduğunu kabul edip, devleti bu hakkı tanımaya zorlamaktır.

 

Asla imkânsız değil; halk isterse, olur! Yeter ki halkı bu bilinçle eğitip, harekete geçirme irade ve becerisi ortaya konabilsin toplumun ilerici-demokrat ve sol-sosyalist güçlerince. Bu bilinçlendirme çalışması yapılmadan halkların beynini ve vicdanını ipotek altına almış olan şovenizm illetini alt etmek asla mümkün olmayacaktır.