"Arkadaşlarım" der, "(...)ya anamıza, babamıza, karımıza ve çocuklarımıza, bizden sonraki kuşaklara şerefli insanların mirasını bırakırız. (...)"
Bu sözlerdeki "KARIMIZA" kavramının altının kalın çizgilerle çizilmesi gerekiyor. Çünkü bir nevi turnusol kağıdı özelliği taşımakta olan bu kavram, kendisini komünist addeden Yılmaz Güney ve daha pek çok anlı şanlı şahsiyetlerimizin zihin dünyasındaki bilinç altı ataerkilizim realitelerinin bariz bir dışa vurumunun ifadesidir. Varsayalımki o özgülde Yılmaz Güney'in "arkadaşlarım" diye hitap ettiklerinin tümü erkek arkadaşlarından oluşmuş olsun. Bu durumda , bırakalım kendisini komünist olarak eddeden birinin, tutarlı bir demokratın bile kadını demokrasi mücadelesinin asli bir unsuru olarak görmeyen ve erkeği bu mücadelenin tek öznesi sayan bir zihniyetin demokratlığı tartışma konusu olmak zorundadır. Kendisini komünist devrimci olarak tanımlayan Yılmaz Güney'in, gerek yukarıdaki bu söylemi ve gerekse yaşamının son dönemlerine denk gelen bir zamanda Fatoş Güneyin de bulunduğu bir röportajdaki bariz erkek egemen-maço tarzı yaklaşımları, çok açıktırki erkek şovenizmiyle sakatlı yaklaşımlardır. Çünkü Güneyin bilinç altı saiklerle gayri ihtiyari sarfettiği sözleri ve sergilediği tutumları, Onun düşün dünyasında eskiyi yıkma, yeniyi kurma mücadelesinde "komünist devrimci" özne, bariz bir şekilde, sadece ERKEKTIR! Güney, maalesefki, kadını henüz kendisinin dengi- eşiti bir komünist devrimci yoldaşı olarak kabullenip içselleştirememiştir. Kadın hâlâ Yılmaz Güney'in karısıdır. Yani hâlâ ataerkilizmin hükmü söz kunusudur.
Bu, komünist bir şahsiyet özgülünde söz konusu oluyursa, lamıcumu yok, bunun adı ERKEK ŞÖVENİZMİDİR. Dolayısıylada ,bunu basit bir "kadı kızı kusurcuğu" olarak göremeyiz, görmemeliyiz de!/Peki neden görmemeliyiz? Çünkü ATAERKİLİZM özel mülkiyetin, CİNSİYETÇİ BİR ÖZEL MÜLKIYETİN, kadını erkeğin MÜLKÜ sayan bir özel mülkiyetçiliğin üst yapısal ifadesidir.
Komünist olamak her şeyden önce , genel olarak üretim araçlarının özel mülkiyetine ve özel olarakta, kadını erkeğin özel mülkü sayan ataerkilizme karşı ilkesel, karlı bir duruşa sahip olmayı şart koşar.
Bu, anlaşılacağı üzere; IDEOLOJIK bir sorundur.Dolayısıyla da bu ilkesel tutum karşısındaki realitesinden hareketle Yılmaz Güney`in ideolojik olarak kusurlu olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır.
Evet O, komünizm ideolojisine gönül vermiş tutkulu bir devrimcidir. Bunu tereddütsüzce teslim edelim elbette; ve ama öte yandan ideolojik "olmazsa, olmaz" larımıza tekabül eden ilkesel kusurları da es geçmeyip, eleştirel olarak dile getirmek gerekiyor.
Bunun yapılması gerekiyorki; özellikle de binbir kılıfa bürünmüş olarak saflarımızda varlığını güçlü bir şekilde sürdüre gelen ERKEK ŞÖVENİZMİNŞN her türüne karşı mücadelede daha tutarlı ve daha kararlı bir duruş sahibi olabilme imkanına sahip olunabilinsin.