PKK yönetici kadrolarının öne çıkardıkları iki talep

 


Halil Gündoğan

14.11.2025

 

PKK’nin ulusal hak talebi yerine ikame ettiği iki absürt talep

Öcalan’ın devlet ile vardığı “ayrıcalıklı kardeşlik” anlaşmasıyla başlayan yeni süreçte, Kürtlerin asgari ulusal haklarını, “önderliğin” talimatına uyarak es geçen PKK önder kadrolarının öncelikli olarak öne çıkardıkları “çok önemli” (!) iki talepleri var. Bunlardan ilki ve en katı şekilde “olmazsa olmaz” addettikleri, “Önderliğin fiziki özgürlüğü”, diğeri ise; PKK önder kadrolarının “demokratik siyasete katılmalarının sağlanması”

 

PKK’nin değişen varlık gerekçesi

Kan-can bedelli oldukça ağır olan, yarım asırlık bir ulusal özgürlük hareketinin kurmay örgütünün, Kürt sorunun çözümüne ilişkin devletle müzakere edilecek başka bir şey kalmamışçasına bu iki talebi ve ama özellikle de Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve “rahat çalışma koşullarına kavuşturulması” talebini ısrarla öne çıkarıyor olması, ilginç olduğu kadar, düşündürücüdür de. Künyesini Kürt ulusal özgürlük hareketi olarak tanımlaya gelen bir hareketin, kendi normal varlık gerekçesini unutup, bir halkın iradesini ve geleceğini hiçe sayarak, kendisini Öcalan özgürlük hareketine dönüştürmüş olması, siyasal olarak da sosyolojik olarak da anormal bir durum olsa gerek.

 

Tipik bir hipnoz hali

Birçok önder kadro ve keza Demirtaş’ın da bir şekilde ikna olduğu (veya edildikleri) bir durum var. O da mealen şu: “PKK, önderliğin liderliğinde yürüttüğü silahlı direnişle, adı anılmayan, yok sayılan ve zaten de yok olmak üzere olan bir ulusa, tarihin en büyük kazanımı olan yeniden diriliş zaferini hediye etmiştir. Bu bilinç ve şuura erişmiş bir halkı artık hiçbir güç zafere yürümekten alıkoyamayacağından; yolumuza demokratik siyaset ve demokratik uzlaşı mücadele tarzıyla devam edeceğiz ve ulusal kurtuluş mücadelemizi bu yolla tamamına erdireceğiz.”

 

Strateji değişikliği: Yadsımanın yadsınması

PKK’nin Kürt ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesinde izlediği silahlı mücadele stratejini barışçıl mücadele stratejisiyle değiştirmesi, elbette nihayetinde kendi tercihleri olacağından; yanlışlığı doğruluğu tartışılmakla birlikte, saygıyla karşılamak dışında yapılabilecek pek bir şey olmayacaktır. Burada sorunun kritik yönü, bir bakıma, benimsendiği söylenen barışçıl mücadelenin hangi mücadele stratejisiyle ele alınacağı sorunudur aslında. Kavram olarak tercih edilen “demokratik siyaset” yöntemi ile barışçıl mücadele yöntemi arasında esasa ilişkin bir ayrım yok. Fakat Öcalan’ın baskın vurgularla öne çıkardığı “kardeşlik hukuku” temelinde “demokratik uzlaşı” kriteri, barışçıl mücadelenin devrimci tarzda sürdürülmesi alternatifini kendiliğinden devre dışı bırakan ve dolayısıyla da Türk egemen ulus devletinin ayrıcalıklarının korunmasını taahhüt eden, daha ince yöntemlerle onun yeniden üretilmesi amacı güden bir yaklaşımın vücut bulmuş hali olur.

