Anadilde eğitim hakkı üniter devlet kıskacına hapsedilemez

 


Halil Gündoğan

24.10.2025

 

“Resmi dil”, “anadilde eğitim” ve “anadil eğitimi”

Bu sorun, özellikle de çok uluslu devletlerin öteden beri yaşaya geldiği başlıca sorunlardan biridir. Ve ama bu sorun özellikle de kendi hükümranlığını diğer ulusal toplulukların inkârı üzerinden inşa etmek isteyen üniter ulus devlet modellerinde çok daha keskin bir hal alır. Çünkü ırkçı-faşizan bir hâkim ulus şovenizmiyle, diğer ulusal toplulukların başta dilleri olmak üzere tüm temel ulusal değerlerini baskılayıp yok sayarak, zora dayalı bir asimilasyon stratejisi marifetiyle, kendine eklemlemeye çalışır. Tabii bu hem çok ağır temel insan hakları ihlali ve hem de kaçınılmaz olarak ulusal çekişme ve çatışmaların yaşanması sonucunu doğurur. Yani bu anlamda tek millet, tek dil ve katı merkeziyetçi yönetim desturuyla şekillendirilen üniter devlet, aslında hiç de istenen o iç barış, huzur ve istikrarın sağlayanı ve teminatı olamıyor. Yırtınsa da olamayacağının en yakın somut örneğini TC. Devletinin yüzyıllık pratiği zaten fazlasıyla kanıtlamıyor mu?

 

İktidarın Alevi açılım oyunu

 


Halil Gündoğan

17.10.2025

 

Alevi açılımı ihtiyacı

Öyle anlaşılıyor ki dinci-ırkçı iktidar bloğunun yeni bir “açılım” hamlesine daha ihtiyacı var. Malûm olduğu üzere ilki, esasen bölgesel gelişmelerden hareketle, bir devlet projesi olarak geliştirilen “Kürt açılımı” idi.  İkincisiyse, esasen iç siyasi dengeler üzerinden ihtiyaç duyulan, bir iktidar projesi olarak geliştirilen “Alevi açılımı”dır.

 Olgular ve yaşana gelen tarihi gerçekler merceğinde sorgulandığında, bu her iki açılımın da iç siyasette, farklı toplumsal kesimler üzerinden geliştirilecek yeni ittifaklar ile iktidara toplumsal dayanak oluşturarak ömrünü uzatma amaçlı olduğu rahatlıkla görülebilir. Yani iktidarın derdi, tıpkı önceki iktidarlarda olduğu gibi, ezilen ulusa, ezilen inanç gruplarına ve ezilen cinse karşı ta yedi ceddince uygulana gelen baskı, zulüm ve sömürüye son vererek onlara en temel demokratik haklarını tanımak değildir. Onların tek derdi hep şu olmuştur: Bu kesimleri hâkim ulus, cins ve inanç lehine baskı altında tutarak ezip sömürmek ve egemenin saltanatını sürdürebilmesinin elverişli aparatı olarak kullanmak.

 

Erdoğan’ın meşruiyet sorunu


 


Halil Gündoğan

10.10.2025

 

 Cumhurbaşkanı seçilebilme meşruiyeti

Hatırlanacağı üzere Erdoğan’ın bir meşruiyet sorunun olduğu, cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştı. Sistemin mevcut hukuki normlarına göre bir kişinin cumhurbaşkanı seçilebilmesinin koşullarından biri de üniversite diplomasının olmasıydı. Nitekim önümüzdeki seçimde en güçlü rakip olarak ortaya çıkan Ekrem İmamoğlu’nu seçim dışı bırakılmasını mümkün kılmak için, onun üniversite diplomasını geçersiz sayan bir karar çıkartıldı. Ama ne hikmetse gerek devlet içi güç odakları ve gerekse etkisiz muhalefetin marifetiyle Erdoğan cumhurbaşkanı koltuğunda kalmaya devam etti. Ardından, yine mevcut hukuk normlarına göre bir kez daha aday alamayacağı kesinken; yine aynı güçler marifetiyle engel olunmadı ve bir kez daha seçildi. Yani Erdoğan sırf bu iki koşula göre bile meşru bir cumhurbaşkanı sıfatı taşımıyor.

