ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Halil Gündoğan

Madımak2024

 

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

 

Her ne kadar da fiilen ilkini dinci yobazlar güruhu, ikincisini de Kürt Ulusal Hareketine bağlı güçler gerçekleştirmiş olsa da fakat şunu her seferinde net ve doğrudan ifade etmek gerekiyor ki bu her iki vahşetin asıl sorumlusu, bunları tertipleyip yaptıran irade olarak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “üst aklı” denilen, o karanlık güçleridir: Yani MİT ve bir kontrgerilla oluşumu olan, Özel Harp Dairesi’dir.


Bir yıl önce; “Katliamının 30. Yılında Madımak ve es geçilen Başbağlar…” başlığı altında şöyle seslenmiştim: 

 

“Sözüm öncelikle komünist ve sol-sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte standartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman ‘bizim cenah’ dediğimiz kesimlerce de halka karşı işlenmiş ağır suçları tereddütsüzce kınayacağız?”

 

“Her 2 Temmuz’da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?”

 

“Oysa Başbağlar Köyü’nde de toplam 33 insanımız hunharca katledilmişti. (28 erkek kurşuna dizilerek, 5 kadın ise yakılan evlerden çıkamayarak, yanarak can vermişti.)”

 

“Burada şöylesi çok özgün bir yan var: Madımak katliamı ile Başbağlar katliamı aynı senaryonun birbirini tamamlayan iki perdesidir. Dolayısıyla da bu her iki katliam karşısında ‘tarafgirli’ bir pozisyon sergilenemez. Madımak katliamı yüreklerimizde nasıl dinmeyen bir sızı ve acı olarak anlam kazanıyorsa; Madımak ateşinde yakılarak kıyıma uğratılan Başbağlar’da ki 33 masum, günahsız halktan insanımız da aynı şekilde karşılık bulmak zorundadır. Aksi takdirde bizim hem vicdan terazimizde ve hem de adil olma desturumuzda sorunlu yanlar var demektir.”

 

Bugün başta Kürt Ulusal Hareketi bileşenleri olmak üzere, diğer pek çok sol-sosyalist ve komünist yapının gün vesilesiyle verdikleri demeçler, maalesef ki önceki yılların o, “vicdan terazimizde ve hem de adil olma desturumuzda sorunlu yanlar var demektir” ifadesinde dile gelen gerçeği doğrulayan demeçleriyle adeta birebir aynı. Yani yine Başbağlar katliamının sessizce es geçilmesi tercih edilmiş.

 

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, 1 Temmuz 2024 tarihli yazılı açıklamasında; “(…) Zaten Sivas Katliamı’nın tertiplenmesi esas olarak Kürdistan’da gelişen mücadeleyle Alevi toplumunun mücadelesinin buluşmasını önlemek içindir. Kürt halkının mücadelesini gören ve buna olumlu yaklaşan Alevi aydınları katledilerek bunun önü alınmak istenmiştir. Katliamın Sivas’ta tertiplenmesi ise son derece bilinçlidir, çünkü hem Kürt-Alevi halkının hem de Türk-Alevi halkının birlikte yaşadığı bir bölgedir.” dedikten sonra; “Tarihsel sorumlulukla hareket etme çağrısı” alt başlığı altında şöyle devam edilmekte:

 

“(…) Sivas Katliamı’nı andığımız böylesi bir dönemde bunun gereklerine göre hareket etmek, bu temelde halklar arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve halkların kardeşliğine ve bir arada eşitçe yaşamasına dayalı birleşik mücadeleyi daha da geliştirmek tarihsel sorumluluğumuz gereğidir. (…)” (abç)

 

Bunların söylendiği bir durumda, doğal olarak, şöyle demek gerekiyor herhalde: Tamam, vicdan ve adil olma gereğiyle, altında PKK’nin imzası olan Başbağlar katliamının özeleştirisinin yapılması ve Madımak katliamının her yıl dönümünde, Madımak ateşinde yakılan Başbağlarlı o masum halktan insanların katli, tıpkı Madımak katliamının lanetlediği gibi, lanetleme olgunluğu ve sorumluluğu henüz oluşmamışsa şayet; o halde bari yapılan açıklamada ileri sürülen şu: “halklar arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve halkların kardeşliğine ve bir arada eşitçe yaşaması”nı mümkün kılacak koşullardan biri olan, kendi adınıza “güven oluşturma”/”güven verme” gereğince o özrün dilenmesi ve her yıl dönümünde tıpkı Madımak için gösterilen duyarlılığın gösterilmesinden neden itinayla imtina ediliyor acaba?

 

Keza, madem samimi olarak Devletin “Sivas Katlimı”nı, Kürt ve Alevi mücadelesinin birleşmesini engellemek amacıyla ve keza farklı inanç ve uluslardan halkımız arasında düşmanlık geliştirmek için özel bir tercihle Kürt-Türk ve Alevi-Sünnilerin bir arada yaşadığı Sivas’ı tercih ettiği söyleniyorsa ve gerçekten buna inanılıyorsa; o halde bu çifte standart ve bu muazzam tutarsızlık niye? Çünkü Başbağlar’ın yer aldığı Erzincan da bire bir aynı özellik ve hassasiyetlere sahip bir yer! Peki nasıl oluyor da Devletin Sivas’ta tertiplediği katliam, bahsi edilen amaca ve sonuçlara hizmet ediyor da aynı sonuçları fazlasıyla doğuran Başbağlar katliamı neden o aynı amaç ve sonuçlara hizmet etmiyor? 

 

Ettiği besbelli! O halde bari, çok çok geç kalınmış olsa da “zararın neresinden dönülürse kârdır” desturuyla; sırf düşmanın oyun ve tuzağının boşa çıkartılması ve halklar arasında oluşan o güven yıkımının, bir nebze de olsa onarılmasına zemin oluşturulması ve katkı sunulması adına neden bahsi edilen o “tarihi sorumluluğun gereği” yerine getirilmiyor acaba?

 

Aslında bu, sırf sorunun pragmatist ele alınışı boyutuyla bile böyle olması gerekirken; ama esas olarak, demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin temel omurgasını oluşturan ve de olmazsa olmazı sayılan eşitlik ve adalet prensiplerinin gereğince yapılması gerekiyor. O çağrısı yapılan “tarihi sorumluluğun gereği” aslında tamda bu olmak zorundadır. Çünkü asıl güven ancak ki bu ilkesel duruş ve pratik tutumla oluşabilir.

 

Bunu bugünden bile beceremiyorsak; sahi, o halde yıkmak istediğimizden farkımız ne?