 

Fakat aslında bu “demokratik uzlaşı” prensibine dayalı “demokratik siyaset” tarzını da esasen boş bir söylem derekesine düşüren bir başka “manifestosal çözüm” olarak, “demokratik entegrasyon” formülü var. Yani Kürtleri Türk ulus devletine entegre ederek, Kürt ulusal varlık ve benliğini yeni Türk ulusunun bir dolgu bileşeni yapmak suretiyle, sona erdirmek!.. Böylece, tek bir etnik temele dayalı ulus devlet yerine, farklı ulusların birbirinin içine girerek, ama esasında da küçük parçanın büyüğe eklemlendiği, asimilasyon yoluyla onun bir bileşeni haline gelerek sentezlendiği yeni bir “birleşik ulus” olarak “Türkiye ulusu” hedefine ulaşmak!.. Bu, tekrar tekrar altını çizerek ifade etmek gerekiyor ki günümüz İdris-i Bitlisi’si olan Öcalan’ın zaten kendisine kutsal misyonsal görev olarak edinmiş olduğu en büyük rüyalarındandır da.

 

Öcalan üzerinden kurgulanan “kurt kapanı” tuzağı

Dolayısıyla da Öcalan’ın Kürtler adına tek karar verici otorite konumu aşılmadıkça, hem Kürt Siyasal Hareketinin, demokratik siyaset esasına dayalı devrimci bir mücadele tarzı benimsemesi mümkün olamayacaktır ve hem de yarım kalmış Kürt ulusal kurtuluşunu tamamına erdirmesi, en azından K. Kürdistan özgülünde, pek mümkün olmayacaktır. Yani özetle Türk devlet aklının Öcalan üzerinden kurduğu “kurt kapanı” savaş taktiği boşa çıkarılmadıkça, Kürt Siyasal Hareketinin Kürt ulusal kurtuluşu adına yürütmeyi kurguladığı herhangi bir devrimci mücadeleciliği mümkün olamayacaktır. Çünkü her şeyden önce Öcalan bu tarz bir yönelim ve iradeyi kararlılıkla veto edecektir.

 

Celladına boynunu uzatma aymazlığı

Sorunun bir boyutu buyken; bir diğer boyutu da PKK yönetici kadrolarının öne çıkmış belli başlılarının “demokratik siyaset” ortamına katılarak, siyasal mücadelelerini artık bu legal-yasal demokratik ortamda sürdürme istemleridir. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu, siyaseten hem tam bir ham hayaldir ve hem de kendi rızasıyla celladına boynunu uzatma aymazlığıdır. Çünkü yasal düzenlemelerle bu talebin hukuki zemini oluşturulsa bile; hem mayasında kanlı intikamcılık olan bu devletin kirli-karanlık derin güçlerinin ve hem de on yıllardır azgın bir ölçüsüzlükle tırmandırılan ırkçı-milliyetçi faşist “vatanperver” çetelerin boy hedefi olacakları kesindir. Ve bu akıbetten onları hiç kimse koruyamayacaktır. Ve her katliamda Öcalan’ın da artık dahil olacağı “devlet büyükleri” Kürtlere itidal çağrısında bulunacaklardır: “Barış ve kardeşliğimizin kendini bilmez çapulcu bozguncularına pabuç bırakmayalım. Yaşasın bin yıllık kardeşliğimiz” diyerek, hiçbir şey olmamışçasına yola devam edilmesini isteyeceklerdir.

 

“Miadını doldurmuş kadrolar” muamelesi

Umalım ki PKK’nin söz konusu önder kadroları bu talebi sadece propaganda amaçlı dile getiriyorlardır. Fakat yine de bu devleti ve zihniyetini çok iyi bilenler olarak bu değerli kadroları ısrarla uyarmak gerekiyor. Devlet, kullanma miadı dolana kadar Öcalan’ı gözünün bebeği gibi korur ve ama Öcalan bu kadroların hiçbirinin can güvenliklerinin teminatı olamayacağı gibi, olmayacaktır da. PKK gibi onlar da zaten miadını doldurmuş kadrolardır onun nazarında. Meselenin Öcalan’ın zihniyetinde bu kadar da basit olduğunu ayrıca da tanıtlamaya gerek var mı acaba?