Halil Gündoğan
22.08.2025
Bir hilkat garibesi
misali
Bir süreden beridir, tarafların ve kamuoyunun üst başlık olarak adına “süreç” dediği ve ama tam olarak neyin süreci olduğunun isimlendirmesinde bile mutabık olunamayan, tepeden inme, dayatma bir kör muamma ile yüz yüze bırakılmış durumdayız. İktidar kanadı ve basını “Terörsüz Türkiye” diyor. Kürt Siyasal Hareketi (KSH), Öcalan’ı kırmamak adına, “Demokratik Toplum İnşası” diyor. Kamuoyu ise genel olarak “Barış Süreci” demeye daha yatkın. Yani işte böylesine de eşi benzeri görülmemiş, adeta hilkat garibesi misali bir durum söz konusu.
Bilinmez olan karşısında
tavır sorunu
Sürecin tam olarak ne olduğunun yani içerik ve kapsamının kamuoyunca
bilinemiyor oluşu, doğal olarak buna karşı takınılacak tavır ve tutumları
baştan bloke etmektedir. Keza bu, aynı zamanda halk kitlelerinin eleştirel
yaklaşım ve katkısal müdahalelerini de yani bir başka ifadeyle kendi
iradelerini beyan etmelerini de otomatikmen devre dışı bırakıyor.
Hadi genel olarak devletin ve özel olarak da iktidar kanadının bu anti
demokratik tutum ve dayatmasını normal görüp, onların faşist ve otokratik
özelliklerinin doğal bir sonucu sayalım. Peki süreci “Demokratik Toplum İnşası”
olarak tanımlayan, barış ve demokrasi isteyen çeşitli milliyetlerden halkın ve
demokratik, sol-sosyalist kesimlerin bunu sahiplenmesini ve aktif destek
olmasını isteyen KSH’nin iktidar kanadıyla aynılaşan bu anti demokratik
tutumuna ne demeliyiz acaba? İnsanlar resmi adını dahi bilemedikleri, içerik ve
kapsamına dair açık ve net bir bilgilendirmenin yapılmadığı bu muammanın nesini
nasıl desteklesinler veya sahiplensinler?
KSH ve demokrasi
Devlet ve iktidar kanadının, malum özelliğinden ötürü, halka açık ve şeffaf
olmamasını, onların iradesini önemsememe tutumunu anlayabiliriz elbet. Peki KSH
bu süreci neden halka açık bir şeffaflıkla ve demokrasinin bir gereği olarak,
onların doğrudan katılımını sağlama sorumluluğuyla hareket etmiyor? Doğrudan
halkın yaşamını ve geleceğini ilgilendiren ve bedelleri oldukça da ağır olmuş
bir sorunun ele alınışında, halkın iradesini yok sayan bu tutum ve yaklaşımın
neresinde demokrasi var acaba? Oysa ne ironiktir ki çağrının adı da “Demokratik
Toplum İnşası.” Peki demokrasiyi bu tutumun neresinde aramalıyız?
Açık ki demokrasinin “D” si dahi yok bu tutumda. “Baş müzakereci” ilan
ettiğiniz ve iradenizi ipotek bıraktığınız Öcalan, bırakın halkın iradesini
almayı, mensubu olduğu örgütünün iradesini dahi almadan, kapalı kapılar ardında
devlet ile anlaşmalar kotarıyor. Aylar sonra bundan haberdar olan örgüt, neler
olup bittiğini halka açıklayıp, rızasını alma gereği dahi duymadan Öcalan
ardında saf tutup, onu, son sözü söyleyecek olan tek otorite olarak deklare
ediyor.
Peki bu durumda dayanışma beklediğiniz gerek halk ve gerekse demokrat ve
sol-sosyalist kesimler ne yapabilir sizce? Yoksa onların da tıpkı sizin
yaptığınız gibi, iradelerini kayıtsız koşulsuz olarak, en büyük stratejik
davasının yeni bir Türk ulus devleti inşası ve bunu bölgenin lider devleti
yapmak olan “Önderliğe” tabi kılmasını mı istiyorsunuz?
