Halil Gündoğan
26.02.2025
Yeni bir politik
strateji ihtiyacı
Malum olduğu üzere “Türk Devlet aklı” bir süreden beridir “iç cephenin acilen tahkimi” ve Kürt-Türk İttifakına gidilerek “iç barışın” sağlanması şeklinde formüle edilebilecek yeni bir politik strateji benimser oldu. Oysa bu sömürgeci-ilhakçı faşizan odak yıllardır, “Pençe Kilit” vb. fantastik isimli imha savaşlarıyla “ha bugün ha yarın, bu işi savaş yöntemleriyle kökünden halletmekte kararlıyız” vaatleriyle toplumu zehirlemekle meşguldü. Fakat özellikle BOP kapsamında Orta Doğu’nun yeniden dizaynında “Aksa Tufanı” Operasyonunu “ayağa gelmiş eşsiz fırsat” olarak değerlendirerek, oldukça agresif bir karşı atakla harekete geçen ABD-İsrail yayılmacılığı karşısında pozisyon alabilmek için işte böylesi bir “makas değiştirme” gereği duydu.
Ancak somut pratikte de görüleceği gibi bu yeni politik stratejinin gereği
olarak ihtiyaç duyulan “iç barışın sağlanması” ile “iç cephenin tahkimine”
yüklenen muhtevalar birbirinden ayrışan farklılıklara sahip. Elbette iç barışın
sağlanması da iç cephenin tahkim edilmesinin bir unsurudur. Ancak burada böyle
değil. Devletin bu somutta iç barış ile hedeflediği sadece ihtiyacını
duydukları Kürt-Türk İttifakının oluşabilmesi için Kürtlerle savaşı
sonlandırıp, barışmaktır. Bu, elbette ihtiyaçlarını duydukları iç cephe
tahkimatının sağlanmasında çok belirleyici stratejik bir unsurdur. Fakat ne var
ki Türkiye ve K. Kürdistan bütününde yaşanan ekonomik krizin var ettiği keskin
sınıfsal çelişkiler, çok ciddi sosyal hoşnutsuzlukları barındığından; istenen o
iç barışı da dolayısıyla da iç cephenin tahkim edilmesini de imkânsız kılıyor.
Devlet, farklı karakterli bu iki çelişmeden birinin “barışına” belli
tavizler vererek ulaşabiliyor ve böylece onu iç cephenin tahkim edilmesinin
kolaylaştırıcı unsuru olarak kullanabiliyorken; diğer çelişmedeyse aynı
yöntemle aynı sonuca ulaşması mümkün olamıyor. Çünkü bu çelişmeyi yumuşatıp, kabul
edilebilir bir uzlaşı ile, bir süreliğine de olsa, onu da “iç barışın” bir
unsuru haline getirme şans ve imkanlarına sahip değil. Ama varsayılan o dış
tehdide karşı ille ki iç cephenin de bir şekilde tahkim edilmesi gerekiyor.
“Güzellikle” olmuyorsa; geriye kalan en klasik yol olan zor yoluyla yapmaktır.
Temel enstrüman: Her
türlü zor aygıtı
Nitekim yapılmakta olan da budur: Her türlü “hukuk dışı” ve anti demokratik
yol ve yöntemi kullanarak, kolluğu ve yargıyı bir sindirme aygıtına
dönüştürerek toplumun tüm muhalif dinamiklerini susturup, biat etmeye zorlamak.
Yani bir diğer ifadeyle, en liberal demokratından tutun da en otoriterine
kadar tüm burjuva diktatörlükler bu türden olağanüstü koşullarda “iç faşistleşme”
yoluna baş vurmak suretiyle iç cepheyi tahkim etmeyi zorunlu bir savaş
stratejisi olarak uygulayagelmişlerdir.
Savaşa hazırlık
olarak “iç faşistleşme” süreci
Nitekim 3. Dünya savaşı tamtamlarının şiddetlenerek arttığı bu süreçte
başta ABD olmak üzere Batı Avrupa devletlerinin büyük bir bölümü, savaşa
hazırlık olarak hızla iç faşistleşme sürecini tamamlamaya çalışıyor. Çünkü
buralarda savaşa hazırlığın bir gereği olarak iç cephenin tahkim edilebilmesinin
bir başka yolu yok.
