Halil Gündoğan
30.10.2024
Öyle anlaşılıyor ki Cumhur İttifakı, uzunca bir süredir izleye geldiği stratejinin 180 derece zıddı yeni bir strateji ve “yol haritası” belirlemiş durumda. İç ve dış sorun ve gelişmelerin mecbur bıraktığı zorunlu bir değişiklik hali bu. Bununla, öncelikli olarak, iktidarını sürdürmenin olanağını yaratmak istiyor. İkinci olarak da artık iyiden iyiye kaçınılmaz hale gelmiş olan bölgesel savaş koşullarının yaratacağı olası gelişmeler karşında hem elini güçlendirmek ve hem de doğacak fırsatları ganimete dönüştürme niyeti güdüyor.
Ve keza öyle anlaşılıyor ki MİT ve güvenlik bürokrasisi aracılığıyla da özellikle dış sorun ve gelişmeler üzerinden oluşturulan algı ve ikna, bunu önemli oranda bir “devlet aklı” veya “devletin stratejik refleksi” olarak da şekillendirmişe benziyor. Bunu, Türk toplumunun en şoven, en ırkçı ve faşist kesiminin temsilcilerinden olan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin katalizör görevi üstlenmiş olmasından da rahatlıkla anlamak mümkün.
Genel olarak bölgesel savaş ortamının bir fiil kendisinin ve özel olarak da Büyük Orta Doğu Projesi doğrultusunda geliştirilen hamlelerin, yüzyıllık statükoyu değiştireceği kesin. Bundan dolayı da Bölge ve Dünya güç odakları kendi menfaatlerini gözetme ve koruma telaşıyla; yeni strateji ve müttefikler arayışına yönelmiş durumda.
ABD ve İngiltere’nin BOP ile tasarladıkları “yeni” Orta Doğu’da, mevcut birçok devletin parçalanarak tarihe karışması ve keza aynı zamanda yeni birçok devletin kurulması düşüncesinin olduğu, herkesin malumu bir “sır” olsa gerek.
Evdeki hesap çarşıya uyacak mı bilinmez, ama evdeki hesabın bu olduğu kesin! Yıkarak tamamen ortadan kaldırmayı hesapladıkları olduğu gibi, parçalayarak küçültmeyi düşündükleri de var. Birinci kategoridekilerin başında, çok daha elverişli olacağından ötürü, elbette ki birçok etnik ve dinsel/mezhepsel farklılıklarla keskin iç çelişkiler yaşayan devletlerin olduğunu söylemek isabetli olur. Bunların en tipik örnekleri arasında İran, Irak, Suriye ve Lübnan’ın baş sırada yer aldığı rahatlıkla söylenebilir.
İkinci kategoridekilerin en tipik örnekleri arasında ise TC. Devleti, herhalde ilk sırada yer alır. TC. Devleti şayet bir eksen değişikliğine kalkışır veya üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmezse ve de o süreçte koşullar da uygun olursa, kesinlikle “Büyük Kürdistan Devleti” projesi devreye sokulacaktır.
Malûm, Büyük Kürdistan’ı oluşturacak en büyük parça, TC. Devleti’nin ilhakı altında bulunan K. Kürdistan’dır…
İşte bu olasılık, zaten öteden beri parçalanma fobisiyle yaşayan TC. Devleti’nin, anlaşılan o ki korkulu kabusuna dönüşmüş durumda. Aranan, aranmakta olan da buna dair çarelerdir.
Aranan çarenin ilk adımı “bin yıllık kardeşlik”, “milli birlik” ve “iç barış” aldatmacasına tekrar sarılarak Kürtleri yeniden ve bir kez daha kafalayıp, kafeslemekte bulunmuşa benziyor. Böyle olmalı ki varlarını yoklarını ortaya koyarak yok etmek istedikleri Kürt Siyasal Hareketi’nin kapısını çalıyorlar. Fakat bunu da yine o her zaman ki “tarihi hile, hurda ve utanmazlıkları” nı elden bırakmadan yapmaya çalışıyorlar.
Doğrudan savaştıkları taraf olarak Kürt Siyasal Hareketi’nin resmi temsilcisi olan PKK ‘yi muhatap almak yerine; 25 yıldır ellerinde esir tuttukları Öcalan’ı kafesleyerek, onu diğer aktörlerle karşı karşıya getirme, onları bir birbirine kırdırma hesapları güderek de bunu yapmaya çalışıyorlar.
Görünen o ki bunu başarmışlar da. Hem de Öcalan’ı, İmralı Savunmasının üzerinde şekillendiği “Demokratik cumhuriyet ile birlik projesi” ve tarihsel olarak varsayılan “Misak-ı Milli sınırları üzerinde ortak vatan” noktasına geri döndürerek.