 

Şeriat tehdidi neden aktüel bir tehdittir?

 


Halil Gündoğan

3.10.2025

 

 

Kötü ve riskli iyimserlik

Şeriat tehdidi mevzusunda bazı sol, demokrat ve laik burjuva liberal kesimlerde, verili sürecin olgularıyla buluşmayan oldukça kötü ve bir o kadar da riskli bir iyimserlik havası hüküm sürmekte. İlginçtir; bu kötü ve riskli iyimserliğe sadece şu basit birkaç başat argüman yataklık yapmakta:

 

İktidar inatla şeriatçı yaşam tarzı dayatıyor, FARKINDA MIYIZ?

 


Halil Gündoğan

25.09.2025

 

 

“Ahlak bekçisi medya”

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, “Ahlak bekçisi iktidar medyası işbaşında” başlıklı bir yazı kaleme alarak, özellikle son dönemde hız kazanmış olan bir kampanyaya kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyor. Hatırlanacağı gibi benzeri bir sorumluluğu Berrin Sönmez de başörtüsünü çıkarma protestosuyla yerine getirmişti. Bu türden örnekler yok denecek kadar az olduğundan, haliyle son derece kıymetli oluyor. Şunları dile getiriyor Faruk Bildirici:

 

İktidar bloku ne yapmak istiyor?

 



Halil Gündoğan

18.09.2025

 

Genel bir perspektif 

Bir tespit olarak öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor: “İktidar bloku” derken, tıpkı daha önce “devlet” derken nasıl ki yek pare bir bütünden bahsedilemeyeceğinin altını çizdiysek; “iktidar bloku” da aynı şekilde her konuda birebir aynı yönelim ve beklentilere, aynı yakın ve orta vade hesaplarla hareket eden bir “blok” olmadığının da altını kalınca çizmek gerekiyor. Mevcut iktidar bloğunun bir ittifak bloğu olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, bunların esasen bir döneme/sürece dair asgari müşterekler üzerinden ortaklaştıkları da zaten kendiliğinden anlaşılır olacaktır. Çıkar ortaklığına ve birbirlerini kullanma miadına koşullu, geçici ittifakalardır bu tür ortaklıklar. Dolayısıyla da çok kolay bir şekilde birbirlerine rest çekip, ipleri koparabilirler de.


Öcalan’ın sözü neden zalime değil de mağdura?

 


Halil Gündoğan

12.09.2025

 

Öcalan pragmatizmi

Fırsat buldukça ve vesile oluştukça genelde Kürtlere özelde onun ulusal ve siyasal önderlerine, örgütlerine hakaret ve küfürlere varıncaya dek laf etmekten, herkese ve kesime ayar ve yön vermekten geri durmayan Öcalan, söz konusu iktidar cenahı olunca, övgü dışında tek bir laf etmiyor oluşu, sizce de anormal değil mi?

Gazze’de aslında insanlıktır soykırıma uğrayan

 


Halil Gündoğan

5.09.2025

 

Gazetelerde bir haber: “Avrupa Komisyonu ilk kez ‘soykırım’ dedi. “Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Teresa Ribera, İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırılarını ‘soykırım’ diye nitelendirdi. Gazetenin
haberine göre Paris Siyasal Bilimler Akademisi’ndeki bir etkinlikte şunları söylemiş Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı sıfatıyla:

 

“Sürecin” özü, seyri ve olasılıklar

 


Halil Gündoğan

28.08.2025

 

