Halil Gündoğan
23 Temmuz 2016
Halil Gündoğan’ın mektubundan [1]
![]() |
Gezi parkı direnişi... |
Bizimkilerin derdi de 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi (BİD) üzerine Kaypakkaya yoldaşın çıkarmış olduğu o malum derslerin birebir tümünün bir kez daha doğrulanmış olduğunun ‘ispatı’ olarak ele alıp sunuyor da.
Hepi-topu bir paragraflık bir bölüm, ama işte bu kadarı o bir çuval inciri berbat etmeye yetmiş.
Tabii, hemen kısa bir değerlendirme-eleştiri yazısı kaleme alıp gönderdim. Ellerine ulaştı mı bilemiyorum. O değerlendirme yazısının bir bölümünü seninle paylaşmak istiyorum.
Taksim Başkaldırısı (Gezi) Üzerine
“... ‘1970’den 2013’e Haziran Dersleri’ ara başlıklı bölümde Kaypakkaya’nın 15-16 Haziran BİD’inden çıkarmış olduğu derslerin Taksim Başkaldırısı ile de birebir doğrulanmış olduğu ve o derslerin bir bütün olarak bugünde geçerli olduğu anlatılmak istenmiş
Böylesi bir ilişkilendirmenin ille de gerekli olduğu kanaatinde değilim. Ayrıca tekil durumlar üzerinden böylesi uç, mutlak ve büyük iddialı genellemelere varmanın bilimsel olarak doğru olmayacağını düşünüyorum.
Kaypakkaya’nın, konu özelinde, her şeyden önce, böylesi ciddi bir yöntem hatasına düşmüş olduğu da açıktır. Bugün bizlerin de Taksim Başkaldırısı’ndan hareketle Kaypakkaya’nın o ciddi yanlışını tekrar eder durumda oluşumuzu, doğrusu yadırgadım. (...)
Dediğim gibi, böylesi tekil durumlardan hareketle stratejik belirlenim ve çıkarsamalarda bulunmak zaten başlı başına kusurlu bir tutumdur. Böyleyken si de kalkmış rahatlıkla ‘15-16 Haziran BİD’nin dersleri Taksim Ayaklanmasında yeniden doğrulanmıştır’ büyük lafını edebilmişsiniz.
Sahi, Taksim Başkaldırısı olayının olgusal gerçekliği nedir arkadaşlar? ‘Ekonomik sorunlar’ temelli olsa da reel görüngüsü esasen demokrasi ve siyasi özgürlükler istemli bir başkaldırı ve mevcut hükümete bir isyandır. Bir haddini bildirme ve ciddi bir itirazdır.
Ve kabul ettiğiniz gibi bu tüm kitlesel başkaldırı ve isyanlar, politik hak arama eylem ve genel grevleri hiçte istisna olmayacak şekilde gündeme gelebilir, gelir de. (...) Ve bunlar, esasen de sistemi yıkma güç ve kudretinde olmayan ve ama enerji birikimi sağlayan, kısmi hak kazanımları sağlayan ve çoğu kerede somut kazanımlar elde etmeden geri çekilen dalgalar gibidir. Bu tarz, ‘sınıf mücadelesi’ denen olgunun doğası gereğince bir evrimselliktir.
Hal böyle olunca, bu tür her bir dalgayı ‘sistemin çizdiği sınırlar içinden çıkış bulmaya çalışmanın açmazı görülmüştür’ diyerek karşılamanın anlamı olmaz mı? ‘Sonu olmayan beyhude gayretler!’ ve bu ‘ders’in kendiliğinden koşullayacağı şey ise iradi olarak bu türden ‘beyhude işler’ ile uğraşmamak, esas olarak ‘köylü gerilla savaşına yoğunlaşmak.’
Evet, bu stratejik çıkarsamanın yakın gerçekliği işte böylesi bir şeydir. Ve bunu söylüyor olmak, o kitapcık boyunca yapmış olduğunuz onca isabetli ‘kazanımlar’ listesini boşa çıkarmak demektir.
Peki, onca şeyi yazıp çizdikten ve ‘kapı gibi’ bir gerçeklik orta yerde duruyorken (ki, bunu sadece Türkiye ve Taksim özgülüyle de sınırlamıyorum) kalkıpta: ‘Faşizmin şehirlerdeki yığnağı ve koşulların elverişsizliği nedeniyle (neyin koşullarının elverişsizliğidir burada bahse konu olan acaba! Bunun çok bilincinde olunarak söylenmiş olduğunu düşünmüyorum. bn.) kırsal alanlara çekilmeyen yada buralardaki savaş cephesi tarafından destek görmeyen halk ayaklanmalarının bastırılmaya mahkum olduğu görülmüş olmalıdır’[3] demenin alemi var mıydı sevgili yoldaşlar?
