Halil Gündoğan
19.12.2025
Çözüm vizyonu gerekiyor
Başlıktaki sorunun yanıtı: “Elbette ki hayır.” Peki neden “hayır”? Çünkü CHP’nin yenilenen son programında, bu sorunun çözümü için “olmazsa olmaz” hükmünde olan laiklik konusundaki tutum ve yaklaşımı, bu ve aynı kapsama dahil sorunların çözümü için gereken zemini ve güvenceyi vermiyor. Yani tıpkı Kürt sorunundaki tutumu benzeri bir tutumla, ezen-ezilen ulus ve inançlar denklemini bozacak bir tutum ve yaklaşım sahibi değil. Denklemi, egemen ulus ve inancın zorbalıkla ele geçirmiş olduğu “egemen olma” statüsünü bozmayı ve eşit haklar temelinde yeniden kurmayı vadetmiyor. Bilakis, her iki sorun temelinde, egemenin bu gayri meşru ve gayri ahlaki zorbalığının korunacağının teminatı olunacağını vadediyor.
Kürt sorununa ilişkin tutumunu; “CHP’nin Kürt sorununa çözümü: ‘Eşit
yurttaşlık’” başlıklı makalede, programından alıntılar yaparak, somutlamıştım.
Alevi sorununa sunduğu çözümü de yine aynı şekilde, programda ortaya koymuş
olduğu temel yaklaşımı üzerinden somutlayacağım. Şöyle diyor CHP:
“Anayasa’da belirtildiği gibi herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat
hürriyetine sahip olması, ibadetin serbestliği ilkesinin esas alınması
zorunluluktur. Vatandaşların dini inancı ve mezhebi nedeniyle ayrımcılığa uğramasına
sıfır tolerans gösterilecektir.
“Alevi yurttaşlarımızın, toplumsal hayatta yaşadıkları eşitsizliklere ve
karşılaştıkları hak ihlallerine, Alevi inancının ve taleplerinin yok
sayılmasına son verilecektir. Cemevleri ile ilgili yasal düzenlemeler yapılarak
ibadethane statüsü tanınacaktır. Alevi yurttaşlarımızın karşılaştıkları hak
ihlallerine karşı haklarını güvence altına alan kurumsal mekanizmalar
oluşturulacaktır. Madımak Oteli, kapsamlı ve tarihsel bir utanç müzesi haline
getirilecek, zamanaşımı bu davalar açısından söz konusu olmaktan
çıkarılacaktır.”
Görüleceği gibi burada söylenenler, sorunun gerçek anlamda çözümünü mümkün
kılabilecek bir vizyona sahip değil. Anayasada söylenenlerin referans
gösterilmesi, talihsiz bir söylem olmuştur yeni program açısından. Çünkü
yüzyıllık TC. pratiği tarafından bu tamamen boşa çıkartıldı. Öte taraftan program,
Alevilerin benzer şekilde haksızlıklara uğramasına son verileceğini söylüyor,
ama bunu neyle ve nasıl mümkün kılacağına dair somut bir şey söylemiyor.
Söylediği tek şey laiklik ilkesine vurgu yapması ve bunun: “Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel ve kurucu ilkeleri arasında” ve “Anayasamızın
değiştirilemez ve vazgeçilemez bir hükmü.” Olduğunun altını kalınca çizmesidir.
(Bk. Program. Sf:8)
CHP’nin laiklik
sorunu
Evet, elbette sorunun köklü ve gerçek çözümü ancak ki laiklik ilkesinin
gerçek ve tam şekliyle kabul edilerek uygulanması ve bunun anayasal güvenceye
alınmasıyla mümkün olabilecektir. Ancak TC’nin kurucu partisi olarak CHP,
anayasada laiklik ilkesi temel bir ilke olarak kabul edilmesine rağmen, ama
gerçek manada bir laiklik olup olmadığını sorgulamıyor. Gerçek mana da laiklik
varsa o halde neden din, inanç ve vicdan özgürlüğünün olmadığını, neden
Alevilerin ve diğer azınlık inançların baskı altında olduğunu, ayrımcılık ve
fiili katliamlara uğradıklarını sorgulamıyor. Kendi tarihinin en büyük Kızılbaş
kıyımı da olan Dersim’i, keza Maraş, Çorum ve Madımak’ı sorgulamıyor.
