FKP’nin kurucu başkanı J.M.Sison'nun "barış anlaşmaları" na dair görüşleri üzerine kısa bir değini:

Bilindiği üzere Filipinler` de,  FKP önderliğinde, çok uzunca bir süreden beridir anti- emperyalist ,  anti- faşist ve anti- feodal eksenli bir silahlı devrim mücadele yürütülmektedir.Devrim, sosyalizm hedefli, yeni demokratik devrim asgari programı ve Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi ile yürütülmektedir.

Sison` un, kısa bir süre önce; " Duterte Rejimi Başaşağı Giderken Devrimci Hareket Yükseliyor." başlığıyla kamuoyuna yaptığı  teferruatlı açıklamasında devrimin halihazırda hala " stratejik savunma aşaması" nda olduğu ve ama " stratejik denge"  safhasına da çok kolayca çevrilebilecek  bir güce erişmiş olduğunu; derimin şehir ayağının örgütlenmesine ağırlık verdiklerini, bunun olgunlaşmasıyla birlikte, artık " stratejik saldırı"  evresine  vardırma çalışmaları içinde olduklarının bilgisini paylaşmıştı.


Ve yine bilindiği üzere ;  bu uzunca mücadele tarihi sürecinde FKP ile Filipinler devleti arasında muhtelif kerler " barış görüşmeleri" yapıldı ve her seferinde de , bir şekilde, akamete uğradı ve tekrardan savaş ortamına geri dönüldü.


Ve yine.bilindiği üzere, Filipinler`in  halihazırdaki devlet başkanı, göreve geldikten kısa bir süre sonra, varolan " ateş kes" e son verip, top yekûn bir imha saldırısı başlatmıştı.


Ancak komünistlerin güçlü direnişi bu imha saldırısını boşa çıkarmış olmalıki,bizat devlet başkanının kendisi ,kamuoyu üzerinden,  barış görüşmelerine tekrardan geri dönülmesi çağrısında bulundu.


Sison’un sözkonusu açıklaması da, bir yeni yıl mesajı olmakla birlikte, esasen  bu vesileyle olmuştu. 


Sison’nun paylaştığı bilgiler ve yaptığı değerlendirmeler önemliydi." Barış görüşmeleri" ne ilişkin komünistlerin prensipsel tutmununa ilişkin söyledikleri de bir o kadar önem arz eder türdrndi.


Ancak somut olara önlerine gelen " barış anlaşması" ndaki kriterlerinin neler olacağına dair ileri sürdüklerinin yerli yerine oturmadığı,  " savaş- barış" diyalektiğine göre sorunlu olduğu ve dolayısıyla da devrimi asgari programına vardırma kabiliyeti bakımından ( ki,bu çok stratejik bir husustur ve illaki  gözetilmesi gereken  esas noktaların başında gelir.) ,yoldan saptırıcı bir özelliğinin bulunduğu da bir o kadar gerçek.


Mevcut koşullar içerisinde  güçler dengesi, devrimin asgari programının  ancakki silahlı savaş yoluyla gerçekleşebileceğini öngürüyorsa, ve bu olgusal gerçekliğin gereğine  yanıt olarak silahlı savaş yoluna girilmişse, ve nesnel koşullar hala bu yolla sonuç almaya imkan tanıyorsa ( ki, Sison bu yolun hala çok güçlü oranda mümkün olduğuna vurgu yapıyor), bu durumda savaşın barışla takas edilmesi ancak ve ancakki, barışın , savaş yoluyla varılması öngörülen asgari hedefe varmayı garantilemesiyle mümkün olabilir. Yani burada barışın koşulu, savaş nedeni olan sorunların çözümünün artık barış yoluylada gerçekleşebilecek olmasıdır.Yürütülen savaş düşmanı buna mecbur bırakmışsa, gereksiz yere kan dökmenin önüne geçmek adına,komünistler barış yolunu kullanmakta da herhangi tereddüt  göstermezler.


Fakat durum tam olarak böyle değilse, yani  savaşın barışla takas edilmesi bir takım reforumsal kazanımların elde edilmesiyle sonuçlanacaksa, getirisi sadece bu kadarsa, besbelliki bu,devrimi asgari hedefine vardırmayacak olan ve yeni bir devrimsel süreci başlatmaya mecbur bıraktıracak olan,  son derece yanlış bir yol olur.

Nitekim Sison` un barış anlaşmasıyla elde etmeyi öngördüğü  beklentileri ,bariz olarak, bu yönlü ciddi sıkıntılar taşımaktadır.


Şöyle demekte Sison:

"(...) Barış anlaşmasından beklediğimiz şeyler şunlardır: 1) Genel af ve tüm politik tutsakların özgürlüğü; 2) Ekonomik ve Sosyal Reformlar üzerine kapsamlı bir anlaşma,özelde de toprak reformu ve kırlık bölgelerin geliştirilmesi ile ulusal endüstrileşme ve ekonomik gelişme; 3) Tek taraflı ateşkes." ( aktaran,Yeni Demokrasi Gazetesi.27. 12. 2019)


Görüleceği gibi burada devrimin olmazsa olmazı olan siyasal iktidarın halk güçlerine teslim edilmesi talebi yok! Bunun olmadığı bir durumda,her şeyden önce,  devrim hedefinden vazgeçilmiş olur ve devrim, sistemiçi bir takım reformsal iyileştirme taleplerinin karşılanması karşılığında burjuvaziye satılmış olur. Bu,bu kadar açık ve nettir. Dolayısıyla diğer maddelerin yanlışlığını/ yetersizliğini tartışmanın bir anlamı da kalmamış olur. Öngürülen talepler, siyasal iktidarın burjuvazide kalması ön kabulüyle sunuluyor çünkü. Ve haliylede barış istemi , sistem içi bir "çözüm"ün kabul edilmesi anlamına gelir.


Sison` un,  açıklamasının bir yerinde, barış görüşmelerini sırf halkın haklı taleplerinin propagandasını yapmak amacıyla, taktiksel bir enstrüman olarak kullandığını dillendirdiğini de,  eleştiride objektif olma adına, belirtmek gerekiyor tabiiki. Ancak sıralanan talepler  bu durumda daha da sıkıntılıdır. Çünkü madem sırf propaganda olsun diye halkın talepleri dillendiriliyorsa, o halde neden temel çözüm yolu olan iktidarın halka devredilmesi talebinin dile getirilmesinden imtina ediliyor, anlamak zor.

Sonuç itibariyle; öngürülen barışın devrime değil, kaçınılmaz olarak sistem içi reformsal iyileştirmelere vardırdığının görülmesi gerekiyor. Nepal örneğinin dumanı bile hala ortadan çekilmemişken böylesi tarihi bir hataya düşülmemesi gerekiyor.

Ocak.2020 Halil.