Halil Gündoğan
15.03.2025
Kürt-Türk ittifakı
gerçekleşebilecek mi?
Malumunuz olduğu üzere, bir “Kürt-Türk Barışı”, “Bin Yıllık Kardeşliğin” yeniden tazelenmesi ve çok daha aktüeli, “Son Türk Devleti” için “beka sorunu” yaratan “emperyalist oyun ve tuzakları boşa çıkarmak” için öngörülen bir “Kürt-Türk İttifakı” gündemde. Daha önceki makalelerimde de vurguladığım gibi bu, iç ve dış, ama esasen de dış koşulların motivasyonuyla, doğrudan Türk Devleti tarafından gündem yapılan bir devlet projesidir. Bu projenin Öcalan tarafından memnuniyetle satın alındığı da artık bir sır değil. Yani bu proje artık tek taraflı olarak sadece devletin değil; Öcalan-Devlet
İttifakının ortak projesidir. Ancak bu çok belirleyici özelliğine rağmen bu proje henüz gerçek anlamda “Kürt-Türk İttifakının” kuruluşunu tamamlayıp, resmileştiği anlamına gelmiyor. Çünkü her ne kadar da Öcalan’ın iradesine tabi Kürt siyasal parti ve oluşumları genel bir onay vermiş görünüyorlarsa da ancak henüz son söz söylenmiş değil. Dolayısıyla da projede öngörülenler doğrultusunda somut adımların atılması, bir nevi askıda gibi. Bu bekleme aşamasında hesapta olmayan “sürpriz” gelişmeler yaşanmaz ise; projenin “güçlü ve sağlıklı doğumu” önemli oranda PKK kongresinin takınacağı tavra ve bir yönüyle de Bölge üzerinde kartları karma kudretine sahip güç odaklarından veto yememesine bağlı olacaktır.
Bölünme riski ve
olası sonuçları
Ancak şunun göz ardı edilmemesi gerekiyor: PKK kongresi bir bütün olarak
veto etse bile bu, “Kürt tarafının” ancak ki küçük bir kesiminin iradesini
temsil edeceğinden; başlı başına engelleyici bir ağırlığı olmayacaktır. Çünkü
bu durumda PKK kendi sosyal tabanını bütünlüklü olarak safında tutmayı sağlayamaz:
Başta Öcalan ve muhtemelen Demirtaş ve DEM Parti buna uymayı reddedeceklerdir.
Öte yandan sorun tamamen bir ulusal topluluğun iradesinin söz konusu olduğu bir
durumda, siyasal ve ideolojik nedenlerle ayrı saflarda duran diğer Kürt
kesimlerinin koyacağı tavır da önemli bir diğer belirleyen olacaktır. Örneğin
AKP seçmeni Kürtler, HÜDAPAR, KDP ve bunlara yakın kesimler bu projeye destek
vereceklerini zaten beyan ettiler de. Gerçi KDP, KYB, HAKPAR, HÜDAPAR ve daha
bir yığın irili-ufaklı kesim bağımsız Kürdistan devleti veya olmuyorsa
federasyon istemleriyle Öcalan ile programatik olarak ters düşüyorlarsa da ama
gerek Türk Devleti ve Erdoğan ile kurdukları angajmanlardan ve gerekse en büyük
ve güçlü rakipleri PKK’nin silahlı mücadelesinin kendilerine oluşturduğu baskı
ve basıncın devre dışı kalacak olmasından ötürü, bu projeden yana saf
tutacaklardır.