Oysa bu sorgulama yapılmak zorundadır ki anayasal bir ilke olarak laiklik
ilkesi kabul edilmesine rağmen bu sorunların bu denli ağır yaşanmasının önüne
neden geçilemediğinin gerçek nedenleri açıklığa kavuşabilsin. Yani sorun,
laiklik ilkesinin bu konuların çözümünde ki yetersizliğinden mi yoksa TC’de
gerçek anlamda bir laikliğin zaten uygulanmıyor oluşundan mı kaynaklanıyor?
Program’da laikliğe ilişkin şunlar söyleniyor: “Laiklik, din ve devlet
işlerinin ayrılığı ilkesi ve devletin bireyler ve inanç grupları karşısında
tarafsız bir konumda bulunmasıdır. Bunun da ötesinde bireyin din ve vicdan
özgürlüğünü koruyan bir yaşam ilkesidir. (…)”
Uygulanmayan anayasa
maddesi olarak laiklik
Bu tanımı genel hatlarıyla kabul ederek soralım: Peki bu ilkeyi kabul edip
anayasa maddesi olarak da kayıt altına alan TC’de gerçek anlamda devlet işleri
ile din işleri ayrıştırılmış mıdır? Devlet bütün din ve inançlar karşısında
nötr olmuş ve her inanca karşı eşit mesafede durmuş mudur? Dini siyasi ve
kamusal alan dışına çıkarmış mıdır?
Bu soruların hiçbirinin yanıtı maalesef ki evet değildir. TC. Devleti bir
taraftan laiklik ilkesini kabul edip anayasasına koymuştur ve ama öte yandan da
bir devlet kurumu olarak, devlet ve siyaset adına din işlerini yönetip
kullanmak için, bütçesi devlet tarafından karşılanan Diyanet İşleri Başkanlığı
gibi bir kurum oluşturarak; bu ilkenin olmazsa olmazı olan din işleriyle devlet
işlerini birbirinden ayırmayarak, dibini oyup, boş bir kasnağa çevirmiştir.
Keza nasıl ki diğer ulusları ve ulusal azınlıkları Türk egemenliğine tabi
tutmuşsa; aynı şekilde diğer inançları da egemen ulus Türklerin Sünni İslam
mezhebinin tahakkümü altına sokmuştur. Öyle ki şu yakın döneme kadar nasıl ki
herkesin kimliğinde ulusal menşei Türk idiyse, dini de İslam idi. Yani devletin
bir dini vardı ve o da Sünni İslam’ı ifade eden “İslam” idi. Devlet, karşılığı
bütçeden karşılanmak üzere devlet dini olan Sünni İslam adına binlerce cami yaptırır.
Yüzbinlerle ifade edilen din görevlilerinin maaşlarını öder, kurum binaları
yaptırır, makam arabaları tahsis eder. Dini bayramlar vesilesiyle tatil günleri
düzenler. Toplumu yönlendirmek için düzenli olarak “Cuma Hutbeleri” verdirtir.
Okullarda “Din ve Ahlak Dersleri” verdirtir. Kuran kursları açtırtır. İmam
Hatip Liseleri kurdurtur. Okullarda “zorunlu din dersi” adı altında farklı
inanç sahibi çocuklar da dahil olmak üzere tüm çocuklara Sünni İslam dini
empoze edilir. Bu yolla farklı inançtan çocuklar zorla asimilasyona tabi
tutulur. Her mahalleye yapılmış cami minarelerinden günde beş vakit ezan sesi
dinletilir tüm farklı inanç sahiplerine ve de dinsizlere. Ramazan orucu süresi
boyunca tam bir cendereye sokulur oruç tutmayanlar. Öldürülenlerin sayısı hiç
de az değildir mesela. Gecenin bir yarısı uyuyan çocuk, hasta veya zaten oruç
tutmayanlar davul sesleriyle taciz edilir vs. vs.
