Halil Gündoğan
4.07.2025
Doğru anlaşılmayı
beklemek
Başlıkta tırnak içindeki ifade doğrudan Öcalan’ın kendisine ait. Aynen şöyle diyor PKK 12. Kongresine sunduğu perspektif yazısında: “(…) Fakat artık yeter! 50 yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum. Anlatıyorum, anlatıyorum sonra yine anlatıyorum. PKK’de Önderlik gerçeğini anlamamak, PKK’yi anlamamak, özgür Kürt’ü, Kürdistan’ı anlamamak demektir. Gerilikte ısrar etmek demektir. (…)”, “(…) Muazzam bir söylem ve eylem gücüm var. Bunları size sunuyorum, zorla vermeye çalışıyorum, yine almıyorsunuz.” Diyor ve bunu defalarca kez tekrarlıyor.
Hükmetme metodu
Daha önceki yazılarımda da dile getirdiğim gibi, Öcalan bunu tek tek kişilerle
ve topluluklarla yaptığı konuşmalarda sıklıkla uygular. Yani spontane bir durum
değil. Aslında bu, onun bir hükmetme ve tahakkümü
altında tutma metodudur.
Narsistik megalomani
Öcalan aynı zamanda, uç boyutlu bir megalomani olduğundan; kendisini hata
yapmaz, yanlış bir şeyler söylemez derekesinde üstün yeteneklere sahip, bir
nevi “seçilmiş kişi” olarak görür. Dolayısıyla da “50 yıldır anlaşılmıyorum”
iddiasının bir gerçekliği varsa, bunda kendisinin bir payı veya kusurunun olup
olmadığını sorgulama gereği dahi duymaz.
“Anlatıyorum, anlatıyorum sonra yine anlatıyorum. 50 yıldır bunu sürekli
bir şekilde yapıyorum ve ama maalesef ki yine de anlamıyorsunuz.” diyor mealen.
Doğrudur, anlatıyordur. Bilindiği üzere o, çenebaz olarak nitelenecek kadar çok
konuşan biridir de.
180 derecelik
reddiye tarihi
Vurgu yaptığı bu 50 yıl içerisinde Öcalan, aynı zamanda 180 derecelik, “reddiye
çizgisi” diyebileceğimiz bir inkâr siyaseti sahibidir. İlginçtir: Her “yeni”
döneme ve dönemece ilişkin söyledikleri, bir önceki dönemin söylemleriyle
çelişiyorken; fakat yine de bunların hepsi de en doğru ve hatta mutlak doğrular
olarak empoze edilir.
“Tek adam” sultası
Tabii bu yeni stratejik-taktik ve ideolojik-siyasi görüşlerin hiçbiri
yapının kolektif aklının ürünü olarak şekillenmez. Öcalan’ın kendi başına karar
altına aldığı ve sonra da bunlar bilinsin ve ezberlenip, ölümüne savunulsun
diye örgütün resmi kararı haline getirilmiş şeylerdir. Bunun böyle olduğunun en
tartışmasız ibretlik örneği, bir ulusun, bir halkın ve bir örgütün kaderini
doğrudan ilgilendiren şu son sürece dair aldığı, örgüte ve halka dayattığı,
karar ve sözüm ona “çözüm” perspektiftir.
“Bir Apo Gerçekliği”
Hani diyor ya; “Bir Apo gerçekliği var bu açık.” Evet haklı: İşte bu da bir
“Apo gerçekliği”! Ama Öcalan bu tür “ölçü dışı” yorum ve saptamaları boşa
çıkarmak için, peşinden de şerh koyuyor buna: “Tabii bu Apo gerçekliği veya
hakikati nasıl yorumlanmalı. Hayal ve gerçeklik olarak neyi ifade eder?”
diyerek, bunun tam olarak nasıl olursa doğru olacağını, kendisinin o andaki
hüsnü niyet, keyfiyet ve gereksinimini duyduğu şey her neyse, o belirliyor
olacaktır. Bunu, bu açıklıkla işte bu kadar net ifade etmek gerekiyor.
