Halil Gündoğan
24.10.2025
“Resmi dil”, “anadilde
eğitim” ve “anadil eğitimi”
Bu sorun, özellikle de çok uluslu devletlerin öteden beri yaşaya geldiği başlıca sorunlardan biridir. Ve ama bu sorun özellikle de kendi hükümranlığını diğer ulusal toplulukların inkârı üzerinden inşa etmek isteyen üniter ulus devlet modellerinde çok daha keskin bir hal alır. Çünkü ırkçı-faşizan bir hâkim ulus şovenizmiyle, diğer ulusal toplulukların başta dilleri olmak üzere tüm temel ulusal değerlerini baskılayıp yok sayarak, zora dayalı bir asimilasyon stratejisi marifetiyle, kendine eklemlemeye çalışır. Tabii bu hem çok ağır temel insan hakları ihlali ve hem de kaçınılmaz olarak ulusal çekişme ve çatışmaların yaşanması sonucunu doğurur. Yani bu anlamda tek millet, tek dil ve katı merkeziyetçi yönetim desturuyla şekillendirilen üniter devlet, aslında hiç de istenen o iç barış, huzur ve istikrarın sağlayanı ve teminatı olamıyor. Yırtınsa da olamayacağının en yakın somut örneğini TC. Devletinin yüzyıllık pratiği zaten fazlasıyla kanıtlamıyor mu?
Ama böyleyken kafasını kuma gömüp, hamaset söylemleri ve maksatlı
çarpıtmalarla hâlâ gerçekleri ters yüz etme gayretindeler. Örneğin; “Batılı
ülkelerde anadilde eğitim hakkı ve Türkiye” başlıklı makalenin yazarı bir
gazeteci, adeta tüm egemen ulus şovenist cenahının ortak tutumlarına tercüman
olmak istercesine, aynen şunları söyleyebiliyor:
“Terör örgütü PKK’nin (…), her 10-15 yılda bir kamuoyunun gündemine adına Kürt sorunu denilen konu getirilir.”
“Söz konusu mesele kapsamında, resmi dil
ve anadilde eğitim konuları da
tartışmaya açılır.” “Ama bu tartışmayı yapanlar, sorunu sadece Türkiye özelinde
ele alarak, diğer ülkelerde resmi dil ve eğitim dili konularında durum nedir diye
pek merak etmezler” (*) diyerek İtalya, Fransa, Polonya, Almanya, Romanya,
Macaristan, Brezilya, Slovakya, Meksika, İsveç, Norveç, Yunanistan, Avusturya,
Hollanda, Ukrayna, Arjantin, Bulgaristan, Danimarka, Hindistan ve Filipinler’i
emsal göstererek, bunların her birinde eğitimin o ülkenin resmi dilince
yapıldığını ileri sürerek; kendince, “aslında normali bu” kabulüyle, sorunu
sorun olmaktan çıkarılabileceğini empoze etmeye çalışıyor:
“Özellikle Türkiye’ye anadilde eğitim konusunda baskı yapan Almanya, Fransa
ve İsveç’teki resmi dil ve eğitim dili uygulamasına bakıldığında, kendilerinde
olmayanı bizden istemelerinin nasıl bir çifte standart oluşturduğunu
görebiliriz.”
“Sıklıkla birbirine karıştırılan ‘anadilde eğitim’ ile ‘anadil eğitimi’
kavramlarını değerlendirerek bitirelim. Türkiye’de anadilde eğitimde ısrar
edenler, bu talebin üniter devlet yapısına nasıl bir zarar vereceğini mutlaka
biliyorlardır. Türkiye’nin üniter devlet yapısının korunması için ‘anadil
eğitimi’ en iyi seçenektir ve bu zenginleştirilebilir.” (*)
Bu konunun şu son günlerde tekrardan daha bir heyecan ve hararetle
tartışılmasına ise DEM Partiden Tuncer Bakırhan'ın (Öcalan’ın “talepsiz
entegrasyon” tutumunun üzerinden atlarcasına) Kürtlerin talepleri arasında
anadilde eğitim hakkı maddesinin de olmasıydı. Bahçeli bu taleplere;
“maksimalist talepler ileri sürerek süreci zehirleme” uyarısıyla ayar çekerek
karşı çıkarken; Mansur Yavaş’ından tutun da diğer pek çok ırkçı-faşist ve şoven
Kemalist Ulusalcılar hep bir ağızdan veryansın ederek, adeta “ateş püskürdü.”
Şizofrenik bölünme
korkusu
İtirazın temelinde ise, yukarıdaki alıntıda da altı çizildiği üzere;
“Birden çok resmi dil ve anadilde eğitim talebi, üniter devlet yapısının
temeline dinamit koyma talebiyle eşdeğerdir” şeklindeki şizofrenik hâkim ulus
şovenizmi yatmaktadır.