TC. Devleti bir dinin
de devletidir
Bütün bunlar yapılıyorken, burada devletin bir dininin olmadığı, devletin
bütün din ve inançlar karşısında nötr ve tarafsız olduğu söylenebilir mi?
Devlet ile din işlerinin birbirinden ayrı tutulduğu söylenebilir mi? Her inanç
ve dinin eşit haklara kavuşturulmuş olduğu söylenebilir mi? Laiklik ilkesi ta 1937 yılında kabul edilmiş. Yani aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen
hâlâ cemevleri Alevilerin ibadethaneleri olarak kabul edilsin mi edilmesin mi
tartışmaları yapılıyor, değil mi? Hâlâ Alevi çocuklarına ve diğer din
mensuplarına veya hiçbir din mensubu olmayan ailelerin çocuklarına ilk okullar
da bile zorunlu din dersi verilerek onlara, “Tek Hak Dini” olarak Sünni İslam
öğretilir.
Peki laiklik ilkesi bu devletin anayasasının değiştirilemez hükmündeki
maddelerinden biriyse, bütün bu anti laik uygulamalar neyin nesi? Bunlar yüz
yıldır uygulanageliyorsa, orada laiklikten bahsedilebilir mi? Açıktır ki
bahsedilemez!
CHP’nin laiklikle
zorlu sınavı
Dolayısıyla da CHP şayet samimiyetle laikliği sahiplenip savunmak
istiyorsa, öncelikle bütün bunlara son vereceğinin sözünü vermelidir bu
topluma. Hiç kabızlık hallerine girmeden, din işlerini devlet işleri haline
sokan, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere tüm uygulamaları iptal
edeceğinin sözünü vermesi gerekiyor. Çünkü ancak bu şekilde laiklik ilkesini
samimiyetle sahiplenip uygulamaya sokabilir. Ve ancak bunu yaparak Alevi
sorunun gerçek çözümünün zeminini oluşturabilir. Çünkü Alevi sorununu ancak ki laiklik
ilkesi sorun olmaktan çıkarabilir.
Ama görüyoruz ki Özgür Özel liderliğindeki sosyal demokrat “yeni” CHP’nin
hem söyleminde ve hem de söz konusu programında bunları yapacağına dair hiçbir
somut sözü yok. Dolayısıyla da rahatlıkla söyleyebiliriz ki CHP, tıpkı Kürt
sorununa olduğu gibi, Alevi sorununa da çözüm sunma perspektifinden yoksun.
Oysa doğrudan devletin kendisinin “çözüm” arayışı içine girdiği şu süreçte,
sırf partisini iktidara taşımak için bile olsa bu iki soruna liberal burjuva
çerçevede sunacağı çözüm perspektifiyle Alevileri de Kürtlerin ezici
çoğunluğunu da kendi seçmen kitlesi haline rahatlıkla getirebilir. Ama
görülüyor ki genlerine işlemiş o “tarihi” korku, dogma ve ezberlerden sıyrılabilmiş
değil. Bunda, CHP içindeki o basbayağısından faşist ve ulusalcı-Kemalist elit
güç odaklarının etkisinin olduğu da muhakkak. Belki şu veya bu oranda birçok
partinin gerçekliğidir de fakat CHP tam bir koalisyon partisi görünümündedir. Dolayısıyla
da bu partinin temel ilkeler ve yaklaşımlarında kısa sürede köklü değişiklikler
gerçekleştirmesinin çok da kolay olmayacağını da antrparantez belirtmek
gerekiyor.