Böyleyken, kalkıp rahatlıkla şunu söyleyebiliyor olması da bir başka “Apo
gerçekliği(dir)”: “Apo bir önderlik
inşası bir kişi kültü inşası değil, kolektif önderlik inşasıdır.” Artık
nasıl bir “kolektif önderlik inşası” ise; Kongre kararları bile kendisinin
onayına tabidir. Nasıl bir “kolektif önderlik inşası” ise; örgütü tek adam
diktatörlüğüne döndürdüğü için buna itiraz edip, örgütün gerçek anlamda
kolektif bir önderlik tarafından yönetilmesinin inşa edilmesini isteyen onlarca
kadro, süreç içerisinde bir şekilde tasfiye edilebilmiştir.
Peki bütün bu “Apo gerçekliği” gerçekliğinde, “50 yıldır anlatıyorum,
anlatıyorum, sonra yine anlatıyorum” dediğin bir gerçeklikte, güya serzenişte
bulunduğun, ama esasta feodal-despotik bir “baba” modunda azarlayıp
aşağıladığın o kadrolar ve Kürt halkı senin hangi anlattığını baz alarak
anlamaya çalışmalı acaba? İnsanlara ha bire yeni mutlak doğrular dikte
ediyorsun, bunları analiz edip anlamaya çalışırken ve bunları sahiplenip
savunmaya başlamışken; hop, yeni mutlak doğruları sokuşturuyorsun. İnsanlar
bunun şoku ve şapşallığını yaşarken de basıyorsun kalayı: “Önderlik gerçeğini doğru anlamadan bırakın topluma öncülük etmeyi,
kendiniz yürüyemezsiniz. Nitekim kendinizi dahi taşıyamıyorsunuz. (…) Kendinizi
bir çözümsüzlük olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz. Neden?” Sahi, acaba
neden?
Kendin, tüm siyasi hayatın boyunca, sırtını hep bir yerlere dayamayı,
“çelişkilerden ve çatışmalı durumlardan yararlanmayı ve kendini kullandırmayı
ve karşıdakini de bir ölçüye kadar kullanmayı, ‘usta oyun kurucu liderlik’
sayacaksın; ama Karayılan’ın, “elimizde şu kadar menzili olan füzeler var,
bunlarla Türk güçlerini rahatlıkla vurabiliriz” mealindeki sözlerini; “bunları
kim verdi sana, hangi menfaat karşılığında aldın?” diyerek; onu itham edip, zan
altına sokmakta bir beis görmeyeceksin. (Bk. son “İmralı notları”) Oysa onlar
senden öğrenmişlerdi bütün bunları. Sana mubah olan onlara niye kötü oluyor?
İşte bu da bir başka “Apo gerçekliği.”
Sırtını Sosyalist Kampa dayayarak, Esad rejiminin himayesi altında,
Birleşik Bağımsız Kürdistan devrimi hedefiyle yola çıktın. Revizyonist ve
sosyal emperyalist Sovyet sistemi çökünce de pusulanı yitirip, dümeni başka
limanlara kırdın. Methiyeler dizdiğin sosyalizmin ilkeleri birden tu kaka
oluverdi. Bağımsız Kürdistan Devleti hedefini, bu çağdışı kalmış ideolojinin
etkisinde kalarak aldığın yanlış bir karar olduğuna hükmettin. Ardından; Barzani
ve Talabani aracılığıyla, Misakı Millici Turgut Özal ile federasyon sevdasına
yelken açtın (Şimdilerde de sermayenin has hizmetkârı ve ABD’nin bir numaralı
adamı Özal’ı “demokrasi şehidi” ilan ediverdin. Yine tamamen kendi başına
aldığın bir kararla). İşte bu da tipik bir başka “Apo gerçekliği.”
