Halil Gündoğan
18.08.2025
Özel gündemli
sipariş “Cuma Hutbeleri”
Her birimizin malûmu olduğu üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Cuma Hutbeleri” dedikleri rutin söylevlerinin içeriği, son süreçte esas olarak şeri hukukta toplum ve aile yaşantısında kadına biçilen yer ve rolün ne olduğu ve ne olması gerektiği üzerine yoğunlaşmış durumda. Bu içerikli hutbelerin en sonuncusu ise kadın ile erkeğin miras haklarının ne olması gerektiğine ilişkin olan, “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” başlıklı hutbesiydi. Bu hutbede “kul hakkının” ne olduğunun ve kapsamının genel bir izahatı yapıldıktan sonra, miras bölüşümünde kadının hakkının ne olması gerektiğinin de bu “kul hakkı” kapsamında olduğunun altı kalınca ve önemle çiziliyor. Böylece bir kez daha bilgiler tazeleniyor ki “yüce adaletin temsilcisi Allah” bariz bir şekilde “kulları” arasında cinsiyetçi ayrımlar yapıyor. Alenen erkek kullarını kayıran, kadın kullarının ise mağdur eden bir “yüce adalet” buyuruyor. Diyanet de Allah’ın bu buyruğundan hareketle şöyle diyor örneğin:
“Değerli Müminler!
Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek
ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan yoksun
bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul
hakkıdır. (…)” (*)
Şeri hukukta ise bu “ölçü” şöyle kayda alınır: “Allah size, çocuklarınız
hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. (…)” (**)
Mutlak
surette erkeği kayıranın adaleti
Bir Allah’ın/Tanrının var olduğuna samimiyetle inananlarla onun
varlığını-yokluğunu tartışmak gerekmiyor bu konu bağlamında. Fakat şu kadarını
olsun ifade etmek gerekiyor elbette: Şayet her şeye muktedir yüce adaletli bir
Allah/Tanrı var ise, o halde demek ki hiç de erkek ve dişi “kulları” arasında
ayrım yapmayan, onları eşit haklara sahip gören, birini diğerine göre
kayırmayan, her ikisine eşit mesafede durabilen biri değilmiş. Bu Allah/Tanrı
mutlak surette erkek kullarını kadınlara oranla daha çok kayıran biriymiş. Öyle
ki edinilmesinde belki de kadın emeğinin daha baskın olduğu bir ortak
mülkiyetin paylaşılmasında bile erkeğe kadının payının iki mislinin
bırakılmasını emretmeyi özel olarak vazife edinebilmiş. Kadını, kendi kulunun
da kulu yapmakta bir beis görmemiş. Vs. vs. Peki bırakalım adaletin yüce
olanını da normali bunun neresinde?
Bugün DİB’in
ajandasını Siyasal İslamcı İktidar belirliyor
Bu hutbenin; siyasi iktidarın tapu
işlemlerinde arabuluculuk sistemi getirerek kadınların tapulu mallarda eşit
miras hakkını ortadan kaldırmaya çalıştığı bir sürece denk getirilmesi de Diyanetin
iktidar ile nasıl doğrudan bir eş güdümle çalıştığının görülmesi bakımından
önem arz eder.
Yani bir devlet kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, iktidara karşı
“özerk” bir pozisyona dahi sahip değildir. Kuruluş amacına uygun olarak, mutlak
surette siyasi iktidarın toplumu şekillendirmede ihtiyacını duyduğu hutbeleri
vererek, toplumu “afyon”lama görevini yerine getirmiştir. Yani DİB, ideolojik
sahada, siyasal iktidarların ihtiyaçlarına koşut olarak kitleleri manipüle etme
asli görevini büyük bir sadakatle yerine getirmeyi kendi varlık gerekçesi
saymış bir kurumdur.
DİB, TC’de, bir devlet dini olarak İslam’ın Sünni mezhebinin temsilcisidir.
İktidara gelen farklı burjuva kliklerinin bu dini hem yorumlayışları ve hem de
politik bir araç olarak kullanma ihtiyaçları farklılıklar göstermiştir. Örneğin
kısmen seküler veya yarı-laisizm yanlısı olanlarının da keza aynı şekilde şeriat
özlemcisi ve bunu stratejik bir hedef olarak önüne koymuş Siyasal İslamcı
karakterli İktidarların Diyaneti kullanmaları da doğrudan benimsedikleri bu
türden politik tutumlarına koşulludur.
