Hiçleştirme ve kendisiyle yeniden var etme stratejisi -1

 


 

Halil Gündoğan

8.07.2025 

Kongreyi ikna etme ihtiyacı

Öcalan PKK 12. Kongresine bir perspektif yazısı sunmuş. 23 sayfalık, uzunca bir yazı. Bu çalışma için; “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak.” başlığını uygun görmüş. 

Bilindiği kadarıyla PKK’nin silahlı mücadeleyi bitirme ve daha da önemlisi kendisini feshetmek şeklinde bir gündemi yoktu. Bunu Öcalan istedi: “Kongrenizi toplayın kendinizi feshedin.” Dedi. Bu çağrı, kapalı kapılar ardında Öcalan’ın devlet ile yaptığı görüşmelerde karar altına alınmıştı. Yani böylesi hayati ve stratejik bir konuda Öcalan tarafından iradesi hiçe sayılan PKK ve Kürt tarafı bunlardan çok sonraları haberdar oldu. Doğal olarak da bir şaşkınlık ve bocalama süreci yaşandı. Bunun bir ifadesi olarak kimileri; “Önderlik asla öyle bir karar almaz”, kimileri; “böyle bir kararı ancak biz dışarda mücadele yürütenler alabilir”, kimileri; “Bu kararın Reber Apo’nun kararı olduğundan emin olmamız için doğrudan kendisiyle temas kurmamız lazım” dedi. Sonra yapılan görüşmelerle ve yazışmalarla kararın Apo’nun kararı olduğuna ikna oldular. Ancak bu kez de: “Biz kadrolarımızı ve savaşçı yapıyı ikna edemeyiz. Bunu ancak ki Önderlik yapabilir. Bu yüzden Önderliğin kongreye katılması şarttır.” Vs. vb. türü bir yığın pasif direniş sergileyerek, ayak sürdüler. Sonuçta “makul” bir yolla, Öcalan Kongreye önderlik yapmış ve de söz konusu bu perspektif yazısını sunmuş.

 

Normal ve de mantıken, şayet silahlı mücadelenin ve silahların bırakılması ve örgütün tüm kurumlarıyla kendisini feshetmesi çağrısına, kadro ve savaşçı yapının ikna edilmesi gibi özel bir sorun yaşanıyorsa; Öcalan’ın kongreye sunacağı perspektif de doğal olarak, doğrudan bu sorunla ilgili olması gerekirdi, değil mi?

 

“Ulu bilge” algısı oluşturma ihtiyacı

Evet, normalde olması gereken budur. Ama Öcalan 23 sayfalık bu perspektif yazısının dörtte üçlük bölümünde; “Doğa ve anlam”, “Toplumsal doğa ve sorunsallık”, “Tarihsel toplumda devlet ve komün ikilemi” ve “Modernite” alt başlıkları altında, Kongrenin acil gündem maddesiyle doğrudan bağı olmayan bir peşrev çekiyor.

 

Niye bunu yapıyor? Tek izahı var: Önderlik her şeyi biliyor. O ölçüsüz bir bilgi deryası. O, her şeyi en iyi sezinleyen ve analiz edebilen bir deha. O, bu yer yüzünde yaşayan tek filozof. O, bizim onun derinliğine ve ufkuna asla vakıf olamayacağımız bir ulu kişi…

 

Hipnoz etme yöntemi

Evet, konu dışı ve dereden tepeden, az gittik uz gittik misali onca laf kalabalığı, işte esasen bu amaca dönük olarak yapılmış bilinçli bir hipnoz etme yöntemidir. Nitekim Kongre delegelerinden hemen hemen tamamının ağzından dökülenlerin ekseriyeti Apo’nun dehasına ve ulaşılmazlığına yapılan övgülerden oluşuyor. Çok daha önceleri Ali Haydar Kaytan, son dönemlerde de Sabri Ok gibi kimi kadrolar da hızlarını alamayarak Apo’yu açıktan peygamber ilan etmeye kadar vardırdılar bu saçma tapınma ve tabulaştırma ritüelini.