Devletin “beka” sorununa çözüm arayışı

Fil hakkında bilgisi olmayan görme özürlü birden çok kişinin her birinin tutuğu yerinden fili tanımlayışında olduğu gibi, taraflar “süreci” farklı isimlendirmelerle lanse etmeyi tercih etmeye devam ediyor. Fakat buna rağmen “süreç” denilen şeyin bir devlet projesi olduğu açıktır. Keza bu projenin Devlet ile Öcalan arasında yapılan özel görüşmelerle kotarılıp, topluma dayatıldığı da kesindir. Kesin olan bir diğer şey de bu projenin içerik ve kapsamının net olarak şu olduğudur: Bölgedeki gelişmeler okuması üzerinden TC. Devleti, ortaya çıkacak beka sorununa, Kürt-Türk ittifakı oluşturarak, Misakı Milli zemininde çözüm arayışıdır. Yani “süreç” ne “Terörsüz Türkiye” ne “Demokratik Toplum İnşası” ve ne de özel olarak Kürt sorununa eşit haklar temelinde çözüm arayışıdır.

 

Adı konulamayan “Süreç” ve demokrasi bilinci


 


Halil Gündoğan

22.08.2025

 

Bir hilkat garibesi misali

Bir süreden beridir, tarafların ve kamuoyunun üst başlık olarak adına “süreç” dediği ve ama tam olarak neyin süreci olduğunun isimlendirmesinde bile mutabık olunamayan, tepeden inme, dayatma bir kör muamma ile yüz yüze bırakılmış durumdayız. İktidar kanadı ve basını “Terörsüz Türkiye” diyor. Kürt Siyasal Hareketi (KSH), Öcalan’ı kırmamak adına, “Demokratik Toplum İnşası” diyor. Kamuoyu ise genel olarak “Barış Süreci” demeye daha yatkın. Yani işte böylesine de eşi benzeri görülmemiş, adeta hilkat garibesi misali bir durum söz konusu.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı’na yaptırılmak istenen nedir?

 


Halil Gündoğan

18.08.2025

 

Özel gündemli sipariş “Cuma Hutbeleri”

Her birimizin malûmu olduğu üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Cuma Hutbeleri” dedikleri rutin söylevlerinin içeriği, son süreçte esas olarak şeri hukukta toplum ve aile yaşantısında kadına biçilen yer ve rolün ne olduğu ve ne olması gerektiği üzerine yoğunlaşmış durumda. Bu içerikli hutbelerin en sonuncusu ise kadın ile erkeğin miras haklarının ne olması gerektiğine ilişkin olan, “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” başlıklı hutbesiydi. Bu hutbede “kul hakkının” ne olduğunun ve kapsamının genel bir izahatı yapıldıktan sonra, miras bölüşümünde kadının hakkının ne olması gerektiğinin de bu “kul hakkı” kapsamında olduğunun altı kalınca ve önemle çiziliyor.  Böylece bir kez daha bilgiler tazeleniyor ki “yüce adaletin temsilcisi Allah” bariz bir şekilde “kulları” arasında cinsiyetçi ayrımlar yapıyor. Alenen erkek kullarını kayıran, kadın kullarının ise mağdur eden bir “yüce adalet” buyuruyor. Diyanet de Allah’ın bu buyruğundan hareketle şöyle diyor örneğin:

 

Türk Devleti’nin Rojava’yı işgal olasılığı

 


Halil Gündoğan

15.08.2025

 

Dün

Bu olasılık dün, yani Esat dönemi Suriye’si için “sınır güvenliği” ve keza “bölge ve ülkemiz için tehdit kaynağı” şeklinde, aslı astarı bulunmayan gerekçeler üzerinden söz konusuydu. Öncelikle Rojava Özerk Yönetiminin (RÖY) askeri olarak Türkiye dahil hiçbir komşu devlet için tehdit oluşturma gerçekliğinin
bulunmadığı çok açıkken; Türk Devleti bu yapay gerekçeyi sürekli gündemde tutmayı tercih etti. Ve bu gerekçeyle birçok operasyon da gerçekleştirdi. ABD ve Rusya faktöründen ötürü tümden işgal cüretinde bulunmadıysa da fakat yine de bazı yerleri işgal ederek kendi kontrolü altına aldı. İnsansız silahlı hava araçlarıyla sürekli bir şekilde saldırılar ve kadrolara karşı suikastler gerçekleştirdi. Öyle ki bu saldırılarını taşeron olarak kullandığı İŞİD aracılığıyla bile gerçekleştirmekten geri durmadı.