Bu hastalıklı yaklaşım elbette ki sorunu, bin yıldır kardeş olduğunu
söylediği bir halkla kardeşliğini, kendisine neyi hak görüyorsa aynını
kardeşine de hak görme, yani bir başka ifadeyle eşit kardeşlik hakları
üzerinden ele almak yerine; kendisinin sahip olduğu haklara kardeşinin de sahip
olması halinde, “kutsal” olduğunu varsaydığı devletinin bölünüp parçalanacağı
uydurmasyon korku masalıyla ele almayı tercih ediyor. Oysa samimi ve adil
kardeşlik duyguları taşınıyor olsa, burada öncelikle gözetilmesi gerekenin,
devletin akıbetinden önce, kardeşini de kendisinin sahip olduğu temel ulusal
haklarına kavuşmasını sağlamak olurdu. Kardeş ulus şayet kendi bağımsız devletini
kurmayı değil de gönüllü birliktelik esası üzerinden birlikte yaşamaktan yana
irade beyan ediyorsa, bu durumda da ya üniter ya federatif veya konfederatif vs.
şeklinde, uygun bir devlet modeliyle bu birliktelik pekâlâ oluşturulabilir. Bu, teorik olarak da pratik olarak da mümkün.
Nitekim örneğin, tarihte “uluslar hapishanesi” olarak bilinen Rusya
İmparatorluğunu deviren Bolşeviklerin ilk elden yaptıklarının başında,
İmparatorluğu oluşturan tüm ulusları, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme
ilkesi gereğince özgürleştirerek; toplamda 15 farklı cumhuriyetin gönüllü
birliğiyle, yeni bir merkezi devlet modeli inşa etmişlerdir. Yani burada önemli
olan bir yönetim aygıtı olarak devletin modeli değil, ulusların devredilemez
temel haklarının kardeşlik hukuku içinde eşitçe gözetilmesidir. Devlet
modelinin burada sadece bir teferruat olduğu, yaşanan pratik örneklerle
sabittir. Yani üniterliğin tek başına toprak bütünlüğünün sağlanmasının ve keza
iç barış ve istikrarın sağlanıp korunmasının teminatı olmadığı, yıkılıp tarihe
karışan veya iç savaş ve çatışmalarla boğuşan bir yığın örneğiyle sabittir. Ya da
federatif veya konfederatif devlet modellerinin toprak bütünlüğünün ve iç
istikrar ve barışın teminatı olamayacağı fikrinin ne kadar yanlış ve saçma
sapan bir fikir olduğunun da bir dünya kadar örneği bir çırpıda sayılıp
dökülebilir.
Çok uluslu toplumlar
ve üniter devlet modeli
Normalde, yapısal özelliği gereği üniter devlet, çok uluslu devletler için esasında
uygun bir model örneği değildir. Çünkü üniter devletin mayasını; “devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü temelinde, katı merkezi bir yönetim” esası
oluşturur. Dolayısıyla da bir ulusun, başka ulusları ve topraklarını bir
şekilde işgal ve ilhakla kendisine katarak oluşturduğu vatan, asla tek başına
onun vatanı olmaz. Keza o uluslar da öyle kolayca asimile olup tek bir millete
dönüşmeyeceklerine göre; siz, egemen ulus olma zorbalığıyla onları tek millet
yapamazsınız. Doğallığıyla, kendi topraklarını ve diğer ulusal haklarını talep
etmekten vazgeçmeyeceklerinden; dolayısıyla bu, sürekli bir çatışma ve ayrışma
potansiyelini bağrında taşıyor olacaktır. Bu yüzden de dikkat edilirse iç ulusal
sorun yaşamayan ve bu anlamda da iç istikrar ve barışa sahip üniter devletlerin
ezici çoğunluğu tek uluslu devletlerdir. (Azınlık milliyetler, kültürel
haklarının sağlanması halinde toprak ve daha başka ulusal haklar talep
etmeyeceklerinden; bu tür devletlerde bunlar bir huzursuzluk kaynağı olmuyor.) Çok
uluslu olup da üniter devlet modelini seçenler ise; Türkiye ve daha birçok
örneğinde görüldüğü üzere, ulusal çelişkilerden kaynaklı olarak sürekli bir
şekilde iç çatışma ve sürtüşmeler girdabındadırlar. Anayasanıza, “Türk
Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” diye bir madde
koymanızla Kürdü, Ermeni, Rum, Arap, Çerkez ve daha başka etnik kökenlileri
Türk yapamadığınızı, yapamayacağınızı anlamanız için daha kaç yüz yıl gerekiyor
acaba? Keza Kuzey Kürdistanlı bir Kürt bireyin Türk Devletine vatandaşlık
bağıyla bağlı olduğu savı da bir başka pişkin zorbalık örneğidir. Çünkü o senin
“vatanım” dediğin coğrafyanın önemlice bir bölümü, senin ilhak ettiğin onun öz
vatanıdır zaten.