 

Nobran faşizan metot

Öte yandan Öcalan bu “ikna” yazısına da yine o bildik “demirbaş” metoduyla başlamış. Başlamasaydı şaşırtıcı olurdu zaten. Neydi o nobran faşizan metot? Özetle: Önce hiçleştir ve aşağıla, kişilik, gurur ve öz güvenini tarumar et. Sonra o şey (kişi veya topluluk), bir ulu kurtarıcı olarak senin sayende yeniden dirilsin, ayağa kalksın ve onurlu-gururlu bir kimlik sahibi olsun. Böyle olsun ki ömür boyu sana minnet duyabilsin.

 

Öcalan Kongreye sunduğu bu “ikna” amaçlı perspektif yazısında da hem Kürtleri ve hem de PKK kadro ve militanlarını hiçleştirmekle işe başlamış ki yeni sürece dair buyuracakları itirazsız ve ama kesinlikle de büyük bir övgüyle kabul görsün. Şöyle diyor örneğin:

 

“Kürtlerde varlık bilinci ve farkındalık konusuyla başlamak istiyorum. Hani o meşhur ‘Kürtler var mı yok mu?’ Varlarsa ne kadar olabilirler? Ve daha da önemlisi varoluş ile özgürlük ne kadar iç içedir ve birbirlerini ne kadar olanaklı kılarlar?’ yaklaşımları vardı. (…)” Kendisinin büyük harflerle yazdığı “APO DÖNEMİ (ne)” gelindiğinde, yani; “Önderliksel çıkış sürecinde Kürtlük dağılmış, geleneksel önderlikler iflas etmiş, Kürt düşünceden düşürülmüştü. (…)” “Kürt gerçekliği modernite ile birlikte bitmiş bir gerçeklikti. Kavram olarak da gerçeklik olarak da Kürt Kürdistan Cumhuriyetle birlikte kırıma uğratıldı ve üstü örtüldü. (…) Kürdistan’ın diğer parçaları da farklı değildi. Kürt ve Kürdistan adına bir realite kalmamıştı.” (Apo dışında birileri bunları dillendirse, muhtemelen başına gelmedik felaket kalmazdı.)

 

Tarihsel olgular Öcalan’ı yalanlıyor

Diyor demesine de peki yüklemeye çalıştığı anlam itibariyle bunların bir gerçekliği var mı? Yani TC. ile birlikte Kürt, Kürtlük ve Kürdistan buharlaşıp atmosferde yok mu olmuştu? Elbette ki tarihi gerçeklik Öcalan’ın bu maksatlı inkârcılığını desteklemiyor. TC. döneminde, 1925 ile 1938 yılları arasında irili ufaklı onlarca ulusal hak talepli Kürt isyanı meydana gelmiştir. PKK ile başlayanın 29. İsyan olduğu kendilerince de kabul edildiğine göre, birkaçı Cumhuriyet öncesi döneme ait olsa da sayıyı “onlarca” olarak ifade etmek yanlış olmaz. Keza özellikle de 1960 yıllarda Öcalan’ın “pro Apocu” diye tanımladığı politik yapılanmalar tarih sahnesindedir. Kürt, Kürtlük ve Kürt sorunu öylesine aktüeldir ki TİP başta olmak üzere birçok politik öznenin programına dahi girebilmiştir. Keza 1960 Darbesinin ilk icraatlarından biri de Kürt yurtseverlerine kitlesel operasyonlar çekip, onları kamplara kapatıp, ardından da sürgün etmek olmuştur. İbrahim Kaypakkaya’nın sorunu ele alıp tanımlayışı ise başlı başına Öcalan’ın bugünkü inkârcı ve egemen ulus ağzından söylemlerine ta o günden verilmiş bir yanıt gibidir. Örneğin Öcalan İmralı Savunmasında Şeyh Sait İsyanını hem İngiliz kışkırtması ve hem de ulusal yönü olmayan, daha çok Cumhuriyet karşıtı, şeriat istemcisi bir hareket olarak tanımlayabiliyor. (Öcalan hatta: “Atatürk ayrıca bizzat bir nevi otonomi, mahalli özerklik gibi deyimler de kullanmış, çözüm niyetini ortaya koymuş ama isyanların bilinen özellikleri bunu gündemden kaldırmıştır.” dahi diyebilmiştir aynı savunmasında. Oysa bu, bugün de tekrardan temel tezleri haline geldiği anlaşılan şu; “Cumhuriyet ile birlikte inkâr siyaseti isyanlara neden oldu.” şeklindeki bu argümanı boşa çıkarıyor. İnsanın; ‘artık bir karar ver, hangi dönem söylediğini baz alalım?’ diyesi geliyor haklı olaraktan.) Fakat bu bir istisna da değildir: Öcalan, tutsak alındıktan sonra uçakta: “Fırsat verilirse devlete hizmete hazırım. Benim annem de Türk” diyebilmiş birisidir. İmralı Savunmalarında da devlete ve Atatürk’e bağlılığını ifade etmiştir. Artık tek amacının “Türkiye’yi bölgenin lider ülkesi yapmak için yaşamak” olarak ifade etmiş de biridir. Ama böyleyken kendisi dışında gerek kendisinden önceki ve gerekse kendi döneminin tüm Kürt önderlerini şaibeli kişilikler olarak itham edebilmektedir. Keza daha da trajik olanı; kendisine muhalif olan veya bu potansiyeli taşıdığını düşündüğü yüzlerce kadroyu, “devletin ajanı” olarak yaftalayıp, fiziken tasfiye etmekten de geri durmamış biri olarak hâlâ da bunları söylemeye devam ediyor olması ilginç ve bir o kadar da düşündürücü olsa gerek.