 

Berin Sönmez uyarıyor: Tehlikenin farkında mıyız? (*)

 


Halil Gündoğan

8.08.2025

 

Ne olmuştu?

“Başörtülü feminist yazar” olarak bilinen akademisyen Berin Sönmez, kısa bir süre önce yazdığı bir makaleyle başörtüsünü çıkaracağını beyan etti. Tabii bunu, canı öyle yapmak istediği için yapıyor değildi. Bu, çok açık ve net olarak siyasal bir eylem. Bir uyarı, toplumsal bir dikkat yoğunlaşması sağlama eylemi. Erkek egemen sistemi ve Siyasal İslam’ı protesto eylemi. Kendisi bunu şu sözlerle ifade ediyor:

 

CHP operasyonu “klikler arası iktidar kavgası” mıdır?

 

 

Halil Gündoğan

31.07.2025       


Tek düze basma kalıp yaklaşımlar                                                                                                            

Devlet iktidarını elinde bulunduran dinci faşist Erdoğan rejiminin, ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik olarak beş aydır devam edegelen operasyonu, özellikle bizim sol cenahın bazı kesimlerinde “klikler arası iktidar dalaşı” olarak tanımlanmakta. Bu yargıdan hareketle de “bizi ilgilendiren ve taraf olmamızı gerektiren bir yanı yok, yesinler birbirlerini.” şeklinde özetlenebilecek bir tutum içinde olunması gerektiği ileri sürülmekte. Örneğin denilmekte ki:

 

Kürt Siyasal Hareketinin irade sorunu

 

 

Halil Gündoğan

25.07.2025

 

Kısa tarihçesiyle Örgütsel işleyiş

Öncelikle vurgulamak gerekiyor ki illegal yapısını feshettiğinden, Kürt Siyasal Hareketini (KSH) bu süreçte artık sadece legal parti ve diğer siyasal kurumları temsil ediyor olacaktır. İllegal yapıları da dahil KSH (belki ilk dönemlerini dışta tutarak ifade etmek gerekir) zaten asla normal bir kolektif yapı işleyişine sahip olmamıştır. 80’li yılların ilk yarısı itibariyle KSH, giderek artan oranlarda Öcalan’ın tek başına hükümran olduğu bir yapıya dönüşmüştür. Bunun kavramsal karşılığı da “Önderlik kurumu” olmuştur. Örgütsel işleyişini asgari oranda demokrasi normlarıyla yürüten normal her parti ve örgütte kurumsal kolektif yönetim organları ve karar alma mekanizmaları olur. Örgütlerin stratejik ve proğramsal kararları en üst karar mekanizması olan kongrelerce belirlenir. Merkez komiteleri bu kongre kararları doğrultusunda iki kongre arasında örgütü yönetir, sevk ve idare eder. Yürütme, siyasi büro, askeri komisyon vb. oluşumlar da MK adına inisiyatif kullanır ve ona karşı sorumludurlar. MK kongreye karşı sorumludur. En üst organın kararları sadece organın doğrudan kendisi tarafından değiştirilebilir ve yerine yenileri karar altına alınabilir.

 

Kıbrıs Türkleri için olur ama Kürtler için zinhar olamaz


Halil Gündoğan

21.07.2025

 

T.C Devletinin başı sıfatıyla R.T Erdoğan, “20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı” vesilesiyle K. Kıbrıs’ta düzenlenen törende yaptığı konuşmanın bir bölümünde aynen şunları söylüyor:

 * “Kıbrıs Türklerinin kaybedecek bir 60 yılı daha yok. Biz artık tüketilmiş federasyon modeline dayanan BM parametreleriyle vakit kaybedemeyiz.”