İktidarın “İç
cepheyi tahkim” yöntemi
Türk Devleti’nin muhalif tüm kesimlere yönelik olarak güttüğü sindirip
susturarak toplumu teslim alma ve biat etmeye zorlama siyaseti de işte hem
böylesi genel bir zorunluluğun gereğidir ve ama hem de yaşam koşullarının
mayalamakta olduğu sosyal patlamalardan duyulan ölümcül büyük korku gereğidir. Yıllar
sonra Gezi “hayaleti” ile yeni tutuklama gerekçeleri oluşturmak tamamen bundan
ötürüdür. Ya da basit ve rutin bir mezuniyet merasiminde sarf edilen “Mustafa
Kemalin askerleriyiz” sözlerinde “örgütlü bir askeri kalkışma” görüp, “yılanın
başını küçükken ezme” desturuyla hışımla ayağa kalkıp, hoyratça sayılabilecek
“orantısız” cezalarla gözdağı vermek bundan ötürüdür. Ya da “gözünün üzerinde
kaşın var” minvalinde, küçük dokundurma yollu eleştirel yaklaşım sergileyen
gazeteci ve habercilerin sabaha karşı baskınlarla ters kelepçe yapılarak göz
altına alınıp hapsedilmeleri, eleştirel ses ve itirazların birikerek isyan
seline dönüşeceğinden duyulan korkudan ötürüdür. Ya da “Kürt-Türk İttifakı” ile
kotarılmak istenen artık her ne ise, ona karşı radikal tavır takınacaklarını
beyan eden faşist Ümit Özdağ’ın hapsedilmesi, yönetme krizini daha da büyütecek
olmasından duyulan korkudan ötürüdür. Ve daha bunun gibi birçok ibretlik örnek
sayılabilir.
Güdülen
amacı deşifre eden iki bariz örnek
Öbür taraftan şu iki örnek ise süreci çok daha doğrudan karakterize etme
özelliğine sahiptir: Birinci örnek; tekelci burjuvazinin en gözde kurumu TÜSİAD
temsilcilerinin, sistemin tıkanan stratejik bazı noktalarına ilişkin yaptıkları
küçük serzenişleri karşısında derhal gardını alarak yargı yoluyla hizaya çekme
ve sermayelerine çökme tehditleri şeklindeki tutumdur. Tabii ki bununla hem
rakip klikler arası çıkar dalaşının potansiyelini söndürme ve hem de bu
serzeniş ve muhalif seslerin toplumda yaratacağı aleyhte yankıyı etkisiz kılmak
hedefleniyor.
İkinci örnek ise; HDK ve diğer sol-sosyalist kesimlere ilişkin gerçekleştirilen
büyük çaplı ardışık operasyonlardır. Bunlarla
da doğrudan toplumu, toplumsal muhalefetin en dinamik örgütlü kesimlerini
etkisizleştirerek, sindirip susturmak amaçlanıyor. Tabii bunun belki bir yönü
de kotarılmak istenen “Türk-Kürt İttifakına” karşı gelişebilecek devrimci
itirazların önünü almaktır da. Evet, muhtemeldir ki böylesi bir yönü de
olabilir.
Eskisi gibi
yönetilmek istememe ve yönetememe krizi
Gerek içine girilen küresel sürecin gereklilikleri ve gerekse Türkiye ve K.
Kürdistan’da yaşanan ekonomik ve siyasi krizin halkı hızla artık eskisi gibi
yaşamını sürdüremez noktaya sürüklemesi ve hem de iktidar bloğunun artık çok
bariz bir şekilde bir “yönetememe krizi” içine girmiş olmasından ötürü; giderek
daha baskıcı ve artan oranlarda daha koyu faşizan yöntemlere baş vurmak, onlar
açısından kaçınılmazdır.
Günün görev ve sorumluluğu:
Anti faşist ve anti emperyalist savaş karşıtı birleşik cephe
Öncelikle sol-sosyalist ve komünist güçler ve keza bilumum muhalif
demokratik güçler ve hatta çeşitli katmanlardan burjuva muhalif güçler
tarafından sürecin bu olgusal realitesinin acilen görülmesi önem arz ediyor. Daha
koyu faşizan bu gidişe ve artık aktüel olan emperyalist savaş tehdidine karşı,
daha işe yarar konumlanışlar içine girerek; anti-faşist ve anti emperyalist bir
savaş cephesi örgütlemenin kaçınılmaz tek direnç odağı olacağı artık görülmek
zorundadır. Kesinlikle güçlerin bu iki aktüel tehdide karşı yeniden tahkim
edilmesi şarttır; işin hafife alınır ya da ağırdan alınır bir yanı kalmamıştır
çünkü.
Kürt siyasal
hareketinin tarihi sorumluluğu
Bu vesileyle bir kez daha Kürt siyasal hareketinin, “Kürt-Türk İttifakı ile
ülke, bölge ve tüm dünya, tüm insanlık demokratikleşecek” minvalindeki bu
propagandanın ne kadar vahim bir hata olacağını acilen görmelerini hatırlatmak
gerekiyor. Unutmamak gerekiyor ki hangi gerekçeyle olursa olsun bu İslamcı faşist
iktidarın ömrünü uzatmaya hizmet edecek her tutum ve yaklaşım; bu iktidarın
ulaşmaya çalıştığı o “iç cephenin tahkim edilmesi” amacına yani daha baskıcı ve
daha koyu bir “iç faşistleşme” sürecinin yaşanmasına hizmet edecektir. Böylece,
daha önce kaleme aldığım ve mevcut durumu tanımlayan “Yaşanmakta olan, ikili
hukuk denkleminde, bir ara rejim midir?” başlıklı makalemde tanımlanan bu ikili
durum da yapılması hedeflenen yeni anayasa ve yasal düzenlemelerle sona
erdirilmeye çalışılacaktır.