Halil Gündoğan
22.03.2025
Pusulayı yitirmek
Kafa karışıklığı ve ters yöne savrulma halleri, daha çok, içte ve dışta yaşanmakta veya yakın dönemde yaşanacak olan o fırtına veya fırtına öncesi sürecin sebep olduğu veya ortaya çıkardığı ideolojik kırılma ve motivasyon yitim halleridir. Siyasal literatürümüzde bu, sağ ve sol sapma ve keza revizyonist kırılma olarak da tanımlanır.
Sağ ve sol
sapmalar, mücadelenin strateji-taktik ve yöntemlerine ilişkin sapmalar olarak;
revizyonist kırılma ise, güdülen dava ve ideallerin terk edilerek, farklı bir
kulvara geçmek olarak da tanımlanabilir.
Bunların her
cenaha ilişkin çok karakteristik örnekleri, günümüzde de fazlasıyla mevcut.
Yani hem burjuva, küçük burjuva siyaset sahnesinde ve hem de işçi sınıfının
sendikal mücadele hattında da bunun yığınca örneği söz konusu edilebilir. Keza
daha özel olarak hem Kürt Ulusal Hareketi hem sol-sosyalist ve hem de komünist
hareket saflarında da bunun aktüel örnekleri yaygındır.
Burjuva cenahında sağ pasifizm
Örneğin burjuva
siyaset sahnesinde, iktidar talibi olan ana muhalefet partisi CHP’nin, Kemal
Kılıçdaroğlu ile özdeşleşen “demokratik uzlaşı”
mücadele yönteminin kitlelerde umut ve heyecan yaratamayan, onları
siyasi mücadelenin aktif ve etkin özneleri olmaktan uzak tutan, sokaklara ve
meydanlara taşan hak arama ve hesap sorma etkin mücadelesinin önüne bariyer
olarak dikilen; mücadeleyi meclis, parti binaları ve salonlarda yapılan kınama
demeçlerine ve basın açıklamalarına hapseden bu tarzı, tipik sağ oportünist bir
mücadele hattını temsil eder. (CHP Genel Başkanı sıfatıyla Özgür Özel’in 20
Mart akşamı Saraçhane’de toplanan binlerce kişi huzurunda bunun öz eleştirisi
anlamına gelen, “sokak ve meydanlarda söke söke hak arama” çağrısının
kitlelerin hararetli alkışlarıyla karşılık bulması da bir şeyler anlatıyor olsa
gerek)
Tabii bu mücadele
tarzıyla, bırakın iktidardakileri alaşağı etmeyi, iktidarın doğrudan
kendilerinin tasfiyesine yönelen şu son operasyonlarını dahi, boşa çıkarmaları
mümkün olamıyor. Çünkü bugüne kadar izledikleri bu sağ pasifist tutumlarıyla,
iktidar sahiplerinin her şeyi adım adım zapturapt altına alarak, iktidarlarını
iyice pekiştirmelerinin ve her türlü hukuksuzluğu, adaletsizliği ve zorbalığı
“normalleştirmelerinin” doğrudan koltuk değneği oldular. Dolayısıyla da şu anda
yaşadıkları çaresizce sızlanmalarının bir fiil yaratanı da yine kendileri
oldular. (Öcalan’ın, denenmişten gereken dersi almayarak, bir de kendisinin
aynı şeyleri bu toplumun en dinamik demokrasi güçlerinden olan Kürt halk
güçleri üzerinden yaşatacak olması, elbette şiddetle karşı çıkılması gereken
bir durumdur. Keza Öcalan çizgi ve mantalitesinin “sürecin hassasiyeti” vs.
gerekçelerle, bu toplumda siyasal İslamcı faşist Erdoğan iktidarına karşı
gerçekleşen en meşru halk hareketi olan Gezi Ayaklanmasını yalnız bıraktığı,
keza “hayata dönüş operasyonu” sürecindeki tepkisiz kalışları vs. hatırda
tutulursa; benzeri “süreç hassasiyetleri” diyerek demokrat Kürt dinamiğini
Erdoğan diktatörlüğünün tahkimine ve “gizli ajandası” dediğimiz, sistemin
şeriata dayalı reorganizasyonunu tamamlamada geldiği son hamlesine koltuk
değneği yapma olasılığının kuvvetle muhtemel olduğunu söylemek ve bunun
tedirginliğini duymak hiç de haksız olmayacaktır.)
Sol-sosyalist parti ve sendikalarda sağ pasifizm
Kendilerini
sistem muhalifi addeden irili ufaklı legal sol-sosyalist parti ve sendikalar da
maalesef ki aynı karakterli sağ pasifist bir mücadele hattı zeminine demirlemiş
durumdalar. Dolayısıyla da onlar da yoksul emekçi kitleler nezdinde bir umut ve
şevk yaratamıyor, bir çekim merkezi oluşturamıyorlar.
