İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Halil Gündoğan

10.08.2024

 

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

 

“İslam dininde bir Müslümanın zor bir durumdan kurtulmak için İslam’ı inkâr ederek Müslüman değilmiş gibi davranmasıdır” şeklinde bir tanımlanması vardır takiyenin. Yani bir Müslüman için bu, herhalde ki söylenebilecek en büyük yalanların başında geliyor olsa gerek.  Keza “Vikipedi” de aktarıldığına göre: Kur’an’ın Nahl suresinde de takiye yapmaya izin verildiği yazmaktadır. 

 

Öncesini dışta tutarsak, şu 22 yıllık iktidarları döneminin herhalde ki her önemli kavşaklarında, her önemli hamleleri esnasında ve ihtiyaçlarını duydukları her önemli yeni atak pozisyonlarında mütemadiyen kullandıkları yöntem hep şu olmuştur: Yapmak istedikleri esas şeyleri paravanlayarak gündeme getirip nabız yoklamak ve gerekiyorsa geri basmak ve bir süre sonra daha inceltilmiş sinsiliklerle, hedeflenene varana dek tekrar tekrar gündeme getirmek… 

 

Yani denilebilir ki takiyenin bu tarzı, İslamo-faşist “Reis”in siyaset yapış tarzının, iktidar olma ve iktidarını sürdürebilmesinin en gözde baş enstrümanıdır da. 

 

İdeolojik “gizli” ajandalarında hedeflenen, “bugüne uyarlı” yani bir şekilde “modernize” edilmiş bir şeriat sistemine adım adım geçebilme stratejik hedefi doğrultusunda, şu 22 yıllık iktidarları dönemi boyunca en sıklıkla ve ama en itina ve sinsilikle baş vurdukları yalan; hiç kuşkusuz ki “hiç kimsenin yaşam tarzına asla karışılmayacaktır.” ve “herkesin yaşam tercihinin teminatı bizzat bizim iktidarımızdır.” şeklinde ki bu yalanıdır.

 

“Evet, son durak beyler bayanlar!” diyebilecekleri bu final sahnesine ulaşana kadar, dozajı düşmekle birlikte, bu yalanı tekrarlamaya devam edeceklerinden emin olabiliriz. Çünkü yaşam tarzı, insanların en hassas olabildikleri ve keza çok sert ve çok kolay bir şekilde tepki koyabilecekleri bir mesele olduğundan; günün muktedirleri, bunun son derece bilincinde olarak hareket etmeleri gerektiğinin idrakindeler.

 

Bundandır ki diğer birçok şeyde artık kullanma gereksinimi duymadıkları o ihtiyatlı söylem ve paravanları önemli oranda terk etmişken; ama “yaşam tarzına karışılmayacağı” yalanını hâlâ itinayla sürdürmeye devam ediyorlar.

 

Oysa biliyoruz ki “bu toplumun yüzde doksan dokuzu Müslümandır.” ve “Şeriat demek İslam demektir. Şeriata karşı çıkmak İslam’a karşı çıkmaktır!” çıkış ve tehdidiyle; Erdoğan ve Cumhur İttifakı artık çok aleni ve dobra bir şekilde toplumu, toplumun yüzde doksan dokuzunun dini olan İslam’ın hukukunca (yani bir diğer ifadeyle şeriat esaslarına göre) yaşama özlemine kavuşturmak istediklerini, zaten yarı örtük bir şekilde beyan etmiş olmuyorlar mı sizce de?


Kafasını kuma gömerek yaşamın gerçeklerinden kaçabileceğini sanan saftirik iyi niyet budalaları dışında, normal zekâ ve mukayese düzeyine sahip herkesin kabul edeceği olgusal bir durumdur bu.

 

Peki bu durumda, yani bir taraftan toplumu, İslami hukuk ve değerler esasına dayalı bir yaşam tarzına göre şekillendirme ulvi görev ve sorumluluğuyla hareket etmek ve ama öte taraftan da toplumun azımsanmayacak büyüklükte bir kesiminin tercihi olan seküler yaşam tarzına dokunulmayacağını, tam aksine bunun korunacağının teminatının kendileri olacağını söylemek, nasıl olacak da koskoca bir yalan ve iki yüzlü bir sahtekârlık olmayacak?

 

Bu yalan ve iki yüzlü sahtekârlığın muhatabı kendi cenahları olmayacağına göre; geriye, en başta kadınlar olmak üzere, LGBTİ+’lar, Aleviler ve diğer azınlık inanç ve inançsızlar olmak üzere toplumun seküler yaşam tarzına sahip kesimleri kalmış oluyor ki yalan da zaten bunları erkenden ürkütmeyip, son kapıyı da üzerlerine usulca kapatabilme ihtiyacının bir gereği olarak kullanılıyor. Mesele işte bu kadar aleni ve net.

 

Özetle; bir arkadaşın oldukça isabetli bir şekilde ifade ettiği gibi: “Tehlike müthiş örgütlü.”!


Evet, tehlike ve tehdit gerçekten de müthiş örgütlüyken; ilginçtir, onlardan çok daha güçlü olan biz karşı cephedekiler ise hâlâ, “dur bakalım ne olacak?” aymazlığı içinde, adeta seyre koyulmuşuz başımıza örülmekte olan felaketi.