Öcalan’ın “Özgürlük Çözümü”

 


Halil Gündoğan


14.07.2025

 

Kısa bir muhasebe

Öcalan PKK’nin fesih kongresine gönderdiği söz konusu perspektif yazısında, başlıktaki “Özgürlük Çözümü” ifadesini, Kürt ulusal sorunun çözümü anlamında kullanır. Hatırlanacağı gibi “Kürt ve Kürdistan Gerçekliği” ara başlığı altında, kendi deyimiyle; “Kürt ve Kürdistan adına bir realite kalmamıştı.” dediği koşullarda, PKK ile bu makus talihin nasıl ters yüz edildiğini şu ifadelerle özetler: “Modern bir hareket olarak PKK’nin en önemli başarısı bu realiteyi yeniden canlandırmak oldu. PKK Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin varlığını hem kanıtladı ve hem de yenilmez kıldı.” Vb. ifadelerin ardından, peki bu tarihi başarılarla “Özgürlük çözümü başarıldı mı?” diye sorar. Yani tarihi Kürt ve Kürdistan sorunun, bu başarılarla, çözümünü bulup bulmadığını sorar.

 

Aslında bu sorunun yanıtını, “sorun” olarak addedilen sorunu ne olarak tanımladığınız belirler. Örneğin Kürt ve Kürdistan sorununu, varlığı ve tüm ulusal değerleri yok sayılan veya önemli oranda yok sayılan sömürge veya yarı sömürge veya siyasal bağımsızlığı engellenmiş, yurdu işgal ve ilhak edilmiş bağımlı ulus vb. olarak tanımlıyorsanız; bu durumda bu sorunun çözümü, kaçınılmaz olarak ulusu, tüm bu engelleyici bağlardan kurtararak, özgürlüğüne kavuşturmaktır. Nitekim PKK de Kürt ve Kürdistan sorununu, dört parçaya bölünmüş, uluslararası sömürge olarak tanımladı. Çözümünün de sorunun bu gerçekliğinden hareketle, ancak ki “Birleşik Bağımsız Kürdistan Devletinin” kurulmasıyla mümkün olacağına hükmetti. Peki bu doğru bir teşhis ve çözüm müydü? Genel anlamda evet doğru ve isabetliydi. Zaten mevcut koşullarda böylesi bir sorunun başka bir çözüm yol ve tarzı da yoktur. Dolayısıyla da PKK’nin soruna dair ilk başlarda getirdiği bu çözüm formülü, sorunun öz karakteri bakımından doğru ve isabetliydi. Gerçekleşebilir veya ne oranda gerçekleşebilir olup olmadığı ise bir başka boyuttur. Bunu, içinden geçilecek farklı süreçlerin farklı iç ve dış güçler dengeleri etkiliyor veya önemli oranda belirliyor olmakla birlikte, ama daha çok, bu mücadeleye önderlik eden kurumun, “zamanın ruhuna uygun” olacak şekilde geliştireceği isabetli strateji ve taktikler ile ittifak ilişkileri tayin ediyor olacaktır.

 

Topu taca atmak

Dolayısıyla da Öcalan’ın bu soruya verdiği: “Hayır. Kürt varlığı kanıtlandı, ideolojik örgütsel bilince kavuştu fakat özgürleşme adımında tıkanma yaşandı.” şeklindeki yanıtının bu zeminde sorgulanmaya ihtiyacı vardır. Fakat görüleceği üzere Öcalan bundan itinayla kaçınıyor. O, bu tıkanmanın nedenlerini kendi önderlik tarz ve kusurlarıyla bağı içinde sorgulamıyor. Topu taca atarak, tıkanmanın nedenini tamamen kendi dışında aramayı tercih ediyor. Şöyle diyor örneğin: “Tıkanmanın gerisinde reel sosyalist ideoloji ve etkileri vardır.” Yani bununla diyor ki bir takım teorik açmazları ve özgürlük yoksunluğundan ötürü “reel sosyalizm” çökünce, “Bu bize kriz olarak yansıdı.” “Dayandığınız ideolojik argümantasyon çökmüştür. Hangi kavramsal çerçeveye hangi sosyolojik analize dayanacaksınız?” “Zor, bunalımlı yıllardı.”