Devrimci saflarda sağ pasifizm
Keza kendilerini
devrimci addeden birçok illegal oluşumun mücadele hattı da maalesef ki sağ
oportünisttir. Çünkü sürecin olanca dinamik devrimci nesnel koşullarının talep
ettiği devrimci mücadele hattı yerine, lafızda tekrarlanan devrimci söylemler
yerine, bunlar da sosyal pratikleriyle, diğerlerinin izlediği sağ pasifist
hattın aynını sergilemekten öteye geçemiyorlar.
Devrimci saflarda sol sapma
Tabii sol cenahta
bir de teorik tespitleriyle sol sapmayı temsil eden oluşumlar mevcut. Sürecin
nesnel koşullarının gerektirdiği nispeten “barışçıl” devrimci mücadele seyrinde
kitleleri devrime hazırlamak yerine, mevcut koşullar geçekliğinde karşılığı
bulunmayan ve ancak ki devrimci kalkışma sürecinde gündeme gelmesi gereken
silahlı mücadeleyi, bugünün de esas mücadele tarzı olmasını öngören siyasal
özneler mevcut. Tabii ironiktir, bunların da bu sol sapma karakterli teorik
belirlemelerine rağmen, sosyal pratikleri, benzeri şekilde sağ pasifist bir
pozisyon arz ettiğinden; bununla hayali kurulan o devrimci dönüşümün sağlanması
da elbette ki mümkün olamıyor, olamayacaktır da.
Sağ pasifizm günün baskın akımıdır
Yani özetle
denilebilir ki devrimci mücadeleyle sağlanacak radikal değişimler yerine, sistemi
pek de zorlamayan ve daha çok da sistemin reforme edilmesiyle sınırlı bir politik
hat olarak sağ pasifizm, maalesef ki günün baskın akımıdır.
Öcalan’ın temel aldığı “Demokratik uzlaşma yöntemi”
Öcalan’ın
devrimci silahlı mücadeleden, reformist silahlı mücadeleye, oradan da sistem
ile “barış ve uzlaşı temelinde kardeşçe bir arada yaşamaya” evrilen mücadele
çizgisi, dramatik olduğu kadar, elbette ki ibretliktir de.
Ne diyordu
Öcalan, 27 Şubat’ta kamuoyuna yaptığı yazılı açıklamasında? “Sistem arayışları
ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik
uzlaşma temel yöntemdir.”
“Demokrasi”
denilen şey her ne kadarda genel olarak “tüm insanların eşit haklara sahip
olduğu, seçme, seçilme özgürlüğünün olduğu bir yönetim biçimidir” diye,
tanımlanırsa da ama yaşam deneyimlerimizle de sabittir ki toplumun farklı sınıf
ve katmanlardan ve keza ezen ve bağımlı ulus, inanç ve cinslerden oluştuğu
koşullarda hiç de bu genel tanıma uygun bir demokrasi mümkün olamaz. Buralarda
demokrasi, bir yönetim biçimi olarak ille ki hâkim sınıf, ulus, inanç ve cinsin
daha ayrıcalıklı olan konumlarının garantörü pozisyonunda işlev görür ve bunun
adıdır anayasal olarak teminat altına alınmış demokrasi.
Dolayısıyla da böylesi
toplumlarda demokrasinin anayasa ve yasalarca güvenceye, keza devletin zor
aygıtınca da korunmaya alınmış özgürlük sınırı, söz konusu hâkim sınıf, ulus,
inanç ve cinsin hâkimiyet alanlarının dış sınırına kadardır.
Oysa gerçek
anlamda herkesin eşit haklara sahip olmadığı bu türden toplumlarda örneğin
işçilerin patronla, bağımlı ulus ve inancın hâkim durumda olan ulus ve inançla,
ezilen cins olarak kadının, ezen cins olarak erkekle eşit hak talebi otomatik
olarak tüm o statülerin sıfırlanarak eşit kılınması demektir ki bu, doğrudan
sistemi ve onunla özdeş olan demokrasisini hedef almak olur. Bu, toplumsal
realitenin yadsınamaz bir olgusudur. Ama Öcalan bunun üzerinden atlayarak,
“sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı yol yoktur.
Olamaz.” dediğin de aslında öncelikle, tam olarak örneğin işçileri, diğer tüm
emekçi kesimleri, ezilen bağımlı ulus ve inançları ve özel olarak da kadınların
özgürleşme hak ve istemlerini, kurulu mevcut sistemin dokunulamaz kutsalıyla
çerçevelemiş oluyor.
