Halil Gündoğan
11.01.2025
Kore Yarımadasının kısa tarihi
“20. Yüzyılın başlarına kadar bağımsızlığını koruyan Kore, 1910 yılında Japonya tarafından işgal edilmiş ve 1945 yılına kadar Japonya’nın hâkimiyeti altında kalmıştır. (…) 1910-1945 yılları arasında devam eden Japon işgali, Japonya’nın savaşı kaybetmesiyle (2. Dünya Savaşı. Bn.) sona ermiş, savaş sonrasında 38. Paralelin güneyinde ABD, kuzeyinde SSCB kontrolünde iki farklı yönetim ortaya çıkmıştır. 1948 yılında her iki yönetim de devlet ilanıyla yarımadanın tamamında egemenlik iddia etmiş, bunun üzerine Kore Savaşı patlak vermiştir.
ABD, İngiltere ve
Birleşmiş Milletler (BM) birliklerinin Güney yönetimini, SSCB ve Çin’inse Kuzey
yönetimini desteklediği savaş, 1950-1953 yılları arasında üç yıl devam etmiş,
bu süreçte 2,5 milyonu sivil olmak üzere 3 milyondan fazla insan hayatını
kaybetmiştir. (Bilindiği üzere Türk Devleti de NATO’ya alınma karşılığında bu
savaşta 15 bin civarında askerle, Güney Kore saflarında katılmıştı. Bu emekçi
halk çocuklarından 750’si hayatını kaybetmiş, 175’i kaybolmuş, 400 civarında
esir düşmüş ve 250’si de yaralanmıştı. Bu savaşta da sembolik te olsa tek bir
zengin çocuğu dahi yer almamıştı. Bn.) Savaş sonunda Güney Kore ve Kuzey Kore
olmak üzere iki farklı devlet ortaya çıkmış, savaşsa resmi olarak ancak
2018yılında sona ermiştir.” (https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-kuzey-kore/ )
Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
Kuzey Kore, 2.
Dünya Savaşı sonrası, Kore İşçi Partisi önderliğinde önce “Kuzey Kore Geçici
Halk Komitesi” adı altında, sonra da SSCB denetiminde, “Kore Demokratik Halk
Cumhuriyeti” olarak, 9 Eylül 1948 tarihinde kuruldu. 1960’lı yıllara kadar
kendisini “Marksist-Leninist ve Juche temellerine dayalı sosyalizm” olarak
tanımlar. Ancak önce Juche ve ardından da Songun revizesiyle; 2012 de
gerçekleştirilen 4.Konferansta parti tüzüğünde esaslı bir değişiklik yapılır.
Kimilsungizm-Kimjongilizmin “partinin tek yol gösterici fikri” olduğu kabul
edilir. Zaten 2010 yılında yapılan 3. Konferansta, partinin nihai hedefi olarak
önsüzde yer verilen “komünist bir toplum kurma” hükmü de tüzükten çıkarılır.
Babadan-oğula devredilen bir hanedanlık rejimi
İlk devlet
başkanı: Kim İl-sung’dur. Ardından, 1994 yılında oğlu Kim Jong-il ve 2011
yılından beri de torunu Kim Jong-un devlet başkanlığı makamındadır. Yani demek
oluyor ki Kuzey Kore halkı arasında Kim’ler dışında gerek parti liderliği ve
gerekse devlet başkanlığı vasfı gösterebilen başka kimsecikler çıkmıyor ki
babadan oğula, üç nesildir devam edegelen bir hanedanlık rejimi kurulmuş.
Demokrasi yoksa, halk demokrasisi veya sosyalizm de
yoktur
Sırf bu olgu bile
o rejimin sosyalist, ya da resmi anayasal adıyla “demokratik halk cumhuriyeti” olduğunu
tartışmalı kılar. Çünkü demokrasi, her iki rejimin de vaz geçilmez temel
ilkelerindendir. Hanedanlık ise hem demokrasinin hem halk demokrasisinin ve hem
de sosyalist demokrasinin dokusuyla uyuşmayan, totaliter bir diktatörlüktür.
Anayasasına göre
yönetim “demokratik seçimler” yoluyla belirleniyor. Her ne kadar da üç küçük
parti daha varsa da ancak tek resmi parti Kore İşçi Partisi’dir. Bu parti,
iktidar partisi olup, devlet ile özdeşleşmiştir de. Keza Parti, 1946 yılında
kurulan ve ülkedeki tek yasal siyasi hareketi olan “Anavatanın Yeniden
Birleşmesi için Demokratik Cephe” sine de liderlik yapmaktadır.
