Halil Gündoğan
18.01.2025
Başta Türk Devleti Dış İşleri Bakanı olmak üzere, Cumhur Başkanı ve Savunma Bakanı sıklıkla: Suriyeli olmayan silahlı yabancı güçlerin Suriye’yi derhal terk etmeleri gerektiğini açıklamasında bulunmakta. Ötesinde, bunu bir koşul olarak dayatmakta.
Tuhaf olanı; bu dayatma koşulun tek muhatabının QSD/YPG olması. Ve keza bir diğer tuhaflık da gerek PKK ve gerekse QSD yetkililerinin buna takındıkları: “Sorun değil, çıkarırız.” şeklinde ki tutumlarıdır.
Tabii ki her devlet, komşusu devletlerde kendi güvenliğini tehdit eden yabancı silahlı güçlerin bulunmasını ve barınmasını istemez. İlgili devlet veya devletlerden bunları barındırmamasını isteme hak ve hukukuna sahiptir de.
Ancak durum hiç de böyle değil. Çünkü öncelikle Türk Devleti’nin kendisi,
Suriye’de on binlerce askeri, yüz küsur askeri üssü ve keza atadığı yerel
yöneticiler, açtığı okullar vs. vs. ile zaten; “Suriyeli olmayan silahlı güç”
olarak, işgalci bir güç konumundadır. Dolayısıyla da diğerlerinden istemeden
önce, en başta kendisinin Suriye’den çıkması gerekir. Bunu yapmadan,
başkalarından bunu isteme hakkını da doğal olarak kazanamaz.
Öte yandan gerek doğrudan kendi emir komutası altında olan paramiliter
oluşumu SMO saflarında ve gerekse 17 farklı oluşumun çatı yapısı olan HTŞ
saflarında, tamamına yakını şeriatçı olan binlerce yabancı uyruklu unsur
mevcut. Ve bunların önemlice bir bölümü de yeni düzenlemede, rütbeleri
yükseltilere, üst düzey kademelere atanmış durumda.
Fakat Türk Devleti bunların tamamını “Suriye’nin öz evlatları ve sahipleri”
sayıyor olmalı ki terk etmesi gerekenler arasında hiçbirisinin ismini ağzına
dahi almıyor.
Keza başta ABD ve Batı Avrupalı “Koordinasyon Güçleri” olmak üzere,
Suriye’de konuşlanmış emperyalist odaklara mensup askeri güçlerin adı bile
anılmıyor.
Belki de çok daha vahimi, güya kendisi için de en yakın risk gördüğü
İsrail’in Suriye’deki işgal güçlerini de “Suriyeli olmayan silahlı güçler”
kapsamında saymıyor olmalı ki bunların bile sözü edilmiyor.
Haliyle de geriye; “Suriyeli olmayan silahlı güçler” olarak sadece QSD
çatısı altındaki YPG-YPJ güçleri arasında yer alan “Suriyeli olmayanlar” kalır.
Bunlar da malum olduğu üzere PKK, MLKP, TKP-ML, MKP, DKP ve Enternasyonal Tabur’dan
olan savaşçılardır.
Hal böyle olunca da Türk Devleti’nin asıl derdinin; “Suriyeli olmayan silahlı
yapıların Suriye’den çıkması” olmadığı da kendiliğinden anlaşılmış olur. Asıl
dert, bir yanıyla bu enstrümanı PKK ve QSD ile pazarlık kozu olarak
kullanmakken; bir yanıyla da Türkiye ve K. Kürdistanlı devrimci yapılara mensup
silahlı güçlerin Rojava’daki varlığını bir fiili Rojava Özerk Yönetimi’ne
tasfiye ettirmektir.
İşte söz konusu bu tek taraflı dayatmayla güdülen niyet ve amacın bu olduğunun,
net olarak görülmesi gerekiyor. Karşı tavrın isabetli ve gerektiği gibi
geliştirilebilmesi için bunun görülmesi önem arz eder.
Ve ama maalesef ki başta PKK adına konuşan Duran Kalkan ve Murat Karayılan
ve gerekse Rojava Özerk Yönetim adına açıklamalarda bulunanlar bu konuda
kusurlu ve geriden alan bir naiflik içindeler: “Tamam, sorun değil; az sayıda
bir güç var zaten, onlar da çıkıp giderler” diyebiliyorlar.
Oysa bu konuda öncelikle Türk Devletinin tutumunda ki bariz çifte standart
teşhir edilerek, bu Osmanlı düzenbazlığına dikkat çekmek gerekir. Suriye’de ki “yabancı
güçlerin” başında Türk Devleti’nin askeri ve diğer ilhakçı bürokratik güçleri
yer alır. “Önce sen kendin çık ki başkalarına çık deme hak ve yetkin olabilsin.”
demek gerekir. Keza; “gücün yetiyorsa ABD ve diğer emperyalist güç odaklarının
askeri güçlerini ve üslerini çıkmaya zorla. Siyonist İsrail yayılmacılığına ve
işgaline dur de ve Suriye topraklarını derhal terk etmesini iste. Keza gerek
SMO ve gerekse HTŞ saflarında ki binlerce yabacı uyruklu şeriatçı çetelerin
Suriye’yi derhal terk etmelerini dayat kendilerine. Bunları yapmadıkça, hiç
kimseye ‘siz Suriyeli değilsiniz, dolayısıyla da Suriye’yi terk edin’ deme hak
ve yetkisine sahip olamazsın.” demek gerekiyor haklı olarak.
Sorunun bir diğer boyutu da Rojava bir Kürt yurdu ve PKK de bir Kürt
örgütü. Nasıl ki Irak Devleti ve Barzani iktidarının “burayı terk edin”
demesiyle Kandil ve diğer yerler terk edilmeyip; “burası bizim doğal vatanımız,
kimi kimin toprağından kovuyorsunuz” diye tavır takınıldıysa; PKK’nin burada da
yine benzer bir itiraz geliştirmesi gerekir. Aksi takdirde Kandil ve Medya
Savunma Alanlarındaki konumlanışının meşru gerekçesini de yitirmiş olur.
Rojava Özerk Yönetimi açısından elbette diğer devrimci örgütlerin varlığı
biraz daha farklı bir özgünlük arz eder. Yeni süreç bir şekilde barışa
evrilecekse; bunların varlığının Türk Devleti ve yeni Suriye yönetimi açısından
sorun olarak görüleceği kesin. Dolayısıyla da Rojava Özerk Yönetimi bu
güçlerden, artık silahlı güç olarak Rojava’da barınmalarının koşullarının
kalmadığından hareketle, ayrılmalarını isteyebilir. Bu, anlaşılabilir bir durum
olur elbet. Ve ama bunu da tüm diğer diğer yabancı uyruklu çetelerin Suriye’den
ayrılması koşuluna bağlaması gerekir. Çünkü bu milliyetçi, faşist ve İŞİD
zihniyetli çeteler Suriye’de oldukça; çeşitli milliyet, cins ve inançtan Suriye
halkının mal ve can güvenliği daima risk ve tehdit altında olacaktır. Dolayısıyla
da devrimci güçlerin varlığı, halkın kendi öz savunmasını güçlü kılabilmesi bakımından
önem arz edecektir.
Yani özetle: Türk Devleti’nin alışıla geldik oyun, hile ve tehditlerine
karşı artık daha bir öz güvenli karşı atak geliştirilmezse; sahadan değil, ama
masadan daha dezavantajlı bir pozisyonda kalmak kaçınılmaz olabilir.