 

Diğer parçalardaki olgular

Keza diğer parçalara ilişkin tarihi gerçekler de Öcalan’ın tarihi inkârcılığını ortaya koymaktadır. Örneğin kısa ömürlü de olsa, ama Birleşmiş Milletler tarafından bile tanınan bir Mahabad Cumhuriyeti gerçekliği söz konusudur. Yıl 1946. “Modernite” ile birlikte buharlaşmış Kürtler ve Kürtlük işte böylesine de capcanlı bir şekilde varlığını sürdürmekte oysa. Aynı şekilde Güney Kürdistan’da Mustafa Barzani liderliğindeki Kürtlük davası ta 1943 yılında Irak Krallığına karşı ayaklanır. 1960 lı yıllar boyunca silahlı direniş olarak varlığını devam ettirir. 1970 yılında otonomi anlaşması yapar Irak devletiyle. Ardından fiili olarak 1992 yılında Kürdistan Federasyonu olarak kendi kaderini tayin eder ve bu, 2005 yılında da Irak Anayasasınca kabul edilir. Ayrıca bir diğer parça olan Rojhilat’ta da Kürtlerin ulusal haklarının kazanılması amacıyla KDP-İ ta 1945 yılında kurulur. Vs. vs.

 

Öcalan’ın “Apo mucizesine” ihtiyacı var

Yani özetle; demek ki olmayan Kürtler ve Kürtlük davası yine de bütün bu örgüt, isyan ve mücadeleleri ortaya çıkarabiliyormuş. Tıpkı PKK ve 29. İsyanı ortaya çıkardığı gibi. Ama yok, böyle olmaz; Apo’nun ölüyü diriltmesi, cesedi ayağa kaldırması ve yoktan var etmesi gerekir:

“APO DÖNEMİ” dediği “Önderliksel çıkış sürecinde Kürtlük dağılmış, geleneksel önderlikler iflas etmiş, Kürt düşünceden düşürülmüştü. Böyle bir ortamda gelişmiş olmasına mucizevi anlamlar yüklenmiş olması anlaşılırdır. (…)” “Modern bir hareket olarak PKK Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin varlığını hem kanıtladı hem de yenilmez kıldı. Diğer Kürt hareketlerinin böyle bir gücü yoktur. KDP gibi geleneksel, YNK gibi küçük burjuva hareketler kendilerinin varlığına bile kimseyi inandıramadılar. PKK’nin çıkışı olmasaydı 30 yıl önce hepsi bitmişti.” “PKK’nin büyük direnişi Kürt ve Kürdistan varlığı meselesini kalıcı kıldı. Kürt varlığına dair güçlü bir bilinç geliştirdi. (…)”

 

Dikkat edilirse burada Öcalan bunları PKK’nin öncelikli hedefi olarak sunmayı ve bu hedefe de varıldığını empoze etmeye çalışıyor. PKK’nin ana programı olan ve Öcalan’ın bugün “özgürlük çözümü” demeyi tercih ettiği Kürt ulusal kurtuluş sorununun da ise tıkanma yaşandığını ve bunu aşmak için yeni yol, yöntem ve araçlara ihtiyaç olduğunu ileri sürüyor. Bunun için de yine eski yol, yöntem ve araçların bir şekilde boşa düşürülmesi gerekiyor. (Devam edecek)