Esad, artık seni ülkesinde istemediğini söyleyince de soluğu Avrupa’da
aldın. Oysa bütün önder kadroların, korunaklı bir kale olan Kandil’deydi. Ama
sen orayı tercih etmedin. Yine zora gelmedin, yine başka devletlere ve istihbarat
örgütlerine bel bağlayıp, Avrupa’ya çıktın. Orada açık hedef olacağına ihtimal
dahi vermedin, bu kadarda ince hesap-kitap dâhisisin işte… Avrupa’da umduğunu
bulamayınca çıtayı düşürüp, yerel yönetimler özerkliğini en ideal çözüm yolu
olarak ilan ettin. Bu kararı da yine kendi başına aldın. Sonra o güvendiğin
devlet ve istihbarat teşkilatları, elbirliğiyle, “adrese teslim” seni Türk
Devletine verdiler. Uçakta bulduğun ilk fırsatta, sömürgeci ve faşist dediğin,
yıkmak üzere yola çıktığın Türk Devletine her türlü hizmete hazır olduğunu
söyledin. İşte bu da bir “Apo gerçekliği”
Öcalan’ın İdris i
Bitlisi süreci
İmralı’da ise Kürt ulusal kurtuluşu adına savuna geldiğin tüm değer ve
ilkelerine, stratejik belirleme ve saptamalarına elveda edip, bu kez de her
şeyi Türk ulus devletinin “ulu çıkarları” adına yeniden kurguladın. Yıllar
içinde bunu o kadar içselleştirip somutlaştırdın ki sonuçta, K. Kürdistanlı
Kürtlerin kolektif varlığının ifadesi olan tüm hak ve yetkilerini yok sayarak;
Kürt ve Türk kardeşliğiyle yeni bir Türk ulus devletinin inşası sevdasına
soyundun. Buna da “demokratik ulus inşası”
dedin. Muhtemelen daha kolay sindirilebilsin diye. İşte bu da bir başka “Apo
gerçekliği”
“Demokratikleşme” kriteri
Yine İmralı süreciyle birlikte ve ama daha baskın olarak da bugünlerde
bilinçleri manipüle etmenin araçsal söylemi olarak; “Demokratik Toplum İnşası”
projesini ileri sürmektesin. Oysa demokrasi ve demokratikleşmeden neyi
kastettiğini zaten İmralı Savunmanda dile getirmiştin. Aynen şöyle diyordun:
“Demokratikleşmede
en ciddi sorun olarak Kürt sorunu vardır ve eğer gerillaların ve PKK’nin uygun
bir çözüm yaklaşımıyla demokratik sisteme çekilmeleri başarılabilirse, işte bu
gerçekten kalıcı bir demokrasi zaferi olacaktır.” (*) İşte bu da çok daha tipik bir “Apo gerçekliği”
Yeni kıble: Anarşizm
Kürtlere; egemen ulusun devleti lehine ulus devlet kurma fikrinden vaz
geçmelerini ve keza İmralı süreciyle keşfettiğin anarşizmin bir desturu olarak,
devletten uzak durarak; “komün toplumu” olmalarını buyuracaksın. Fakat bunu söylerken,
tutarsızlığın dikâlâsı olarak aynı zamanda, İmralı Savunmalarında şunun
savunusunu yapacaksın:
“Bu savunmamla daha
da açıklığa kavuşturulduğuna inandığım; ülke bütünlüğü ve devletin bağımsız
varlığıdır. Çünkü hiç ölmeyen topluma ve onun yüceltilmesi gereken ifadesi
olarak devlete, saygı ve bağlılığımın gereği budur.” İşte bu da çok daha tipik, bir başka “Apo gerçekliği” Vs. vs.
Hangisisin?
Şimdi tane tane ve anlaşılır bir şekilde söyler misin: “Beni 50 yıldır
anlayamıyorsunuz” dediğin o kadrolar ve bir bütün olarak da PKK ve Kürtler
senin hangi mutlak doğrunu baz alsınlar da seni anlamaya çalışsınlar? Önce sen
kendin buna bir karar ver hele. Birbirini yadsıyan bu keşmekeş düşüncelerden
hangisi veya hangileri senin gerçekliğinin ifadesi? Besbelli ki hepsi! İşte bu
da bir başka “Apo gerçekliği”
(*) (İmralı Savunmasındaki alıntılar için, H. Gündoğan’ın “A. Öcalan’ın ‘Demokratik Cumhuriyet’i kimin Cumhuriyetidir?” isimli kitabına bakılabilir.)