PKK kongre iradesinin bu projeyi reddetmesi halinde (zayıf bir olasılık,
ama bu işler hiç de belli olmaz. Çünkü sorun Suriye, İran ve daha da önemlisi Orta
Doğu’nun bütünlüklü olarak yeniden dizayn ve paylaşılması olduğunda; ille ki
rakip güç odakları bu durumda PKK ve Rojava Özerk Yönetimi’ni etkileyerek kendi
saflarına katmak isteyeceklerdir.), Kürtler kendi aralarında ayrışarak, iki
farklı strateji etrafında saflaşacaklardır. Bu, özellikle kendilerini
“milliyetçi Kürt” olarak tanımlayan ve Kürt-Türk ittifakına alternatif olarak
Kürt-İsrail ittifakını önceleyen kesimler ve keza kategorik olarak Öcalan’ın
her türlü ulusal statüyü dışlayan tutumunun karşısında yer alan kesimler ile
PKK arasında, reel politikanın bir gereği olarak yeni bir ittifak odağının oluşacağını
öngörmek yanlış olmayacaktır. Tabii bunun, zorunlu bir itkiyle, başta İsrail
olmak üzere, başka güç odaklarıyla ittifak ilişkilerini koşullayacağını
öngörmek de yanlış olmayacaktır. Bu denklemde Rojava Özerk Yönetimi’nin,
Öcalan’ın dayattığı ulusal statüsüzlükten yana değil de ulusal bir statü vadeden
tarafta yer alması da bir başka olasılık olacaktır.
Fakat bütün bu olasılıklara rağmen, hesapları ters yüz yapacak “oyun
bozucu” güçte başka engeller çıkmaması halinde, Kürt-Türk İttifakı projesi yine
de resmi kuruluşunu tamamlayarak, ilan edilecektir. Çünkü her ne kadarda bütün
Kürtleri içine alamamaktan ötürü kısmi kapsam daralması yaşasa da ama yine de
hem içte ve hem de dışta azımsanmayacak bir kesimi kapsayacak olmasından ötürü,
kolayca vazgeçecekleri bir şey olmayacaktır.
Kaldı ki sırf “barış ortamı” ve daha da önemlisi Anayasa değişikliğiyle hem
kazanılacak kimi alt düzeyli iyileştirmeler ve hem de Erdoğan’ın tekrardan aday
olup kazanabilmesi açısından içte sağlayacağı avantajlardan ötürü Devlet tarafı
da Öcalan tarafı da bundan öyle kolay vazgeçmeyerek, uygulamaya sokacaklardır.
Kürt-Türk
ittifakının devlet açısından stratejik önemi
PKK kongresinin yek vücut bu projenin arkasında durması halinde, Kürt-Türk
ittifakının, Türk Devleti’nin güçlü bir şekilde Bölge denkleminde yer almasına
imkân sunacağını, İsrail’in Kürt kartını önemli oranda zayıflatacağını söylemek
yanlış olmayacaktır. Hele ki bu proje Rojava’nın mevcut statüsünü koruyarak
veya federatif pozisyonla Türkiye’ye entegre edilmesini öngörüyorsa.
Gerçi bu konu sadece Rojava’yı ilgilendirmiyor. Aynı şekilde, hali hazırda
anayasal federal bir yapıya sahip Güney Kürdistan’ı da ilgilendiriyor. Keza bu
bağlamda ABD ve Bölge denkleminde güçlü bir ağırlığı bulunan İngiltere’yi de
ilgilendiriyor. Bu her iki emperyal gücün ayrışan çıkarlarını önceleyerek bu
projeyi kendi lehlerine olacak şekilde budaması da olası. Keza ABD ve
dolayısıyla İsrail’e güçlü kolanlarla angaje durumda olan Rojava ve keza
Barzani iktidarının, ABD’nin “taş koyması” durumunda yine de bu projeye iştirak
edeceklerinin bir garantisi de yok gibi. Denilebilir ki Öcalan ABD’ye meydan
okuduğuna göre, varsayılabilir ki bu güvenceleri önceden almıştır. Ancak “kimin
eli kimin cebinde” durumlarının yaşandığı ve somut çıkarların her şeyi satın
aldığı böylesi bir “kurtlar sofrasında” bu güvencelerin pek güvenceli
olmayacağı da rahatlıkla söylenebilir.
