Halil Gündoğan
19.03.2025
Öcalan’ın tarihi
yanılgılarından bir diğeri: “Ulus devletler miadını doldurmuştur”
Şu, günümüz realitesinin başat olgularından en baskınıdır: Yer küremiz, Dünyanın belli başlı kapitalist-emperyalist ulus devletlerinin kendi ulusal egemenlik ve hükümranlıklarını koruma ve daha da geliştirip pekiştirme adına, hızla 3. Paylaşım savaşına sürüklenmektedir. Böyleyken; bu genel gidişata rağmen, acaba ne olmuştu da işgalci, ilhakçı, soykırımcı ve asimilasyoncu kimliğiyle ün yapmış Türk Devleti,
Öcalan ve hareketin önde gelen belli başlı seçkin kadrolarınca farklı değerlendirilir olmaya başlandı?
Türk Devleti’nin
riyakârlığı hâlâ aktüeldir
Oysa Türk Devletinin sayılan bu özellikleri, yıllar öncesinde kalmış şeyler
olmayıp, hâlâ aktüeldir de. Hem de bu tutumu sadece doğrudan kendi denetiminde
tutuğu K. Kürdistan ile de sınırlı değil: Bir taraftan “bin yıllık kardeşlik”
demagojisi ve Kürt-Türk ittifakı gayreti içindeyken; diğer taraftan da örneğin
Rojava Kürtlerinin her türlü ulusal haktan mahrum kalması için adeta
başvurmadığı zorbalık ve çevirmediği fırıldak kalmadı. K. Kürdistanlı Kürt
Ulusal Hareketine karşı sırf kimyasal silahların da yaygınca kullanılmakta
olduğu fiili yok etme savaşıyla da sınırlı olmayan, halkın oyu ile seçilen
belediyelerine kayımlar atayarak onların iradelerini yok sayan, anadillerinde
eğitim görme taleplerini “bölücülük” ile karşılayan vb. yığınca yok sayıcı ve
her türlü zora (hukuki, kültürel ve fiziki) dayalı asimilasyoncu uygulamaları
tüm hızıyla devam ediyor.
Yani bilinen bir hakikattir ki Türk egemen ulus devleti paranoyakça, gözü
dönmüş bir ruh haliyle, yüzyılı aşkın bir süredir kendi egemenlik ve hükümranlık
“hakkını” (yok aslında böylesi kendiliğinden ve doğal bir hak) zerre kadar paylaşmamış
ve buna yanaşmamıştır. Bugün de kamuoyuna açık olarak bu yönlü verilmiş
herhangi bir söz ve vadinin bulunmadığı da bir başka hakikattir.
Öcalan bir ulusun
kaderini kapalı kapılar ardında pazarlık konusu yapamaz
Şayet Türk Devleti artık yüzyıllık bütün bu inkârcı, yok sayıcı ve zora
dayalı asimilasyoncu tutumundan vazgeçip, Kürtlere her türlü temel ulusal haklarını,
hiçbir koşul öne sürmeden, tanıyacağına dair Öcalan ile kapalı kapılar ardında
bir anlaşma mutabakatı imzalamış ise; bu “ıslak imzalı” mutabakat metninin,
örneğin en azından Suriye’de yapıldığı gibi, kamuoyuna deklare edilmesi
gerekmez mi?
Ama taraflar, adeta ağızbirliği yapmışçasına, bu yönlü hiçbir pazarlığın ve
dolayısıyla da (sözlü-yazılı) anlaşmanın yapılmadığına dair yemin billah
ediyorlar. Tamam, bir anlığına varsayalım ki öyle olmuş olsun. Peki bu, M.
Kemal Atatürk ile başlayan bütün tarihi aldatma, inkâr ve katliamlarla özdeş
olan Türk Devletinin, bir de verilmiş hiçbir söz ve yapılmış hiçbir
anlaşmasının olmadığı bir durumda, ona itibar edilmesini istemek, tarihi adeta
kazıklar yemiş olmaktan ibaret Kürtler açısından çok daha vahim bir durum
oluşturmaz mı?
Türk Devleti mevcut
haliyle Kürtlerin de devleti olamaz
“Selo Başkan” yazdığı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin de
devletidir” başlıklı yazısında, örneğin diyor ki: “Geçen yüzyılın başında
Anadolu’daki Müslüman halkların ortaklaşa yürüttükleri Kurtuluş Savaşı
sonrasında kurulan yeni cumhuriyet Kürtleri dışlayınca, Kürtler de buna tepki
olarak isyan hareketlerine giriştiler.”
Burada öncelikle şu önemli eksik aktarımı tamamlamak gerekiyor: M. Kemal ve
arkadaşları Kürtlere, kurtuluş sonrası eşit vatandaşlık ve muhtariyet vadederler.