 * “1571’den beri Ada’nın asli unsuru olan Kıbrıs Türk halkı kendi öz yurdunda sığıntı gibi yaşamak zorunda bırakıldı.”

 * “Kıbrıs Türklerini azınlık görüp sözde devletlerine yamamaya çalıştılar. Federal çözüme karşı, Rumlar üniter devlet diye tutturmuşlardır.”

 * “Cumhurbaşkanı Sayın Tatar’ın ortaya koymuş olduğu iki devletli çözüm vizyonunun tüm gücümüzle arkasındayız.” (abç.) (*)

 

Kürt-Türk İttifakı emperyalist bir proje aparatıdır

 


Halil Gündoğan

18.07.2025

 

Ne olmuştu?

Bilindiği üzere bölgedeki gelişmeleri TC. Devleti için yakın bir beka tehdidi olarak algılayan devlet aklı, çareyi, Misakı Milli zemininde Kürt-Türk ittifakının yeniden kurulmasında bulur. Bunun için, ta Turgut Özal döneminde bu fikri benimsediğini beyan eden ve İmralı süreciyle birlikte de bunu temel bir “çözüm stratejisi” olarak öneren Öcalan ile kapalı kapılar ardında görüşmeler başlatılır. Erdoğan’ın bir konuşmasında: “İç cephe tahkimatı ve iç barışın sağlanmasının aciliyeti” üzerine yaptığı konuşmanın ardından, Bahçeli’nin bilinen çıkış ve açıklamalarıyla, kotarılan bu ittifak, aşamalı bir şekilde kamuoyuna da açıklanmış oldu.

 

Öcalan’ın “Özgürlük Çözümü”

 


Halil Gündoğan


14.07.2025

 

Kısa bir muhasebe

Öcalan PKK’nin fesih kongresine gönderdiği söz konusu perspektif yazısında, başlıktaki “Özgürlük Çözümü” ifadesini, Kürt ulusal sorunun çözümü anlamında kullanır. Hatırlanacağı gibi “Kürt ve Kürdistan Gerçekliği” ara başlığı altında, kendi deyimiyle; “Kürt ve Kürdistan adına bir realite kalmamıştı.” dediği koşullarda, PKK ile bu makus talihin nasıl ters yüz edildiğini şu ifadelerle özetler: “Modern bir hareket olarak PKK’nin en önemli başarısı bu realiteyi yeniden canlandırmak oldu. PKK Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin varlığını hem kanıtladı ve hem de yenilmez kıldı.” Vb. ifadelerin ardından, peki bu tarihi başarılarla “Özgürlük çözümü başarıldı mı?” diye sorar. Yani tarihi Kürt ve Kürdistan sorunun, bu başarılarla, çözümünü bulup bulmadığını sorar.

 

Hiçleştirme ve kendisiyle yeniden var etme stratejisi -2

 


Halil Gündoğan

11.07.2025

 

Nalıncı keseri

Öcalan, eline aldığı nalıncı keseriyle, olgu ve olayları kendi sübjektif ihtiyacına göre yontup, yeni biçimlere büründürüyor. Bunu yaparken de hiçbir kural ve etiksel değer takmıyor. Yeter ki kurguladığı şeylere hizmet etsin. Gerisi fasa fiso şeylerdir onun için. Bunun tipik bir diğer örneğini de “başarı” ve “başarısızlık” değerlendirmelerinde görüyoruz. 12. Kongre’ye sunduğu söz konusu perspektif yazısında PKK’yi, kendisini gönül rahatlığıyla feshedebilmesi için, ona bir başarı öyküsü sunuyor:


 

Hiçleştirme ve kendisiyle yeniden var etme stratejisi -1

 


 

Halil Gündoğan

8.07.2025 

Kongreyi ikna etme ihtiyacı

Öcalan PKK 12. Kongresine bir perspektif yazısı sunmuş. 23 sayfalık, uzunca bir yazı. Bu çalışma için; “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak.” başlığını uygun görmüş. 