Üretim araçları üzerinde devlet mülkiyeti = sosyalizm
değildir
Kuzey Kore Anayasanın
3. Maddesine göre “Kimilsungizm-Kimjongilizm”, Kuzey Kore’nin resmi ideolojisi
olup; genel olarak üretim araçları ve özel olarak da devlet tarafından
işletilen tüm işletmeler ve keza “kolektif işletme” statüsüne dönüştürülmüş çiftlikler
devlete aittir. Yani bu anlamıyla,
alışıla gelmiş klasik deyimiyle “kamu mülkiyeti” kategorisinde görünüyor. Fakat
biliyoruz ki sosyalist sistemde devlet erki, proletarya diktatörlüğü altında,
ta kurulduğu andan itibaren, koşullara bağlı olarak, tedricen sönümlenme sürecine
girmemişse, tam aksine halkın doğrudan yönetim aygıtları olan Sovyet sistemini
giderek işlevsizleştirerek, tüm yetkileri elinde toplayan katı merkeziyetçi
bürokratik bir yapı olarak toplum üzerinde bir otoriteye dönüşmüşse; orada o
“kamu mülkiyeti” artık gerçek anlamda kamunun, yani “tüm halkın mülkiyeti”
değildir. O, artık tamamen bir avuç bürokratın mülkiyetine dönüşmüştür. Bu da
aslında, kapitalizmin özünün ifadesi olan üretim araçları üzerindeki özel
mülkiyetin, “zümre mülkiyeti” formatıyla, kendisini yeniden üretmeye devam etmesi
anlamına gelir. Dolayısıyla da resmi adı sosyalist de olsa, komünist de olsa, o
rejim basbayağısından kapitalisttir. Buna “devlet kapitalizmi” veya “bürokratik
kapitalizm” de denir.
Yani gerek
adındaki “demokratik halk cumhuriyeti” gerek üretim araçları ve işletmelerin
mülkiyetinin “devlet mülkiyeti” olarak anayasal güvenceye alınmış olması ve
gerekse sağlık hizmetleri, eğitim, barınma ve temel gıda maddelerinin esasen
devlet tarafından karşılanıyor olması gibi bazı özelliklerin hâlâ devam ediyor
olması Kuzey Kore’ye yine de “sosyalist sistem” payesi kazandırmaz.
Kuzey Kore, Juche prensibine rağmen, “bağımlı ülke”
konumundan çıkamamıştır
KİP’in kurucu
lideri ve ilk devlet başkanı Kim İl Sung’un kendisi tarafından teorize edilen “Juche
ideolojisi”ne ilişkin tanımı şöyledir: “Başkalarına bağımlılığı reddetmek,
kendi gücünü kullanmak, kendi gücüne inanmak ve devrimci özgüven ruhunu
sergilemek için bağımsız bir duruş” Bu temel anlayış üzerinden de şu üç ilke
ileri sürülür: “Chaju: Siyasi bağımsızlık, Chawi: Askeri bağımsızlık, ulusal
savunmada özgüven, Charip: Ekonomik bağımsızlık ve kendine yeterlilik.” (https://www.dsjournal.org/kuzey-kore-juche-ideolojisi/ )
Fakat buna rağmen
kuruluş sürecinde esas olarak SSCB tarafından finanse edilen, sonra (ve ama özellikle
de Sovyet Bloğunun çökmesiyle) ekonomik ilişkilerinde esasen Çin’e dayanan
Kuzey Kore, iktisaden aslında kendi kendine yetebilen bir konuma ulaşmayı esasen
başaramamıştır. Şatafatlı/yaldızlı askeri atraksiyon ve nükleer silah sahibi, “güçlü
devlet” sunumlarına karşın, yaşam standartlarının hayli düşük olduğu, halkın
ezici çoğunluğunun yoksulluk sınırlarında bir yaşam sürdüğü rahatlıkla
söylenebilir.
Devasa askeri harcamalar yoksulluğun bir diğer nedeni
Ve tabii bütün
bunlara ek olarak bir buçuk milyonluk bir ordunun toplam masrafları da dahil
edildiğinde, bu devasa askeri harcamalar, halkın bu yoksul yaşama mahkûm
edilmesinin başlıca nedenleri arasında olsa gerek.
Kuzey Kore ne karşılığında Ukrayna’da Rusya adına
savaşacak?
Bu soru,
spekülasyondan ibaret, temelsiz bir soru değil elbet. Kuzey Kore’nin Ukrayna
cephesine asker gönderme kararı muhtemelen, Haziran 2024 tarihinde Rusya ile
yapılan, “herhangi bir saldırı halinde birbirlerini koruma” şeklindeki prensip
anlaşmasının bir gereği olarak izah edilecektir. Fakat esas nedenin tek başına
bu olmadığı açık. Esas nedenler taraflar açısından farklılık arz ediyor: Rusya
açısından esas neden, sahada savaşacak asker açığını belli ölçülerde giderme
ihtiyacıdır. Kuzey Kore açısından ise çok daha farklı nedenler söz konusudur.
Öncelikli neden, cephede savaşacak asker karşılığında “gıda yardımı ile
ekonomik ve teknolojik destek” alabilecek olmasıdır. Bunun yanında gelişmiş
savaş uçağı temin edebilecek olması ve keza askerlerine doğrudan sıcak savaş
ortamında tecrübe kazandıracak olmasıdır. Tabii dünyanın hızla yeni bir
emperyalist paylaşım savaşına doğru sürüklendiği bir süreçte Kuzey Kore,
müttefiklerine “güvenilir partner” olacağı güvencesi verme ihtiyacı da duyuyor
olabilir. (https://www.dw.com/tr/g%C3%BCney-kore-istihbarat%C4%B1-kuzey-kore-rusyaya-asker-g%C3%B6nderdi/a-70533913 )
Kuşku yok ki bu
“al-ver” pazarlığının masum insanların kanının pazarlanması üzerinden yapılıyor
olması, tarih boyunca egemen zorbalar açısından zerre kadar dert edilmediği
gibi, nitekim bugün de asla dert edilmiyor işte.