19 Mart Darbesi ve bu iktidarla demokratik toplum inşa beklentisi

 


Halil Gündoğan

29.03.2025

 

Erdoğan iktidarı 19 Mart’ta tam olarak ne yaptı ve niye yaptı?

Toplumsal ortam, tümüyle olmasa da önemlice bir bölümünce, bir süreden beridir “binyıllık kardeşliğin yeniden tesisi edilmesi”, “iç barış”, “Kürt-Türk İttifakı”, “iç cephe tahkimi” ve “demokratik toplum inşası” söylemleriyle temkinli “iyimser beklenti” esintileri altındaydı. Ancak Erdoğan iktidarı 19 Mart’ta yaptığı siyasi hamleyle bütün bunları, ama esasen de “iç barış”, dış tehdide karşı “iç cephenin tahkimi” ve “demokratik toplum inşası” söylem ve yaklaşımlarının samimiyetini geniş toplumsal kesimler nezdinde esastan sorgulatır oldu.

 

Çünkü iktidarın bu hamlesi tamamen ve doğrudan Erdoğan’ın gerek tasarladığı anayasa değişikliği ve gerekse kendisinin yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini riske sokacağını düşündüğü rakip parti ve onun cumhurbaşkanı adayının tasfiye edilmesi operasyonuydu. Tabii aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne de çökmekti.

 

Hatırlanacağı gibi Özgür Özel ile Erdoğan arasında kısa bir süre “normalleşme” denemesi de yapıldı. Ancak Erdoğan’ın bundan anladığı, kendi deyimiyle; “Ana muhalefet partisini yumuşatmaktı”. Ama beklediği gibi olmayınca, yani CHP’yi bu yolla hizaya çekemeyeceğini anlayınca, tipik despotik bir küstahlıkla: “Sayın Özel, başkomutan olarak sana sesleniyorum; ayaklarını denk al, denk almazsan denk getirmesini de biz biliriz” (*) diyerek, açıkça tehdit etmişti de. İşte bu operasyon aslında o kastettiği; “denk almazsan denk getirmesini de biz biliriz” operasyonunun yargı aparatı üzerinden pratiğe dökülmesiydi bir bakıma.

 

Bununla varılmak veya elde edilmek istenenleri ise şu dört başlıkta özetlemek mümkün: 1. hedef, cumhurbaşkanlığı yarışında CHP adayı olarak karşısına çıkarılmak istenen güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’nu kesin bir şekilde oyun dışına atmak. 2. hedefi, İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayım atayarak oraya çökmek. 3. hedefi, kriminalize ederek bir bütün olarak CHP’yi kapatmayı olanaklı hale getirerek, tasarladıkları şer’i hukuka dayalı yeni anayasada laik kesimi etkisiz kılmak. 4. hedefiyse, DEM Parti’nin olası CHP alternatifini boşa çıkararak, kendisine daha fazla mecbur bırakmak.

 

Erdoğan için iktidarda kalmak bir “beka” sorunu

Dolayısıyla da Erdoğan’ın iktidarını kaybetmeye ve seçimle devretmeye hiç mi hiç niyeti yok. Nitekim bu, yeni ortaya çıkmış bir şey de değil. Bilindiği gibi son iki genel seçimi de aslında kazanamamıştı. Ama devlet olanaklarını ve CHP’nin basiretsizliğini de sonuna kadar kullanarak, iradeyi alenen gasp ederek, iktidarını korudu. Ancak şimdi hem koşullardaki kimi farklılıklar ve hem de CHP’nin gerek İstanbul seçimlerini kaptırmamakta sergilediği performans ve hem de yine onca hile hurdaya rağmen yerel seçimlerde sergilediği yaklaşım, Erdoğan’ın gözünü korkutmuşa benziyor. Bu yüzden gözünü karartarak, işi daha sağlam kazığa bağlamaya yöneltti.

 

“İç cephe tahkiminin” yeni boyutu

19 Mart hamlesinden önce Trump ile yaptığı tlf görüşmesinden de aldığı destek ile, “iç cephenin tahkimi” meselesini bu kez doğrudan kendi iktidarının garantiye alınması boyutuna indirgeyiverdi. Muhtemelen bu yeni hamlesini çok da zorlanmadan gerçekleştirebileceğinin güvencesini de vermiş olmalı, “bu, Türkiye’nin iç meselesi” diyerek, dolaylı desteklerini sunmakta gecikmeyen malum emperyalist güç odaklarına. Tabii bu desteği nelerin sözünü vererek aldığı ise nasılsa bir süre sonra deşifre olacaktır. Ama elbette ki bu “al-ver pazarlığı” esasen Bölgenin ön görülen yeniden dizaynı üzerinden yapılmıştır.