 

Bahane üretme

Görüleceği gibi burada, “tıkanma yaşandı” diye tanımladığı şey, gerek Kürt ve Kürdistan sorunun tanım ve ele alınışının nesnel karşılığının olmayışı, gerek öngörülen çözüm stratejisinin yol açtığı yetersizlikler veya gerekse güçler dengesindeki dezavantajların yol açtığı askeri yenilginin yarattığı bir durum değildir. Nitekim 1990’lı yıllar Kürt özgürlük harekenin savaşı en şiddetli şekilde yürütebildiği, yer yer kurtarılmış alanlar oluşturma ve kısmi denge durumlarını çağrıştıran durumların da yakalanabildiği yıllar olmuştur. Evet, Öcalan’ın kafasındaki o bunalım ve ideolojik zemin yitimi krizine rağmen, hareket kendi olağan akış seyrince hatırı sayılır mesafeler alabilmiştir. Bu, inkârdan gelinemez olgusal bir gerçekliktir. Dolayısıyla da Öcalan’ın burada dile getirdiği şeyler gerçekçi olmayıp, ideolojik ve siyasi olarak makas değiştirmeyi üzerinde inşa etmeyi düşündüğü fikirsel alt yapıdır.

 

Günah keçisi: “Reel sosyalizm”

Öcalan’ın tanımladığı kriz, teorik açmazları ve özgürlükçü olmayışından ötürü “reel sosyalizmin” çöküşüyle birlikte, kaçınılmaz bir sonuç olarak, sömürge veya bağımlı ulusların devrimci tarzda kendi ulusal bağımsızlık savaşlarını yürütme teori ve stratejisinin de çökmüş olması şeklinde bir kriz değildir. Çünkü UKKTH prensibince sömürge veya bağımlı ülkelerin ulusal kurtuluş savaşları yürütmeleri, sosyalizmin veya “reel sosyalizmin” bir hükmü değildir. Bu, Marksistlerce de benimsenen genel bir demokrasi ve eşit haklar sorunudur. Nitekim toplumların “ulusal topraklar” üzerinde, ulus devletler şeklinde yeniden örgütlenmeye başladığı tarihi sürecin önemlice bir kesitinde yürütülen anti sömürge ulusal kurtuluş savaşlarının ezici çoğunluğu burjuvazi önderliğinde gerçekleşmiştir.

 

Çöken “reel sosyalizmin” yarattığı tsunami

Dolayısıyla da Öcalan’ın “Birleşik Bağımsız Kürdistan Devleti” kurma hedefli devrimci stratejinin çöktüğünü “reel sosyalizmin çöküşü” ile izah etmeye çalışması tamamen mesnetsiz ve zorlama bir durumdur. Çünkü “reel sosyalizmin çöküşü” ile, zaten “gecekondu” vari, derme çatma, eğreti bir gerçeklik arz eden sosyalizm hedefin hüsrana uğramış olabilir; fakat bu durumda da kuracağınız Kürdistan’ın ille de sosyalist Kürdistan olması da gerekmiyordu, “Birleşik Bağımsız Kürdistan Devleti” kurma opsiyonu, aynı nesnel koşulları üzerinden güncelliğini korumaya devam ediyordu. Demek ki çöken “reel sosyalizm” sadece sendeki sosyalizmi yıkmamış, daha fazlasını yapmış: Kendi öz güçlerine dayanarak, uzun soluklu bir mücadele ile hedefe varma azim ve kararlılığını tarumar etmiş. Nitekim İmralı Savunmalarında, emperyalist küreselleşmenin vardığı boyuta bakarak, ulus devletlerin artık gereksiz hale geldiğini ileri sürecek ve dünyanın bu gidişatı içinde bir Kürt ulus devleti kurmanın da beyhude olacağı sonucuna varacaktın. Tabii sosyal pratik senin bu toy öngörünü boşa çıkardı: Emperyalist ulus devletler başta olmak üzere, mevcut devletlerin tamamı, dünya pazarlarının yeniden paylaşımında avantajlar elde edebilmek veya rakibi karşısında varlığını koruyabilmek için, “yangından mal kaçırırcasına” bir telaşla, olanca güçleriyle, ulus devletlerinin tahkimine yönelmiş durumdalar.