Ama buna rağmen sözlerinde durmayıp, Kürtleri dışlarlar. Yani amiyane
tabiriyle; “kazıklarlar.” Ve böylece de yeni cumhuriyet, diğer ulusal
toplulukların (Ermeni, Kürt, Rum Pontus, Arap, Laz vb.) tüm ulusal haklarının
ret ve inkârı üzerine inşa edilir.
Peki geçmiş sicili böylesine berbat olan bir devlete ve özel olarak da
temel desturu ana hedefe varmada hiçbir etik kuralla kendisini sınırlamayan
takiye erbabı Erdoğan’a, hem de devletin artık Kürtlerin de devleti olacağının
nasıl mümkün kılınacağına dair herhangi bir mutabakatının dahi bulunmadığı bir
durumda, nasıl ve neyle güven duyulması istenebilir acaba?
Kürtlerin “birinci
sınıf yurttaş” olacağının teminatı nedir?
Keza “Selo Başkan” diyor ki: “Kürtler de kendi kimlikleri, dilleri,
kültürleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci sınıf yurttaşı, sahibi
olacaklar.”
İnanılır gibi değil doğrusu!.. Sormazlar mı size, iyi de bunun böyle
olacağını kim garantiledi size ve garantilediyse hani bunun imzalı mühürlü
belgesi? İnsan, örneğin bir ev veya arsa alırken bile satış belgesi, tapu
belgesi vs. isteyip alır, değil mi? Siz ise bir ulusun, bir halkın kendi
kaderini tayin iradesini kayıtsız koşulsuz yüzyıllık kanlı düşmanına teslim
etmesini, son derece normalmiş gibi, isteyebiliyorsunuz sayın Demirtaş. Bir de
“Korkma!” diye motive etmeye çalışıyorsun. Ortada verilmiş somut hiçbir
yazılı-sözlü güvence yokken ve ama ortada yüzyıllık kanlı bir inkâr ve
aldatarak yok sayma pratiğinin timsali bir gelenek duruyorken; bu halka
“korkma” demek, acaba siyaseten de ne kadar isabetli olur?
Temennilerle devlet
değişir mi?
Aynı şekilde diyor ki “Selo Başkan”: “Devlet de artık tekçi resmî
ideolojiyi tümden bir kenara atarak Kürtlere tüm kapıları sonuna kadar açmalı;
Kürtlerin diline, kültürüne, kimliğine saygı duymalı, bunları anayasal ve yasal
güvence altına alarak eşit yurttaşlık temelinde entegrasyona zemin yaratmalıdır.”
Siz mi saflaştınız, insanları mı çok saf sanıyorsunuz acaba sayın Başkan?
Şu “eşit yurttaşlık” koşulundan sen başka, sokaktaki “sıradan vatandaş” başka,
Siyasal İslamcı bir diktatör başka, devlet aklıysa başka bir şey anlayıp anlamaktayken;
nasıl böylesi genel ve tamamen boş bir söz edebilirsiniz? Onlara göre zaten
mevcut anayasada bu eşitlik teminat altındadır. Zaten herkesin seçme-seçilme
hakkı ve adalet önünde eşit muamele görme, vs. vs. tüm haklar yönünden eşit
yurttaşlarızdır. Ayrım gayrım yok; “senin de benim de bir oyumuz var.” Üstelik
“ümmet kardeşliği” de tüm ümmeti eşit sayar. Yani Kürtler açısından ortada
anayasaca güvenceye alınmamış hiçbir hak yoksunluğu söz konusu değildir. Dil
serbestisi zaten sağlanmış durumda. Şarkılar türküler her yerde serbestçe
çalınıp söyleniyor. Kürtçe yayın yapan TV kanalı dahi mevcut. Kürtçe öğrenme
kursları da serbest. Keza üniversitelerde Kürtçe kürsüleri de var.
Halka ait “söz ve
karar” yetkisi gasp edilmemeli
Böyle dediklerini ve bu savunuyu yaptıklarını bilebile siz başka nasıl bir
“eşit yurttaşlıktan” söz ediyorsanız; bunu onlarla açıktan açığa müzakere
yapıp, sağlanacağına dair teminatlar alma tarihi sorumluluğuyla yükümlüsünüz.
Kişisel bir davanızda ne yaparsanız yaparsınız, ama bir ulusun yüzyıllardır
uğruna nice ağır bedeller ödediği temel ulusal hakları konusunda böylesi bir
sorumsuzluğu yapma hakkını kendinizde görmemelisiniz. Nitekim ne Öcalan’ın ne
sizin ve ne de PKK’nin böyle bir yetkisi yoktur, olamaz da!.. PKK silahlı
mücadeleyi bırakıp, kendisini feshedecekse, bu tamamen onun yetkisi dahilinde
olup, kendi kararıdır, yapabilir. Şayet PKK ve diğer Kürt siyasal hareketleri
demokratik normlarla işlerliğini sürdürdüğü iddiasındaysa; Apo, PKK’ye
“kongrenizi toplayın kendinizi feshedin” şeklinde bir emir veremez, ancak ki
önerebilir. Onun da diğer PKK üyeleri gibi bir söz ve oy hakkı vardır… Fakat
söz konusu olan bir ulusun ve halkın kendi kaderini tayin etme sorunuysa ve bir
karar verme süreci yaşanıyorsa; bu yetki ve karar alma hakkı tamamen o ulus ve
halkındır. Bu yetki ve hakkı ne Öcalan ne PKK ve ne de bir başka kurum
kullanamaz. Bu cüret ancak ki demokrasi dışı otoriter yönetim zihniyet
sahiplerine özgü olabilir. Sahi, bu
yangından mal kaçırma telaş ve acelesi de neyin nesi acaba?