Yani projenin özellikle de dış cephede ki kaderi önemli oranda Suriye
sahasında ve İran’a çekilecek operasyonda ABD-İsrail ikilisinin (buna belki
Rusya’yı da bir ölçüde dahil etmek gerekir) İngiltere-Türkiye-Şam bloğu
(hatırlanacağı gibi bir makalemde, Esat rejiminin yıkılmasıyla sonuçlanan
operasyonu, İngiltere’nin Suriye’de Rusya’ya operasyonu” başlığıyla kaleme
almıştım.) ile yapacağı al-ver pazarlıklarına bağlı gibi duruyor. Yani sözün
özü şu ki; bu denli çok bilinmeyenli şeylerin olası olduğu bir ortamda neyin
nasıl şekilleneceğini kesin olarak söyleyebilmek, pek öyle kolay değil.
Keza tarafların karşılıklı olarak dillendirdikleri “barış” ve “kardeşlik”
durum da yine tamamen söz konusu bu projeye endekslidir. Öngörülen Kürt-Türk
ittifakının gerçekleşmemesi halinde, barış da kardeşlik de normalde bir dahaki
somut ihtiyaç durumuna kadar buzluğa kaldırılırdı. Ancak ne var ki iktidar
kliğinin “beka” sorunu onlara bu tarz “hovardaca” davranma lüksü tanımayacağından;
böyle davranmayacaklardır. Projenin dış cepheye ilişkin fonksiyonu akamete uğrayacak
olsa da ancak Öcalan üzerinden yakalanan avantajla, iç cephede ön görülen işlevi
korunmaya çalışılacaktır. Çünkü hem bölgedeki sert çelişki ve ilişkiler
devletin önüne iç cephe tahkimatını sağlama zorunluluğu koyuyor ve hem de
iktidar bloğunun Anayasa da öngörülen değişiklikleri yapabilmesi ve Erdoğan’a
yeniden aday olabilme “meşru yolunun” açılabilmesi için, mevcut denklemde
Kürtlerin desteğine ihtiyacı var. İşte bu iki esaslı nedenden ötürü Kürt-Türk
ittifakının, kapsamı daralmış haliyle de olsa, oluşturulup sürdürülmeye
çalışılacağı, kuvvetle muhtemeldir.
İttifakın
gerçekleşmesi neyi nasıl etkileyecek?
Bunun olması halinde, evet, süregelen Kürt-Türk savaşı, silahlı mücadele
biçimiyle askıya alınmış olacağından; görece bir barış ortamı oluşacaktır.
Kardeşliğin sağlanabilmesi ise bu kadar kolay ve pratik olmayacaktır. Çünkü hem
yüz küsur yıllık düşmanlığın biriktirdiği ağır bedeller öyle bir iki makyaj
hilesiyle telafi edilemez ve hem de gerçek anlamda kardeşliğin sağlanabilmesi
için öncelikle bunun hukuki ve sosyal zeminin oluşturulması gerekir. Bunun
anlamı, öncelikle; “kardeşler” arasında tam hak eşitliği hukukunun
oluşturularak, anayasal güvenceyle teminat altına alınması ve hayatın her
alanında uzunca bir süre pozitif ayrımcılıkla, yaratılan güvensizlik ve
karşılıklı düşmanlık duygularının giderilmeye çalışılmasını gerektirir.
Tabiatıyla bu, ancak ki uzunca bir süreç içerisinde mümkün olabilecek bir
şeydir.
Ancak gerçekçi olup görmek gerekir ki bu yüz küsur yıllık düşmanlığı
oluşturan nedenler ortadan kalmadıkça, gerçek anlamda bir kardeşlik hukuku da
kurulamayacaktır. Haliyle bu da kalıcı bir barışın sağlanmasını mümkün
kılmayacaktır.
Türk Devleti’nin, bırakalım Kürtlerin kendi kaderlerini özgürce tayin etme
hakkınca davranmalarına saygılı davranmasını, en ufak ulusal hak taleplerini
bile zor ve şiddetle engelleme yolunu seçtiği bir durumda, barış ve kardeşlik
ilişkisinin sürdürülebilmesi nasıl mümkün olabilir ki?