Hatırlanacağı üzere İmralı savunmasında şunları ileri sürüyordu Öcalan:
“Özce Kürt sorunu, tarih, dil, kültür araştırma ve ön hazırlık okullarıyla yayma ve yine bununla bağlantılı serbest kitap, gazete, radyo, televizyon benzeri yayım araçlarına özgürlük tanımayla özgün çözümünü yakalamış olacaktır.”
“PKK, cumhuriyeti parçalayan iddiasından, onu güçlendiren temel olgulardan birisine dönüşecektir… PKK’nin de devlet sınırlı olarak bile yol açarsa, barış yoluna girmekten, ortak vatan ve demokratik cumhuriyete layık olduğu değeri gücü vermekten çekinmeyeceği, bu güçte olduğu görülecektir.”
“PKK varlığının yasal siyasal zemine çekilmesi ve demokratik sistemle bütünleştirilmesi temelinde olacaktır. Devletin duyarlılığıyla, yaratıcı çabalarıma güvenerek bu rolü başarıyla oynayacağıma inanıyor ve kararlılığımı vurguluyorum.”
“İç barışından aldığı güçle bölgede lider bir ülke olarak hamle gücüne kavuşacağı kesindir. Ortadoğu’da liderlik dönemi Orta Asya’dan Balkanlar’la ve Kafkaslar’a kadar etkili olma anlamına gelecektir.”
“Kürtlerin en ağırlıklı bölümü, yüzde yetmişlere varan kısmı Türkiye’de olduğu gibi diğer parçalar veya alanlardaki Kürtler ve birlikte yaşadıkları için Türkmenler de Misak-ı Milli gereği Türkiye’den sayılır.”
“Türkiye’yi Misak-ı Milli olarak başta ortak bir vatan olarak kabul hem Kürtler hem Türkler için bir ulusal yemin olarak kabul edilir.” (Alıntılar için “Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Cumhuriyet’i Kimin Cumhuriyetidir?” isimli kitabıma bakılabilir.)
“Devlet aklı” adına hiddetli-şiddetli beyanatlarda bulunan Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına yansıyanlardan anlaşılıyor ki TC. Devleti, yukarıya aktarılanlar ekseninde Öcalan’ı ikna etmeyi başarmış gibi.
Bununla, öncelikli olarak acil ihtiyaç duyduklarını söyledikleri o “milli birlik” ve “iç barış” ortamının sağlanacağı düşünülmekte. Keza bununla aynı zamanda, diğer parçalardaki Kürt Siyasal oluşumlarını ve Kürt kamuoyunu, koşulların elverdiği ilk fırsatta “ortak vatan” çatısı altında Türkiye tarafından ilhak edilmesinin tüm Kürtlerin yararına olacağına ikna edilmelerinin sağlanabileceği varsayılmakta.
Evdeki bu hesabın çarşıya ne derece uyacağını galiba yaşayarak görmek durumundayız. Kürt Siyasal Hareketi yıllar içinde kazandığı inisiyatifiyle Öcalan’ın bu son derece geri dayatmalarını normalde kabul etmemesi gerekir. Nitekim Bahçeli’nin Kandil’i ve Edirne’yi dışlayıp, İmralı ve DEM Partisini öne çıkarması, Kandil’deki önder kadroların Öcalan’a karşı direnç gösterdiğine yorumlanabilir pekâlâ. Fakat daha düne kadar “çözümün adresi Başkan Apo’dur.” diyerek siyasi iradelerini ona ipotek etmişlerdi. Bugün onu takmamaları çok ciddi iç sorunlar doğuracaktır. Hem örgüt ve hem de kitle tabanında ciddi yarılma ve çatışmalar vesilesi olacaktır. Yani sözün özü şu ki PKK bugün siyasi iradesini Öcalan’a ipotek etme tarihi hatasının çıkmazıyla karşı karşıyadır. Her şeyi göze alarak karşımı duracaktır, yoksa “çaresizce” teslim mi olacaktır, bunu yaşayıp göreceğiz.
Özetle; öyle görünüyor ki “devlet aklı” silahlı Kürt Siyasal Hareketini bizzat kurucusuna tasfiye ettirmeyi başarmış olacak.
Fakat egemenler fena halde yanılıyorlar. Çünkü Türkiye ve K. Kürdistan’da gerçek anlamda “iç barış” veya “toplumsal barış”, sadece Kürt ulusal sorununun aspirin tedavisiyle sağlanamayacak kadar daha başka pek çok büyük ve köklü toplumsal sorunların çözümüne endeksli bir sorundur. Dolayısıyla da evdeki hesaplarının burada da çarşıya uymadığını görmekte gecikmeyeceklerdir.