 

Erdoğan’ın iktidarda kalma ısrarının ikinci nedeni

Erdoğan’ın iktidarda kalma ısrarının bir nedeni gelecek kaygı ve korkusu iken; ikinci esas nedeni ise artık gizliği de kalmamış olan “gizli ajandasınca” hedefledikleri şer’i hukuka uygun olarak sistemi değiştirme hamlelerini nihayete erdirerek, anayasa güvencesine kavuşturmaktır. Yani hilafeti tasfiye ederek “laik cumhuriyet” ilan eden “Kemalist Devrim”den rövanş almaktır. Bu tarihi hesabı kapatan ve öte yandan Türk-Kürt ittifakıyla hem Türkiye’yi coğrafi olarak büyüten ve hem de “Bölgenin lider ülkelerinden biri yapan” “ümmetin ulu hakanı” ve Kemalistlerin Lozan Antlaşmasıyla kaybettiği toprakları geri alan gerçek “Ulu Önder” payesi alarak “ebediyete göçme” gibi de narsistçe özel kişisel, bir takıntı sahibi.

 

Bütün bunlardan anlaşılması gereken ise şu oluyor

Erdoğan iktidarının gündeminde “demokratik toplum inşası” gibi bir şeyin olması, eşyanın tabiatı gereği, imkânsızdır. Çünkü, pratikte de görüldüğü gibi, onun tasarladığı ve inşa etmek için uğraştığı sistem, tam olarak koyu faşizan, otokratik bir sistemdir.

 

İkinci olarak Erdoğan iktidarının mevcut iç ve ama esasen de dış koşullarda Kürt-Türk İttifakını askıya alma gibi bir lüksü bulunmuyor. Bunu en sonuna kadar kullanmaya ihtiyacı var çünkü.

 

Devlet ile Öcalan’ın mutabık kaldığı “Demokratik Toplum İnşası”

Aslında burada, özellikle de DEM Parti açık bir ikilem kıskacında. Aynı ikilem Bese Hozat gibi kimi PKK kadrolarında da söz konusu. Yani bir nevi bir bilinç bölünmesi hali yaşanıyor. Bir taraftan gerçek anlamda toplumun demokratik bir dönüşümünü istiyorlar samimiyetle, ama öte taraftan da iradelerini teslim ettikleri “baş müzakerecinin” iradesine bağlı kalma yemini ediyorlar. Ve bu tabi olma durumu, Erdoğan iktidarının demokratikleşmenin üst sınırını Kürt sorunun çözümünü “yerel yönetimler özerkliği” düzeyiyle belirlemiş olmasından ötürü, haliyle böylesi bir “demokratikleşme” ile sözü edilen o “demokratik toplum inşası” ise asla mümkün olamayacaktır. Dolayısıyla da DEM Parti ve PKK gerçekten de en azından burjuva demokrasisi çerçevesinde demokratik bir toplum inşa etmek istiyorlarsa; o halde bunun kimlerle ve hangi güçler ittifakıyla yapmanın mümkün olabileceğini de doğru belirlemeleri ve bu konuda kurumsal yeni bir irade ortaya koymaları gerekir.

 

Örneğin en azından daha önceki iradeleri olan “AKP-MHP faşist iktidarını yıkmayı” sürecin ve de demokratikleşmenin ilk koşulu olarak yeniden güncellemeleri gerekir. Yani bu iktidar ile toplumun demokratik dönüşümünün mümkün olmayacağını, bunun olabilmesi için bu iktidarın mutlak surette tasfiye edilmesi gerektiğini kararlaştırmaları gerekiyor. Ve bu doğrultuda, yani aynı hedefe sahip toplumsal güçlerle yeni ittifaklar kurmayı hedeflemeleri gerekecektir. Örneğin 19 Mart Darbesinin sunduğu şu siyasal atmosfer kimlerin kimlerle yan yana ve karşı karşıya olabileceğinin bir nevi yol gösteren rehberi gibi, aleni bir tablo sunuyor.

Kürt sorunun çözümünün eşit anayasal vatandaşlık ve yerel yönetimler özerkliği koşulunun anayasal güvenceye kavuşturulmasına indirgendiği bir durumda (**) bu, örneğin CHP ile kurulacak ittifakın da koşulu yapılabilir pekâlâ, değil mi? Böylece hiç olmazsa dinci faşist otokratik Erdoğan rejiminin tasfiyesi mümkün hale gelebilecektir. Herhalde bu da toplumun demokratikleştirilmesi mücadelesinde hiç de hafifsenecek bir adım olmayacaktır. Belki de daha da önemlisi, bununla, daha kötüye gidişin önü kesilecek ve toplumun biraz soluk alıp, kendisini toparlamasının zemini oluşturulacaktır.

 

(*)https://www.bbc.com/turkce/articles/cly6ze4ep76o

(**)https://www.youtube.com/watch?v=-g9pNmugssA