Bilindiği kadarıyla PKK’nin silahlı mücadeleyi bitirme ve daha da önemlisi kendisini feshetmek şeklinde bir gündemi yoktu. Bunu Öcalan istedi: “Kongrenizi toplayın kendinizi feshedin.” Dedi. Bu çağrı, kapalı kapılar ardında Öcalan’ın devlet ile yaptığı görüşmelerde karar altına alınmıştı. Yani böylesi hayati ve stratejik bir konuda Öcalan tarafından iradesi hiçe sayılan PKK ve Kürt tarafı bunlardan çok sonraları haberdar oldu. Doğal olarak da bir şaşkınlık ve bocalama süreci yaşandı. Bunun bir ifadesi olarak kimileri; “Önderlik asla öyle bir karar almaz”, kimileri; “böyle bir kararı ancak biz dışarda mücadele yürütenler alabilir”, kimileri; “Bu kararın Reber Apo’nun kararı olduğundan emin olmamız için doğrudan kendisiyle temas kurmamız lazım” dedi. Sonra yapılan görüşmelerle ve yazışmalarla kararın Apo’nun kararı olduğuna ikna oldular. Ancak bu kez de: “Biz kadrolarımızı ve savaşçı yapıyı ikna edemeyiz. Bunu ancak ki Önderlik yapabilir. Bu yüzden Önderliğin kongreye katılması şarttır.” Vs. vb. türü bir yığın pasif direniş sergileyerek, ayak sürdüler. Sonuçta “makul” bir yolla, Öcalan Kongreye önderlik yapmış ve de söz konusu bu perspektif yazısını sunmuş.

 

Öcalan’ın “Anlaşılamayan Apo Gerçekliği” söylemi


Halil Gündoğan

4.07.2025

 

Doğru anlaşılmayı beklemek

Başlıkta tırnak içindeki ifade doğrudan Öcalan’ın kendisine ait. Aynen şöyle diyor PKK 12. Kongresine sunduğu perspektif yazısında: “(…) Fakat artık yeter! 50 yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum. Anlatıyorum, anlatıyorum sonra yine anlatıyorum. PKK’de Önderlik gerçeğini anlamamak, PKK’yi anlamamak, özgür Kürt’ü, Kürdistan’ı anlamamak demektir. Gerilikte ısrar etmek demektir. (…)”, “(…) Muazzam bir söylem ve eylem gücüm var. Bunları size sunuyorum, zorla vermeye çalışıyorum, yine almıyorsunuz.” Diyor ve bunu defalarca kez tekrarlıyor.

 




Yeni paradigması üzerinden Öcalan’ı yeniden tanımlamak

 


Halil Gündoğan

2.07.2025



 

Dramatik reddiye

Öcalan, kurucu liderliğini yaptığı PKK’nin kuruluş amacını oluşturan tüm temel stratejik ve ilkesel görüşlerini, İmralı süreciyle birlikte, kesin bir şekilde terk etti. Bunların belki de en dramatik olanları; TC. Devletine, kurucu liderine ve temel kurumlarına, keza aynı şekilde Kürt sorununa ve Kürt ulusal sorununun çözümüne dair ileri sürdüğü yeni görüşlerdir.

 

‘Bel kemiksiz’ olmanın konforu

 


Halil Gündoğan


26.06.2025

 

Yardakçı ve mürit tayfası

Toplumsal yaşamın hemen her kesitinde, bir şekilde dahil oldukları ortam veya çevre muktedirinin şakşakçılığını yapmayı, onun bariz yanlış beyan ve değerlendirmelerini bile ‘mutlak doğru’ olarak sunmayı ve keza onun nasıl dahiyane bir kurtarıcı beyin olduğunun propagandasını yapmayı kendilerine kutsal görev addeden, şahsına münhasır kimi şahsiyetler vardır. Hem de sayısızca denilecek kadar çoklar ve her birinizin de bunlardan illaki onlarca tanıdığı vardır. Bilirsiniz, genel söylemde bunlara yardakçı veya müritler tayfası da denilir.