Toplum, sistem
değişikliğine hazırlanıyor
İşte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özellikle de son birkaç yılda ve ama
daha belirgin olarak da giderek ivme kazanan hutbelerindeki açıktan şeri hukuk
uyarlı içerikler asla spontane ve tesadüfi olmayıp, tamamen bilinçli ve
maksatlıdır. Erdoğan’ın şeri hukuka geçiş için planladığı stratejik ve taktik
programına uyarlı olarak şekilleniyor. Yani topluma şeri hukukun temel
ilkelerini empoze eden bu hutbeler tamamen Erdoğan’ın stratejik plan ve
programının ihtiyaçları gözetilerek hazırlanıyor. Yani Diyanet bir bakıma
Erdoğan’ın Goebbels’i gibi bir misyonla propaganda görevi üstlenmiş olduğu
için, iktidar kanadından en ufak bir itiraz dahi söz konusu olamıyor. Bilakis
sessiz kalınarak onaylanıp, arkasında durulduğunun güçlü mesajı veriliyor topluma.
Keza toplumdan yükselen tepkileri bloke etmek için de hemen belli başlı bazı
simalar devreye sokularak, sahipleniliyor da. Tıpkı şu son hutbede Bülent
Arınç’ın yaptığı gibi:
“Ben şahsen Diyanet İşleri Başkanlığını günümüzün sosyal ve içtimai konularına
dikkat çeken ve toplumu aydınlatma görevini yerine getiren çalışmalarından
dolayı tebrik ve takdir ediyorum.” “Diyanet İşleri Başkanlığının hutbede
İslam’daki miras hukukunu (Feraiz) anlatması onun görevidir. Laikliğe aykırı
bir eylem söz konusu değildir.” (***)
Cumhur İttifakı’nın ortaklarından BBP lideri M. Desteci ise şu sözlerle
destek çıkıp sahipleniyor: “Diyanet İşleri Başkanlığımız, her zamanki gibi
vatandaşlarımıza Allah’ın emirlerini hatırlatmaktadır. Bu haftaki hutbede de
miras konusunda, Allah’ın belirlediği ölçülere uyulmasının önemine dikkat
çekilmiştir.” (****)
Pişkinliğin ve de iki yüzlülüğün ölçüsüzlüğüne ve cüretine bakar mısınız:
Bir tarafta mütemadiyen nüfusun yüzde 99’nun Müslüman olduğu vurgusu yapılacak ve
aynı zamanda din adına söz söyleme yetkisi kendisine verilmiş resmi bir kuruluş
olarak DİB’de kalkıp çeşitli konularda müminleri “Allah’ın buyruğuna” uymaya
çağıracak ve ama yine de bunda bir anormallik ve de mevcuttaki resmi “medeni
hukuk” ile herhangi bir karşı karşıya gelme durumu olmayacakmış!.. Oysa bu
hutbe ile pratikte amaçlanan, en basitinden, dini bütün vatandaşı “Allah’ın
buyruğu” ile bağlayıp, resmi “medeni hukuk” hükmü ile karşı karşıya
getirmektir. Sonra da kendisine rövanşist bir “devrimci” misyonu yüklemiş olan
Erdoğan olaya el koyarak: “Milletin iradesi Allah’ın buyruğunun uygulanması
şeklinde tecelli ediyorsa, miras hukukumuz artık şeri hukuka göre yapılacaktır.
Anayasada ve mevcut yasalarda gereken düzenlemeleri tez zamanda yapmak, biz
millet hizmetkârlarının boynun borcudur” demek için bu durumu da “Allah’ın
lütfuna” çevirecektir. Hesap bu, plan
bu, oyun bu!..
Karşı atak için daha
ne olması bekleniyor acaba?
Peki bu tehlikenin ne kadar farkındayız? Gösterilen tepkilere bakılırsa pek
de farkında değiliz gibi. Ve tepkiler daha çok da kadın hakları kuruluşları ve
bir avuç avukat, akademisyen ve siyasetçiden ibaret. Toplumun anti şeriatçı
kesimlerindeki bu ölümcül kayıtsızlık ve keza sol-sosyalist kesimlerde ki basiret
bağlanması durumu (tıpkı 12 Eylül öncesi durum gibi), öyle gösteriyor ki bağıra
bağıra gelmekte olan kara felakete kolay bir zafer sunacak.
(*) (https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37919)
(**) (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0slam_miras_hukuku)