Böylesi bir genellemenin son derece sübjektif bir zorlamanın ürünü olduğu açıktır. Kaypakkaya yoldaş, bu genellemeyi yaparak ciddi bir sübjektivizme düşmüştür. M. Zedung’un Çin’in o özgül koşulları için söylemiş olduğu şeyi alıp özgülümüze indirgemiştir. Mao’nun hangi durumlardan hareketle bunu söylediğini hepimiz de biliyoruz, dolayısıyla da burada buna girme gereği duymuyorum. Ancak şu kadarını belirteyim ki, M.Zedung bunu devrim stratejisi bağlamında söylemiştir. Şehirlerde toplu ayaklanmalar örgütlemek suretiyle iktidarı devrime, yani devrim yapma kararı almış olan önderlik çizgisine karşı yürüttüğü iki-çizgi mücadelesinde söylemiştir. Yani her şeyden önce söz konusu olan ‘halk ayaklanmaları’ devrim yapma amaçlı ve hedefli olan ayaklanmalardır. Ve M. Zedung’un bu stratejik çıkarsamasının temel dayanağı da ülkenin somut koşullarındaki reel güç dengeleri gerçekliğidir.
Yani temel kriter, ‘faşizmin şehirlerdeki yığnağı’nın boyut ve derecesi değildir, tek başına. Aynı zamanda devrim güçlerinin verili süreçteki güç gerçekliğidir de.
Ve nitekim, güç dengelerinin nispeten daha elverişli olduğu Rusya’da toplu ayaklanma stratejisiyle yol alınabilinmiştir, değil mi? Peki kim Rusya’da ki karşı-devrimci yığnağın Çin’dekinden daha zayıf olduğunu iddia edebilir?
Hal böyle olunca da Kaypakkaya’nın 1970’ler koşullarında söylediği bu kusurlu söylemi ülke nüfusunun %75’inin kent merkezlerinde yığıldığı ve keza kırsal alanda halihazırda üstlenmiş güçlü bir ‘savaş cephesi’nin de bulunmadığı bir realitede bunu tekrarlıyor olmak, kusura bakmayın ama akıl kârı bir şey olmasa gerek, değil mi?
Faşizmin şehirlerde yığınağı fazla olabilir, ama yanı şekilde devrim cephesinin öncü ve temel güçleri de ezici çoğunlukla, şehirlerde yığılmış durumda. Bu bir olgusal gerçek değil mi, sevgili arkadaşlar? O halde bu söylemin iler tutar bir yanı kalır mı ki, siz kalkıp o ‘büyük laf’ları tereddütsüzce yapıp, o güzelim değerlendirmelerinizi ‘bir çuval incir’in akıbetine mahkûm ediyorsunuz?
(...) Demektesiniz ki, ‘sorunun özünde ekonomik nedenler yatmaktadır. Hareketin işçi ve emekçi kitlelerini sarması ve milyonlarca kişiyi aktif kılacak bir boyut alması da bununla ilintilidir.’
Somut olay olarak Taksim-Gezi başkaldırısının veya yaşanan isyanı bu şekilde izah etmek sanırım çok yüzeysel, çok genel ve çok kaba bir yaklaşım olur ve aslında olanı tam olarak resmetmekte de yeterli olmaz. Çünkü her ne kadar da temelinde ekonomik nedenler yatıyor olsa da ama olgusal olayın esas görünüm somut nedeni Tayyip’in de ifade ettiği gibi doğrudan ‘ekonomik’ talepler değildir. Başkaldırının bütün alanlarında da bu yönlü öne çıkmış istemler dillendirilmemiştir. Şiarlar, sloganlar, pankartlar, düşünceler vs. vs. de dile gelenler hep (evet hep) siyasal özgürlükler ve demokrasi talepleridir.
Olgusal gerçeklik böyleyken bu yönü es geçmenin ve sorunu daha geri planda ve pek de görünür olmayan bir ‘arka plan temel’ ile izah etmeye çalışmanız pek isabetli olmamış.
Ve sanki de işçi ve emekçi milyonlar siyasal özgürlükler ve demokrasi hedefli istemlerle ayağa kalkmamış, onlar ayağa kalkmamışsa, o halde demektir ki, ekonomik nedenli bir durum söz konusudur, gibisinden de son derece yanılgılı ve yanlış bir bakış sergilenmiş oluyor. Bunu ‘kuşkulu bir okuma’ olarak ifadelendirmem sanırım isabetli olur. (...)
[1]Halil’in Özgür Gelecek Gazetesi’ne gönderdiği yazının bir bölümünü burada yayınlamayı uygun buluyorum. Çünkü, Halil’in hapishane’de oluşu ve kendi yazılarını yayınlama olanağı (kitapları hariç) olmadığı için, bundan sonra bana gönderdiği yazıları mümkün olduğunca yayınlamaya çalışacağım. Başlıklar ve dipnotlar bana ait. Y. KÖSE
[2] Taksim Meydan Okuması: İsyan Edin, Birleşin, örgütlenin!”, Akif Kocadağ, Umut yayımcılık
[3] Ag broşür, sf.53