 

Yeni görev: Hedef yitimine uğratmak

Günümüz dünya koşullarındaki “hayatın olağan akışı” böyleyken; Öcalan, İmralı süreciyle birlikte kendisine atılan yeni format gereği hem ulusal kurtuluş davalarını ve hem de sosyalist mücadeleyi içten darbeleme yoğun uğraşına yöneldi. Bunun için öncelikle her iki alanın da teorik temellerini dinamitlemesi gerekiyordu. Bu, hedef yitimi oluşturabilmenin en stratejik vuruşuydu çünkü. Örneğin Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini boşa düşürmek ve onda bir hedef yitimi oluşturabilmek için, her zamanki metoduyla; hiçleştirerek yıkma ve yeniden kurma yoluna başvurdu. Kendi ifadeleriyle şöyle formüle ediyor bunu:

 

“PKK reel sosyalist ideoloji ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi temelinde örgütlenmiş, mücadele stratejisi ve taktiği buna göre düzenlenmiş bir hareket olarak doğup gelişti. Birleşik Bağımsız Kürdistan hedefi esastı. Bu hedefi sosyalizmin amentüsü olarak kabul etmiştik. Fakat hem reel sosyalizmin çöküşü hem de reel sosyalist perspektifle gelişen ulus devletlerin yüzyüze kaldığı gerçekliği çözümleyince bu modelin sosyalizmle de ulusun kurtuluşuyla da bir ilişkisinin olmadığını gördük. Bilakis sosyalist perspektifle inşa edilmiş olsa da ulus devlet kapitalizmine hizmet etmiştir. Ve bu model kapitalist bir modeldir.”

 

“Ulus devlet karakteristik olarak iktidarcıdır. İktidarın proletarya veya burjuvazinin elinde olması politik açıdan fark yaratabilir, fakat ürettiği egemenlik kültürü bakımından değil (Bugünkü tartışılmaz kılınan otoritesini, kurup sürdüre geldiği tek adam diktatörlüğüne borçlu olan birinin bu denli radikal bir “iktidar karşıtı” kesilmesi de ironik olsa gerek. Hani halk arasında bir söz var, denir ya; “dinime söven de bari Müslüman olsa” Bn.). (…) Ulus devlet sosyalizme terstir, onu yozlaştırır. Bu nedenlerle biz ulus devlet fikrini de hedefini de ters yüz ettik. Bunun yerine demokratik ulus dedik (“Demokratik ulus” dediği ulus da yine en âlâsından ulus devlet. Hem de katışıksız kapitalist ulus devlet! Örneğin hem İmralı Savunmasında emsal gösterdiği ABD ve İsviçre kapitalist ulus devlettir ve hem de Kürtleri entegre ederek yeniden inşa etmeyi kurguladıkları TC. Devleti kapitalist bir ulus devlettir. Galiba Öcalan yine kandırılmış ve de birilerini kandırmaya çalışıyor. Bn.).

 

Öcalan’ın bununla birlikte yıkması gereken bir diğer şey de Kürtlerin ulusal benliği ve potansiyelidir: “(…) Bunun gerisinde, Kürt gerçekliğinin sömürge bile değil, çöplük karakterinden gelmesi vardır. Afrika da sömürgeleştirilmişti. Ama şimdi hepsi birer ulus devlet adeta. Latin Amerika da öyle. Ama Kürt gerçekliğinde böyle bir şey yok. Kürdün ne olduğu belli değil. Geleneksel midir, modern midir? Bir nevi trajik bir gerçeklik haline gelmiş. Bu da sanıldığı gibi dıştan bir baskı sonucu değil içsel nedenlerden kaynaklı bir sonuçtur.” Yani demek istiyor ki Kürtler bağımsız ulus devlet kurma potansiyeli dahi taşımayan, “çöplük karakterli” kendi şahsına münhasır, istisnai bir kavimdir.