Eşit yurttaşlık
nedir ne değildir?
Eşit yurttaşlık temelinde aynı çatı altında olmak istiyorsanız siz siyasi
özneler; o halde eşit yurttaşlıktan ne anladığınızı açık açık ortaya koyup,
bunu öncelikle bir referandumla, Kürt halkının onayına sunup, onun onayını
almak zorundasınız, şayet gerçekten de demokratik bir toplum inşa etme
iddiasına sahipseniz.
Sıradan, halktan bir Kürde “eşit yurttaşlıktan” anlayacağı ilk şeylerin ne
olduğu sorulsa; vereceği yanıt kesinlikle şöyle olacaktır: Eşit yurttaşlık,
eşit haklara sahip olmaktır. Kimsenin ayrıcalıklı haklarının olmamasıdır.
Türkçe nasıl ki resmi dil ise, Kürtçe de aynı şekilde bu devletin ikinci resmi
dili olmalıdır. Türkler nasıl ki kendi anadillerinde eğitim görüyorsa,
Kürtlerin de kendi anadillerinde eğitim görme hakları vardır, hiçbir gerekçeyle
bu yasaklanamaz. Devletin her iki ulusun devleti olabilmesi için, devletin tek
ulusun egemenliğini esas alan “üniter devlet” modelini terk ederek; birleşik
merkezi yönetim modellerinden biriyle, yönetme yetkisini paylaşılması şarttır.
Bunun federasyonla mı, eyalet sistemi veya diğer başka ademi merkeziyetçi
yöntemlerden biriyle mi sağlanacağına, yapılacak bir referandumla her iki
ulustan ve diğer azınlık milliyetlerden halkın doğrudan karar vermesi gerekir.
Vs. vs.
Devletin Kürtlerin
de devleti olabilmesi nasıl mümkün olabilir?
Bu devletin Kürtlerin de devleti olabilmesi için, işte en azından yukarıda
sayılan bu koşulların sağlanması durumunda söz konusu olabilir. Bu sağlanmadan
ve de anayasal güvencelere kavuşturulmadan, devlet yüzyıllık kardeş zulmünün
özeleştirisini vermeden bu halka: “Bu devlet artık senin de devletin” deme
hakkını kendinizde görmemelisiniz. Çünkü her şeyden önce; “artık senin de
devletindir” deme koşulları henüz oluşmuş değil. Devlet o dönüşümü henüz
sağlamamışken, sağlayacağının hiçbir teminatını dahi vermemişken; halkınızı
böyle ucu açık kurgusal bir yalanın peşine takamazsınız. Onlara bu kötülüğü
yapmamalısınız.
Denilebilir ki bu devlet asla gerçek anlamda eşit yurttaşlık sözleşmesi
yapmaz, buna yanaşmaz. Çünkü bu, aynı zamanda egemenlik ve hükümranlık
hakkından vaz geçmesidir. Evet, normal koşullarda asla kendiliğinden bu
haklarından kısmen veya önemli oranda vazgeçme anlamına gelecek taviz
anlaşmalarına yanaşmaz. Ama öylesi iç ve dış koşullar oluşur ki daha büyük
kayıpların önünü alabilmek adına, bu türden tavizler vermek zorunda kalabilir. Veya
bunu, ehveni şer görüp, daha “akıllıca bir hamle” sayabilir. Nitekim Türk
Devleti de özellikle Bölgesel gelişmelerin seyri içinde Kürtleri tamamen
kaybetmemek ve onları kendi himayesi altında toplayabilmek için, bazı tavizler
vermek zorunda olduğunu görerek bu hamleleri yapıyor.
Kürtler için tarihi
fırsat
Türk Devletinin bu stratejik açmazının önemle görülmesi ve uluslararası
konjonktürün sunduğu avantajlar da kullanılarak, Kürt ulusunun temel ulusal
haklarının koparılıp alınması bakımından, “tarihi bir fırsat” olarak en
rasyonel bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Kafayı asıl yormanız gereken
mevzu, nasıl yaparız da egemen ulusun hükümranlığını pekiştirip, güçlü,
bölgesel bir güç yapabiliriz değil, bu olsa gerek sayın Başkan.