Bir arada veya komşuluk ilişkisi içinde yaşayan etnik veya inançsal
topluluklar şayet tam hak eşitliğine sahip değillerse, yani aralarında birinin
diğerine göre ayrıcalıkları varsa ve bu ayrıcalıklar hele de ilişkiyi egemen ve
bağımlılık ilişkisi boyutuna taşımışsa; orada şu veya bu şekilde ille ki bir
uyuşmazlık, bir gerilim ve çatışma dinamiği faal olarak devrede olacaktır. Bu,
eşyanın tabiatı gereği, kaçınılmazdır da.
Kurgulanan ve realize edilmeye çalışılan projede devletin gerçek anlamda
barış ve kardeşliğin sağlanması adına Kürtlere vadettiği ne var? En iyimser
tahminle, eşit haklara sahip Anayasal vatandaşlık ve ademi merkeziyetçi yerel
yönetim hakkı. Peki Kürtler adına talep edilenler bundan farklı mı? Hayır! Peki
bunlar, yüz küsur yıllık bu sorunu gündemden çıkarmaya muktedir olabilir mi?
Elbette ki hayır! Çünkü ezen-ezilen veya bir başka ifadeyle egemen ve bağımlı
ulus çelişkisi, tabiatı gereği ancak ki çelişkiyi var eden ezen-ezilen
statüsünün yıkılıp, yerine ezilen ulusun kendi kaderini özgürce belirleme
hakkını kullanmasına ezen taraf olan ulusun saygı göstermesiyle mümkün
olabilir. Yani Öcalan’ın çelişmenin bu tabiatını es geçen ütopik önermeleri
asla sorunun kalıcı bir şekilde çözümünü bulmasını sağlayamaz. Çünkü çelişmeyi
var eden ezen-ezilen ulus pozisyonu esasen kendisini var etmeye devam ediyor
olacak. Dolayısıyla da bu proje ile günü kısmen kotarmak mümkün olsa da ama
Kürt-Türk barış ve kardeşliğini uzun soluklu kılmaya asla yeterli olmayacaktır.
Çünkü bunu mümkün kılacak bir muhteva taşımıyor.
Sürecin olağan
gelişim yönü
Dolayısıyla da hem Kürtler tam hak eşitliği taleplerinden asla
vazgeçmeyecek, hem de Türk Devleti bunların kabulüne asla yanaşmayacaktır. Haliyle
de bu sorun, çözüm talep eden güncelliğini sürdürmeye devam edecektir.
Mücadelenin silahlı boyuttan barışçıl, hatta Öcalan’ın, dünya ölçeğinde yeni bir emperyalist paylaşım
savaşı tam tamlarının alabildiğine
gümbürdemeye başladığı, Orta Doğu’da fiili savaş durumunun hız kesmeden
devam ettiği ve de sınıfsal çelişkilerin keskinleşme trendinin giderek
yükselmekte olduğu böylesi bir konjonktürde oldukça sürrealist duran
“demokratik uzlaşmayı esas alan” mücadele boyutuna evrilmesi halinde bile, Türk
Devleti’ni bölünme-parçalanma, dolayısıyla da “beka” kâbusu ve ölümcül
korkusundan kurtarmaya asla yeterli gelmeyecektir. Zorlandığı her toplumsal hak
arama pratiği karşısında “bölücülük”, “toplumun huzur ve güvenliğini bozma” ve
“hükümeti devirmeye teşebbüs” gibi daha pek çok gerekçeyle, örneğin Gezi
sürecinde olduğu gibi, devlet terörünü devrede tutmaya devam edecektir. Çünkü
bu sistem ve özel olarak da Erdoğan iktidarı koşulsuz biat talep ediyor.
İsterse Anayasal çerçevede gelişsin, sistemi zorlayacak örgütlü ve ısrarlı
toplumsal hiçbir hak talep eksenli genel grev vb. tarzlı güçlü eylemlere asla toleransı
olamaz. Çünkü hem iç dinamikleri bakımından sistem bunları göğüsleyebilecek
kadar güçlü değil hem de Erdoğan o kadar cesur değil. Tabiri caizse adamın ödü
yüreği patlıyor toplumsal itiraz ve direnişler karşısında. İşte gerçek hayatın bu katı koşulları
karşısında Öcalan’ın hem mücadele tarzı olarak ve hem de ulusal sorunun çözüm
tarzına dair önerdiği “yeni paradigması” sorunların çözümünün değil, sadece bir
süreliğine ötelenmesinin ve iktidarın kendisini yeniden tahkim etmesinin “hal
çaresi” olabilir ancak ki.