 

Yıkım operasyonu tamamlandığına göre, sıra, bu yıkımla elde edilen “boş arsa” üzerinde “yeniyi” inşa etmeye gelmiştir: Öcalan’ın yukarıda sıraladığı gerekçelerle, neresinden ele alırsanız alın, yani ister sosyalist ister burjuva ulusal ve isterse uluslaşma potansiyeli açısından ele alın, bir ulus devlet kurma veya daha alt düzeyli bir siyasi statü hedefi, Kürtler açısından benimsenebilecek ideal bir fikir değildir. Bunun yerine: “Bizim yeni dönem perspektifimiz demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalizm temelinde toplumun yeniden inşasıdır.” “Kürt toplumu anti kapitalist olmalı (ne kadar ayakları havada ve saçma sapan bir şey bu böyle! “Kürt toplumu” denilen toplum acaba sadece işçilerden oluşan bir toplum mu? Bu toplumun burjuva ve keza temel/iç güdüsel yönelimi, gelişerek burjuva olmak olan milyonlarca küçük burjuva kesimleri yok mu acaba? Varsa, Öcalan bunları hangi sihirli çözüm yöntemiyle anti kapitalist olmaya ikna edecek acaba? Gerçi “anti kapitalist olmak” ile neyi ifade ettiği de önemli. Malum, Öcalan bir dünya laf ediyor ama kurduğu cümleler arasında “üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilecek ve kamu mülkiyeti zemininde komün iktisadı inşa edilecek” türü bir cümle asla yer almaz. Oysa bu, sorunun “olmazsa olmaz” temel ilkesidir. Dolayısıyla da Öcalan’ın bu söyleminin bariz bir aldatmacadan ibaret olduğu açıktır. Kendi örgüt bünyesini böylesi bir yeni hedef ile manipüle etme ve keza daha da önemlisi sosyalizm hedefli toplumsal mücadeleyi bir şekilde hedef yitimine uğratma amaçlıdır. Yani yeni bir kandırılma ve kandırma senaryosu. Bn.). Kürtler kendilerini demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalite üzerinden özgürleştirecek, kalıcı bir yaşamı inşa edip kesinleştireceklerdir.”

“Halkların özgür yaşamı komünle mümkündür. Ulus devlet nasıl kapitalizmin silahı ise halkların kurucu ilkesi ve silahı da komündür. Belediyeler üzerinden de bu komünal toplum örgütlenebilir. (…) Ancak özenle ve gerçek bir anti kapitalist mücadeleyle mümkündür. (…)

Bunu önce Türkiye Cumhuriyeti ile başarmayı önemsiyoruz. Mevcut görüşmelerimiz işi bu noktaya taşıdı. Bu önemli bir aşamadır. Bu toplantılarımız bile belki de çözümün yarısıdır. (…) Burada ulaşılacak bir başarı Suriye, İran ve Irak’a da yansıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti için de hem kendisini yenileme, demokrasiyle taçlanma ve hem de bölgede öncülük yapmak şansı oluşacaktır.” “Demokratik ulus çözümü önümüzdeki sürecin temeli olacaktır.”

 

Sihirli yeni çözüm

Aktarılanlardan da anlaşılacağı gibi Öcalan anti sömürgeci, anti işgal ve ilhakçı devrimci ulusal kurtuluşcu, yani birleşik bağımsız Kürdistan hedefli eski “özgürlük çözümü” perspektifini, “zamanın ruhuna uyumlu olmadığı” gerekçesiyle tedavülden kaldırarak; yerine, ulus olarak Kürtlerin kolektif herhangi bir siyasal statü elde etmesini dışta tutan yeni bir “özgürlük çözümü” perspektifi ikame ediyor.

 

Yine aktarılanlardan da anlaşılacağı üzere bu yeni perspektifinin ana prensibi, K. Kürdistanlı Kürtleri, siyasal ve idari ulusal statü taleplerinden, egemen ulus olarak Türk ulusu lehine vazgeçmeye razı etmektir. Bu iknanın temel argümanı ise; iktidarcı, çatışmacı klasik ulus devlet yerine, “demokratik ulus” inşasının tercih edilmesidir.

 

Yeni kılavuzlarla varılan yeni hedef: “Demokratik ulus”

Peki Öcalan’ın, Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlık” kavramından devşirme “Demokratik Modernite” kapsamında kavramlaştırdığı ve “zamanın ruhuna uygun” yani “çağdaş” olarak propaganda ettiği, “derde deva” bu “demokratik ulus”, Kürt ulusu için gerçek anlamda neyi ifade ediyor acaba?