Üniter devlet modelini özellikle de toprak bütünlüğünün teminatı sayıp,
federal ve benzeri ademi merkeziyetçi modelleri bölücü veya bölücülüğe güçlü zemin
sunan modeller olarak empoze eden egemen ulus mensubu ultra şoven kesimler,
otomatikman federal veya konfederal devlet modellerinin toprak bütünlüğünü
sağlayamayacaklarını ileri sürmüş oluyorlar. Oysa bunun esasen uydurmasyon bir
“şehir masalı” olduğu, başta İsviçre, Almanya, ABD, Kanada, Güney Afrika
Birliği, Hindistan, Belçika, Avusturalya, Avusturya, Brezilya vb. olmak üzere
daha pek çok ülke örneğinden de rahatlıkla görülebilir.
Anadilde eğitim
hakkı tartışma konusu dahi yapılamaz
Keza hiçbir şekilde tartışma konusu dahi yapılmaması gereken anadilde
eğitim hakkı, bir ulusun, ulus olmaktan kaynaklı, başta gelen en temel ve
vazgeçilmez hakkıdır. Bu hakkın kullanılmasının üniter devlet modeli altında
olamayacağı savının bilimsel bir değeri bulunuyorsa şayet, o halde bu hakkın
kullanımını mümkün kılan bir devlet modeline geçersiniz olur biter. Yok öyle
“anadilde eğitim üniter devlet yapısına zarar verir” zorba zırvaları ardına
sığınarak, baskın çıkmaya çalışmalar. Kaldı ki dünyada anadilde eğitim hakkının
kullanıldığı örneğin Çin, Birleşik Krallık, Finlandiya, Hollanda ve İsveç gibi
üniter devletler de mevcut. Varsayalım ki hiçbir uygulama emsalinin bulunmuyor
olması halinde bile bu, bu hakkı tanımamanın “haklı-makul” gerekçesi olamaz.
Tanıyarak, tarihe geçen “ilk örnek” olma şerefi kazanarak, sonrakilere olumlu
emsal oluşturursun, değil mi?
Türkçeyi tek resmi
dil olarak dayatma zorbalığı
Öte yandan madem bölünüp parçalanmak istemiyor ve çok uluslu bir devlet
olarak var olmak istiyorsunuz, o halde bunun bir takım zorunlu gereklerini
yerine getirmeniz gerekmez mi? Mesela niye sadece Türkler olarak sizin diliniz
resmi dil olacakmış ki? Şayet size özel olarak inmiş bir “tanrı buyruğu” olduğunu
iddia etmeyecekseniz; bunu tek başına belirleme ve diğerlerine dayatma hakkını
nereden aldığınızın makul bir yanıtını vermeniz gerekmez mi?
Doğallığıyla anlaşılacağı üzere bu, diğer ulusal toplulukların ortak
kararıyla belirlenebilecek bir konudur. Çünkü bunu ne kadar kendinize hak
görüyorsanız, aynı şekilde diğerlerinin de hakkı olduğunu bilmeniz gerek. Hele
ki “Bin yıllık Kürt-Türk kardeşliğini yeniden teşhis edip, Kürt-Türk
ittifakıyla güçlü devlet olalım. Bu devlet ve vatan ne kadar Türkünse, bir o kadarda
Kürtündür” demeye tekrardan başladığınız şu süreçte bari iki yüzlü sahtekarlığı
bırakıp, kardeşlik hukuku temelinde, birlikte yaşamak istediğiniz kardeşinize
de bu hakkı tanıyarak, gönüllü birlikteliğin zeminini örmeye gayret edin.
Bunun yapılmasıyla kıyametin kopmadığı, vatanın bölünmediği, tam aksine
daha sağlam bağlarla pekiştiğinin birçok örneği de mevcut aslında. Örneğin dört resmi dilli İsviçre bunun en
çarpıcı emsalidir. Keza üç resmi dilli Belçika, İki resmi dilli Kanada, on bir
resmi dilli Güney Afrika, iki resmi dilli Güney Kıbrıs ve benzeri birkaç ülke
daha birden çok resmi dile sahip.
Devletin resmi dili
ve yüksek öğrenim dili
Ve fakat dillere hiçbir sınırlama getirmeme ve eşit statüde konumlandırma
koşuluyla, resmi dil ve yüksek öğrenimin tek dilli olup olmaması konusu, ülkeyi
oluşturan ulusal toplulukların ortak iradesiyle belirlenebilir. Sorun
nihayetinde o toplumun kendi hür iradesiyle karar vereceği bir sonuç
olacağından; bir hak gaspı ve ihlali olmayacaktır. Yani yeter ki zorbalıkla
dayatılmasın ve diğerlerinin varlığı ve iradesi yok sayılarak hükümranlık
kurulmasın.
“Anadilin
öğrenilmesi” seçeneği
Kürtlere ve diğer ulusal azınlıklara “anadilde eğitim hakkı” yerine “anadilin
öğrenilmesi” alternatifini sunarak bir haksızlığın ve hak gaspının telafi
edilebileceğini ileri sürmek; en hafif deyimle ahlâk ve vicdan yoksunluğunun
dik âlâsıdır. İnsanların aklıyla alay etme küstahlığıdır.
(*) (Gürbüz Evren. Independent
Türkçe)