Besbelli ki takındığınız bu tutum sizi demokrasiden ve demokrasi
güçlerinden ve kendi ulusal tabanınızdan hızla uzaklaştıracaktır. Meramınız
gerçekten de demokrasi ve her milliyet ve inançtan halkın çıkarları ise o halde
sorumluluğunuzdan kaçmamalısınız. Öncelikli olarak Öcalan ile devlet arasında
bu halkın kaderini doğrudan ilgilendiren ne tür gizli anlaşmalar yapılmış ise;
bunu tüm yönleriyle kamuoyuna ifşa etmeniz ve kitlelerin bunları tartışarak
kendi iradelerini ortaya koymalarını sağlamanız gerekiyor. Öcalan ve devlet,
yaptıkları anlaşmalar konusunda size şeffaf davranmıyorsa, bu durumda da tüm
diğer demokrasi güçleriyle birlikte, bu tutumlarından ötürü onları halka ifşa
etmeniz ve doğrudan demokrasi yoluyla, halkı harekete geçirmeniz gerekiyor.
Demokrasi bilinci
Demokrasi bilinci gelişkin normal bir toplumda aslında bu tür durumlarda
sorunun doğrudan öznesi halk kitlelerinin kendileri olur. Kendi öz
örgütlülükleri olan parti, komün, konsey veya sovyetler aracılığıyla organize
olup harekete geçerek, kendileri adına karar alma ve bunu gizleme dalavereleri
çevirenleri sorguya çeker. O alınan kararları veya takınılan tutumları geçersiz
ilan edip, diktatörlük özentisi bu densizliği yapanları hesap vermeye zorlar,
olmadı görevden azleder.
Ama maalesef bizim toplumumuz henüz böylesi gelişkin ve oturmuş demokrasi
bilincine erişebilmiş değil. Bu, toplumumuzun sosyolojik bir gerçekliği
olduğuna göre; “Demokratik Toplum İnşası” ve keza demokratik ve sosyalist
devrim iddiası sahibi “önder” siyasi özneler, toplumun bu bilince ulaşmasına
önayak olma sorumluluğuyla da hareket etmek zorundadırlar. Bu, kuru boş
söylevlerle değil; bir fiil sosyal pratik uygulamalar eşliğinde olabilecek bir
şeydir.
Ama maalesef ki söz konusu “önder” siyasal özne iddiası sahibi yapıların,
özellikle de sol-sosyalist yapıların bu konularda gıkı dahi çıkmıyor. “Demokratik
Toplum İnşası” çağrısı yapıp destek isteyen KSH’ni, takınmış olduğu bu anti
demokratik tutumu konusunda eleştirip sıkıştırmaktan, kitleleri aydınlatarak
kitlesel bir reaksiyon örgütlemekten bile imtina ediyorlarsa; bu, onların sahip
olduğu demokrasi bilincinin de bir göstergesi olur doğal olarak. Keza bu,
onların “devrim kitlelerin eseri olacaktır” ilkesi konusundaki
tutarsızlıklarının da bir yansıması olur.
KSH’nin demokrasi
sınavı
Başta sol-sosyalist kesim olmak üzere tüm demokrasi güçleri KSH’ni halka
karşı sorumlu davranmaya ve “Süreç” denilen muammanın tam olarak ne olduğunu
bir an önce kamuoyuna açıklamaya davet etmeli. Bu, KSH açısından aynı zamanda vadedilen
“Demokratik Toplum İnşası”nın bir gereğidir de. Çünkü böylece kendi demokrasi anlayışları
ile devletin demokrasi anlayışı arasında nasıl bir ayrım olduğunu da somut
olarak gözler önüne sermiş olacaklar.