 

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki her yeni şey bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkar veya kullanıma sokulur. Öcalan için ise bu ihtiyaç, ulus olarak Kürtleri, kolektif ulusal taleplerinin başında gelen birleşik bağımsız Kürdistan hedef ve idealinden vaz geçirerek, egemen ulusa entegresini sağlamaktır. Evet, Öcalan’ın; “her türlü hizmete hazırım” dediklerinden aldığı bu görevi yerine getirebilmek için, örgütü ve halkı ikna edebilmesini kolaylaştırıcı “anahtar” kavram ve söylemlere ihtiyacı vardır. Akıldaneleri, o güne kadar bihaber olduğu Leslie Lipson başta olmak üzere bir yığın sivil toplumcu ve anarşist yeni ideolojik kaynaklar sunarlar kendisine. İşte Öcalan bu kaynaklardan esinlenerek, Kürtlerin Türklere entegrasyonunun, yeni bir uluslaşma anlamında, “demokratik ulus” kavram ve söylemiyle mümkün olacağı sonucuna varır. Bunu, İmralı Savunmasında şöyle ifade eder:

 

“(…) Aslında bu kadar olmamalıydı. Doğal asimilasyon yüzyıllardan beri Kürdü-Türkü çok yakınlaştırmış iken; inkâra, zoraki olana gerek yoktu.” “Kaldı ki resmi dil olarak Türkçenin gelişimi ve kabulü doğaldı. Türkler, Türkiye uluslaşmasının kökeniydi (Anahtar kavram: “Türkiye uluslaşması”! Bu kavram, “demokratik ulus” ve “demokratik ulus inşası” kavramlarıyla anlatılmak istenenin doğrudan karşılığıdır. Hatırlanırsa, Bahçeli de yeni anayasa taslağında bu kavramı kullanır ve altını çizer. Bn.). Devletin temel kurucu gücü olarak başka türlü de olunamazdı. Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demesinin de tarihi anlamı buydu. En başta Atatürk bunu Osmanlının ‘Etrak-ı bi idrak' dediği Türkler için söylüyordu. Nasıl ki herkes çok kökenden gelmesine karşın ortak İngilizceyle ben ‘Amerikan ulusundanım’ diyorsa ve hatta İsviçre gibi dört ulusal dilli ve kültürlü bir ‘İsviçre milletindenim’ diyorsa, Türkiye’de de ortak bir ulustan bahsetmenin yadırganacak bir yanı yoktur. Burada ulusal bütünlük tartışılmıyor, tartışılmalıdır.”

 

Önceki paragraflarda aktarılan, “önümüzdeki sürecin temeli olacaktır.” dediği, Kürt ulusal sorunun yeni çözüm perspektifi olarak sunduğu “Demokratik ulus çözümü” ile anlatılmak ve de hedeflenen işte tamamen bundan ibarettir. Yani “Türkiye’de de ortak bir ulus” ve “ulusal bütünlük” hedeflenmelidir diyor yukardaki pasajın son iki cümlesinde.

 

Kürt "özgürlüğünün" yeni reçetesi

Öcalan’a göre “Özgürlük çözümü” kapsamındaki “özgürlüğün” yolu ise daha bir kolaymış: Kürtler, ulusal sorun belasından bu yolla kurtulduktan sonra, Türkiye Ulusu Devleti çatısı altında “kendilerini demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalite üzerinden özgürleştirecek, kalıcı bir yaşamı (yani sonsuza dek sürecek olan bir yaşamı. Bn.) inşa edip kesinleştireceklerdir.”

 

Günün ertelenemez devrimci görev ve sorumluluğu

Ütopik bile değil, tamamen basit ve ciddiyetsiz bir yaklaşım. Ve ama maalesef ki bu “deli saçması şeyleri” sorgusuz sualsiz doğru kabul edip, kıyasıya bir inat ve bağnazlıkla savunan büyük bir kesim söz konusu. “İflah olmaz” elit bir azınlığı gözden çıkarsak bile, geriye kalanı kuşkusuz ki devrimci demokratik ve de sosyalist mücadelenin vaz geçilmez potansiyel gücüdür. Dolayısıyla da elbette ki Öcalan-devlet aklı şer ittifakının suiistimaline terk edilemez, edilmemeli de. Ama bu, “hele dur bakalım ne olacak” dercesine, kayıtsız bir bekle gör seyirciliğiyle olmaz. Aktif ve etkin bir ideolojik-siyasi mücadele gerekiyor kitlelerin yönünü doğru belirleyebilmesi ve de mümkün olabildiğince az etkilenmeleri için. Bu, bu tür süreçlerin vaz geçilmez devrimci görev ve sorumluluklarındandır da.