 

Devlet terörü sürüyorken “Terörsüz Türkiye” nasıl olacak?

 



Halil Gündoğan

20.06.2025

 

Malum olduğu üzere bir süreden beridir devlet ve Cumhur İttifakı cenahı, Öcalan ile kotarılan ve ama tam olarak ne olduğu kamuoyundan itinayla gizlenen Kürt sorununa çözüm sürecinin adını “Terörsüz Türkiye” olarak telaffuz etmekte. Bununla özel olarak anlatılmak istenen şey ise, tamamen psikolojik harp taktiği olarak, “terör” olarak tanımladıkları silahlı Kürt ulusal hareketi PKK’nin silah bırakması ve kendisini feshetmesidir. (Yoksa bilindiği gibi devlet tabii ki silahlı ve illegal sosyalist ve komünist devrimci hareketleri de ve hatta anayasal olarak kendisine tanınan hak arama ve hesap sorma meşru direniş, gösteri vb. fiili aktivitelerle sokak ve meydanlara çıkma eylemlerini de “terör” ve “terörist” olarak sunup, her türlü devlet terörünün hedefi yapabilmektedir de. Örneğin Gezi Direnişi bunun en tipik emsalidir. Keza Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve öğretim görevlilerinin direnişi, ya da daha dün kadar yakın dönemde “hak-hukuk-adalet” talepleriyle sokağa çıkan üniversitelilerin eylemleri de “terör” parantezine alınarak muamele yapılabildi. Hatta ana muhalefet partisi konumundaki CHP’nin malum nedenlerle sokak ve meydanlara çıkıyor olması da “sokakları terörize etmek” olarak telaffuz ediliyor ve ufaktan da gözdağı verilmeye çalışılıyor. Aslında bunca alttan alışları tamamen, CHP’nin kolay bir “lokma” olmaması ve dolayısıyla da oluşacak tepkinin büyüklüğünden duyulan korkudandır; yoksa çoktan “terör örgütü” yaftasıyla da yaftalayıp tepelerine binerlerdi.)

 

Oysa tüm sömürücü, baskıcı, sömürgeci-ilhakçı ve faşist devlet sistemlerin de olduğu gibi TC. Devleti de ta kuruluş sürecinden itibaren (örneğin M. Suphi ve 14 yoldaşının hunharca katledilmesinde olduğu gibi) ortaya çıkan ve devletin “terör”, “isyan”, “başkaldırı” ve “kalkışma” olarak nitelediği gerek etnik gerek inançsal ve gerekse sosyal nedenli hareketlerin tümü aslında reaksiyon karakterlidir. Yani devletin baskı, zulüm ve faşizan zorbalığının tüm demokratik hak arama ve sonuç alma yollarını kapatmış olmasının ortaya çıkardığı zorunlu sonuçlardır. Bu bakımdan burada “terör” ve “terörist” aranacaksa; bunun doğru adresinin bizzat devletin kendisi olduğu, inkârdan gelinemeyecek olgusal bir gerçektir.

 

Evet, kuruluşundan itibaren TC. Devleti, “şiddet tekelini” elinde bulunduran katışıksız bir terör kaynağı ve de odağıdır. Çünkü toplumu oluşturan her milliyetten emekçilerin, ezilen bağımlı ulus ve azınlıkların, farklı inanç guruplarının, kadınların ve LGBTİ+ ların sesi ve direnişlerini çıplak devlet terörüyle karşılamaktadır. Her türlü baskı, yalın sokak şiddeti, işkence, kurşunlama, gözaltı ve hapishaneler, JİTEM, Özel Harekât Polisi, sivil ırkçı ve dinci paramiliter güçler, Ülkü Ocaklı faşistlere, Hizbullah ve İŞİD benzeri daha bir yığın cinayet şebekesine yaptırılan katliamlar, on binlerce faili meçhul cinayet, yargısız infazlar, ölü bedenlere bile yapılan işkenceler, tecavüz ve mala çökme, göçertme, köy yakma gibi daha pek çok şeyle vücut bulan bir devlet terörü.