İttifakın sağlanmasıyla, ömrü köprüden geçene kadar sürecek görece bir
barış ortamı, elbette olacak. Ancak bu barış toplumsal bir barış değil, esasen
Kürt-Türk silahlı savaşının sonlandırılması ve Öcalan’ın önerdiği demokratik
uzlaşı çerçevesinde hareket serbestisinin sağlanması anlamında bir barış
olacaktır. Toplumsal barış ise yaşanan yaşam koşullarından ötürü zaten mümkün
olabilecek bir şey de değil. Çünkü zaten hayli keskin olan çelişkiler giderek
daha da keskinleşecek, çünkü tüm kapitalist dünya devletleri her gün mislince
artan oranlarda savaş harcamalarına bütçe ayırma yarışında. Bu, halkın yaşam koşullarının
her geçen gün daha kötüleşmesi anlamına gelir. Öte yandan bu koşullar
kaçınılmaz olarak toplumsal öfke biriktirip büyütmekte. Bu sürecin olağan akışı
içinde, kendiliğinden de olsa, toplumsal öfke patlamaları ve daha çok sokağa ve
alanlara inerek isyan gösterilerinde bulunacak kitleler. Bu ise hem güçsüz
devletin ve hem de özel olarak Erdoğan iktidarının kâbusu olduğundan; barış
sürecine bir demokratikleşme hamlesi asla eşlik etmeyecektir. Tam aksine iç ve
dış tehditlere karşı “iç cephenin tahkimi” hızlandırılarak devam ettirilecektir.
Bunda, Öcalan üzerinden demokratik Kürt dinamiğinin, “demokratik uzlaşı”
ekseninde önemli oranda atıl bir beklenti sürecine sokulacak olmasının da
avantajları olacaktır kuşkusuz. Süreç, kurgulandığı tarzda ilerleme şansı
bulursa şayet, Kürt siyasal hareketi de kaçınılmaz olarak Öcalan-Devlet
ittifakının bir bileşeni olarak, bir şekilde Erdoğan iktidarının ömrünü
uzatacak projenin fiili destekleyeni olacak. Yani yok öyle bir şey vermeden bir
şeyler almak.
Olursa şayet, Kürt-Türk barışının belki de kayda değer tek olumlu toplumsal
etkisi, savaş ortamının körüklediği azgın şovenizmin giderek dinip gerileyerek,
emekçiler arası “milli düşmanlık” duygusunu geri plana itip, zaten yeterince
olgun nesnel zemini bulunan sınıf kardeşliğinin gelişmesinin önünü açacak
olması olacaktır.
Bu da sınıfsal eksenli toplumsal kurtuluş mücadelesinin güçlenebilmesinin
en önemli zeminlerinden biri olacaktır elbet. Yeni sürecin sunacağı bu ve
benzeri gibi dinamikler, kendi doğal yatağında devinmeye başladıkça; Kürt işçi
ve emekçileri, sınıf mücadelesi deryasında, her milletten sınıf kardeşleriyle
omuz omuza militan mücadeleye katılmakta asla tereddüt etmeyeceklerdir. Yani o
kertede Öcalan’ın “Demokratik uzlaşma esastır” prangalarının da hiçbir hükmü
olmayacaktır. Yani fırlatılıp atacaklarından kuşku duyulamaz.
Özetle, yeni sürecin içsel dinamikleri sınıf mücadelesini geriye çekmeyecek, bilakis, hız ve boyut katarak gelişmesine güçlü bir zemin sunacaktır. Marifet, bunu devrim rotasında ilerletecek sol-sosyalist ve komünist devrimci özneye kalıyor.