Bu, radikal sistemsel
muhalifliği doğrudan dışta tutan bir yaklaşımdır. Bununla yapılacak şey ancak
ki sistem içi, sağ pasifist bir muhaliflik olabilir. Yani Kılıçdaroğlu’nun doğrudan
sistemi tahkim eden muhalifliğine benzer bir muhalifliktir bu.
Öcalan’ın esas alınmasını buyurduğu “demokratik
uzlaşı yöntemi” ise bunu çok daha güçlü bir şekilde pekiştiren bir özellik
taşıyor. Yani bununla demiş oluyor ki sistemle asla kavga etmeyecek, asla
kendini dayatmayacak ve asla ısrarcı olmayacak, radikal taleplerde bulunarak
sistemi sıkıntıya sokmayacak ve hep en “makul olanla”, yani en az olanla
yetineceksin. Çünkü sistemin tüm egemen ve efendileri için “makul” veya “ideal”
uzlaşı kriteri hep bu olagelmiştir. Dolayısıyla da Öcalan’ın, demokratik temel
hak ve özgürlüklerin minimal düzeyde olduğu, toplumda antagonist sınıfsal
çelişkinin ve keza ezen-ezilen cins, ulus ve inanç çelişmesinin varlığını güçlü
bir şekilde koruduğu bu koşullarda kalkıp bunları buyurması, kimse kusura
bakmasın ama hiç de hayra yorulacak bir şey değildir.
Sistemin en köklü
ve en sadık kurumlarından biri olan CHP’nin bile, Genel Başkanı Özgür Özel
ağzından; “şiddete başvurmadan, kırıp dökmeden, tamamen barışçıl yöntemlerle
söke söke hak alma mücadelesi için artık sokak ve meydanlardayız” noktasına
gelmiş olduğu bir realitede Öcalan’ın hak arama ve hakkını alma mücadelesinin
yöntemi olarak hâlâ da Kemal Kılıçdaroğlu çizgisini buyuruyor olması, sizce de
düşündürücü değil midir acaba?
Gandi’nin savunduğu “pasifizm”, kurulu nizama radikal
itirazdır
Öcalan, daha
önceki bir makalemde de işaret ettiğim gibi, “sivil itaatsizliğin” önemli
isimlerinden olan Gandi ile kıyaslanmayacak kadar çok daha geri bir pozisyona
savrulmuştur, buyurduğu bu esas mücadele yöntemiyle. Çünkü Gandi’nin (Özgür
Özer tarafından da Saraçhane’de seslendirilen); “Şiddeti teşvik etmeden
değişimi aşılamak” şeklinde formüle ettiği esas mücadele yöntemine ilişkin bu yaklaşımı,
elbette ki çok daha halkın ve hak arayıcılarının lehine olup; egemenlere, karşı
cepheden, net tavır alışın bir ifadesidir. (Tabii olası yanlış yorumlamalara
meydan vermemek adına şunu ifade etmek gerekiyor. CHP’nin tavır alışı, halk
saflarına geçip, bir bütün olarak sisteme bir tavır alış değildir; onların
tavrı, halkın biriken haklı öfke ve kinini de arkasına alarak, rakip kliğin
kendisine karşı geliştirdiği tasfiyeci darbeciliğe karşı olmakla sınırlı bir
muhalifliktir.)
Öcalan ise yukarıda aktarılan görüşleriyle kurulu nizamın
gözetenidir
Yani Öcalan ile
Gandi’nin temel mücadele yöntemleri arasındaki temel ayrım noktası; biri, esas
olarak sistemle kategorik olarak uzlaşmayı temel alırken; diğeri, şiddet
araçları ve yöntemlerini dışta tutarak, kıran kırana bir mücadeleyle, söke söke
hak arama ve almayı temel alır.
Bunlardan ilki
esas olarak sistemin çıkarlarını gözeten sağ reformist bir anlayışı; ikincisi
ise statükoyu halk lehine değiştirmeyi içeren “barışçıl” devrimci bir anlayışı temsil
eder. Yani aralarında işte böylesine de temel bir fark vardır.
Son söz yerine
Devrimci
mücadelenin süreçteki baş düşmanı her tür ve renkten sağ pasifizmdir. Bu aşılmadan
gıdım ilerleme sağlanamaz. “Demokratik uzlaşı yönteminin” alternatifi olan devrimci
mücadele yönteminin tek aracının silahlı mücadele olmadığı kavrandığı oranda; devrimci
oluşumlar açısından sistemle kıran kırana mücadele, kuşkusuz daha bir rayına
oturacaktır.