 

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli katışıksız bir devlet terörüdür. Aynı şekilde yüz binlerce masum Kürdün Koçgiri, Ağrı, Zilan, Dersim ve daha pek çok yerdeki katli, katışıksız bir devlet terörüdür. Binlerce Pontus Rum’unun yurtlarından edilmeleri, 6-7 Eylül Olayları, 49’lar vakası, Sabahattin Ali’nin katli, 1960 darbesi ve Adnan Menderes ile iki bakanının idamı ve keza 33 Kürt köylüsünün sorgusuz sualsiz bir şekilde kurşunlanması, aynı şekilde Roboski’de 34 insanın uçak bombardımanıyla katledilmeleri, Kaypakkaya cinayeti de doğrudan birer devlet terörüdür. Keza sırf ortamı terörize ederek seçim sonuçlarını değiştirmek amacıyla İŞİD eliyle gerçekleştirilen Ankara Gar, Suruç, Amed, Antep, İstanbul vb. yerlerdeki toplu katliamalar, Diyarbakır zindanında Esat Oktay Yıldıran eliyle yaşatılan o korkunç vahşet, keza aynı şekilde Mamak ve Metris gibi hapishanelerde uygulanan işkenceler, 1 Mayıs 1977 katliamı, 12 Mart, 12 Eylül askeri faşist darbeleriyle sol-sosyalist kesimlerin tümden yok edilmek istenmesi, dar ağaçlarında ve işkence tezgahlarında gerçekleştirilen katliamlar, 19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu”,  evine ayakkabıyla girmesine itiraz eden Dilek Doğan’ın polis tarafından kurşunlanması, Gezi Direnişi katliamları, Gazi Mahallesi katliamı, Maraş ve Madımak katliamları, “Hendek Olayları” bahanesiyle bodrumlarda gerçekleştirilen toplu imhalar, 15 Temmuz ve keza “Kobane Olayları” sonrası  on binlerce insanın işkencelerden geçirilerek hapsedilmeleri, işlerinden ve geleceklerinden edilmeleri, parasal varlıklarına çökülmesi, kayyımlarla halkın iradesine el konulması ve en son 19 Mart darbesi ile İstanbulluların iradesine ve CHP’ye karşı yürütülmekte olan tüm bu operasyonlar vs. vs. katışıksız devlet terörünün birer kanıtı olarak orta yerde duruyor işte.

 

Gerçekten ve samimiyetle “Terörsüz Türkiye” isteniyorsa; o halde öncelikle devlet terörünü bir yönetme ve hükmetme metodu olarak kullanagelen devletin kendi terörüne ve teröre kaynaklık eden uygulamalarına son vermesini istemek gerekmez mi?  

 

 

İran’a yönelik operasyon desteklenmeli mi?

 


Halil Gündoğan

13.06.2025

 

 Bu operasyon farklı

13 Haziran sabaha karşı İsrail uçakları İran’ı bir kez daha vurdu. “Ne var bunda, yeni bir durum değil ki bu. Daha önceleri de defalarca kez vurmuştu. Keza İran da misilleme yaparak İsrail’i vuruyordu.” Denilebilir elbet. Ancak galiba bu kez durum tamamen farklı. Çünkü o alışıldık taciz veya karşılıklı “it dalaşı” tarzı bir saldırı boyutunu ve karakterini çok aşan bir durum söz konusu. Bu, tam teşekküllü bir savaşan, ölümcül bir ön vuruşu. BOP kapsamında çekilmek istenen operasyonun bir nevi bir işaret fişeği özelliği taşıyor. Öncelikli hedefler olarak ordunun en üst düzey komuta kademesinin ve karargahlarının, keza nükleer tesislerinin, bu alanın uzmanı en üst düzey bilim insanlarının ve balistik
füze üretim tesislerinin vs. seçilerek imha edilmesi bunun doğrudan ifadesidir.