Gerçekten de “Emperyalistler Rojava Modelini Yıkmak (mı) İstiyor”?


 




Halil Gündoğan

8.02.2025

 Algı oluşturma metodu olarak yanılsatma

Bir şeyleri olduğundan farklı gösterip sunmak veya bazı şeylere, o şeylerin öz gerçekliğinden çok daha farklı bir şeyler atfetmek; kimi kesimlerin adeta amentüsü olmuş gibi… Bu tutum, özellikle de Kürt Ulusal Hareketi somutunda çok daha yaygın ve baskın... Ne kadar bilinçli bir tercih olarak devreye sokulmuştur, bilinmez ama; bir algı oluşturma metodu olarak kullanılmaya başlandığı kesin: Yaptıkları ve yapacakları her şeyin müstesna olarak görülmesini istiyorlar. Keza yaptıkları veya yapmakta oldukları şeylere bir kutsiyet atfederek; onların güçlü bağlılık ve kenetlenme motivasyonuyla sahiplenilmesini istiyorlar.

 

Öcalan’ın ilahlaştırılması

Bilindiği üzere Öcalan somutunda ise bu, tam olarak ifrata vardırılır: Öcalan, gelmiş geçmiş tüm fanilerin en ulusu, en akıllısı, en zekisi, en yakışıklısı ve en direngenidir, vs., vs. O, bu dünyaya ve insanlığa ışınlarıyla kurtarıcı olabilen bir Güneş’tir. Onun rehberliğini kabul eden Kürtler de “Güneş’in çocukları” payesiyle onore olma şansına kavuşanlardır. (İlginçtir, Öcalan da kendisini böyle görmekte ve böyle görülmesini de istemektedir.)

 

Şu son süreçte, DEM Parti heyetinin İmralı görüşmesi akabinde kamuoyu ile paylaştığı o 7 maddelik açıklama bile “çözüm manifestosu” olarak sunulabildi. Keza örneğin KCK Eş başkanı Bese Hozat duygularına hiçbir sınırlama koymadan, büyük bir huşu ile: “Başkan Apo o daracık yerden ve eşi benzeri görülmemiş tecrit koşulları altındayken bile dünyayı ve bölgeyi dahiyane bir isabetle analiz edip, gerçek çözüm gücü olabilecek paradigmayı ortaya koymuştur” (Mealen) diyerek sunabilmiştir.

 

Nedir yeni paradigma ve kim kime sundu?

Hâlbuki “Yeni Paradigma” olarak sunulan o şey artık her neyse, bunun Öcalan tarafından devlete sunulmadığı, bilakis devletin kendisine sunduğu bir şey olduğu, o 7 maddelik açıklamada, bizzat Öcalan’ın kendi beyanıyla sabittir: Bahçeli ve Erdoğan’ın “güç verdiği bu yeni paradigmaya”, kendisinin de “pozitif anlamda gerekli katkıyı” sunacağı anlatılmakta.

 

“Eski kuşak” kimi sol-sosyalistlerin tutumu

Öcalan elbette zeki ve bir o kadar da akıllı ve keza bir o kadar da tipik bir Ortadoğulu liderdir. Ancak bu hakkını teslim etmek başka bir şeyken; onu olduğundan farklı göstermek, ona, onda olmayan şeyleri atfetmek bambaşka bir şeydir. İlginçtir, bu olağanüstü payelendirme sadece PKK militan ve sempatizanlarıyla da sınırlı değildir. Sol-sosyalist cenahtan da (özellikle de “eski kuşaktan”) yaygınca bir kesim bunu yapmakta. Örneğin bunlardan biri, İmralı görüşmeleri ardından katıldığı bir programda, Öcalan’ın UKKTH ‘yi ret edip, onun yerine önerdiği “demokratik ulus” veya “Demokratik konfederalizm” vari yaklaşımlarını, bugün içinden geçilmekte olan sürecin sorunlarına dahiyane çözümler olarak nitelemekten geri durmadı.

 

İmralı sürecinde Öcalan’ın fikri kılavuzları

Oysa Öcalan’ın bütün bu “yeni” fikirlerini İmralı Savunması sürecinde geliştirdiği bir sır değil. Ve bu “21. Yüzyıl Manifestosunun” temel perspektifsel fikirlerinin hiçbirinin Öcalan’ın kendi orijinal fikirleri olmadığı da yadsınamaz bir gerçek. Çünkü bu fikirleri Öcalan, o süreçte fikirsel ya da paradigmasal değişimine kılavuzluk yapan çok uluslu malum güç odaklarının yönlendirdiği Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlık” eserinden ve keza ünlü anarşist düşünür Murray Bookchein ve post-modernizmin ideologlarından olan Immanuel Wallerstein’in fikirlerinden uyarlamalar yaparak oluşturduğu da bilinmez bir durum değil. Vs. vs.

 

Rojava’ya ilişkin oluşturulan yanılsama

Aynıyla benzer bir abartı ve olguyu olduğundan tamamen farklı sunma durumu, maalesef ki Rojava özgülünde de yaşanmakta. Rojava, Öcalan paradigmasının fiiliyatta yaşam bulmuş somut örneği olarak, özelde Ortadoğu ve genelde de “kapitalist moderniteye” ve “çatışmalı ulus devlet modeline” alternatif bir model olarak sunulmakta. Hızını alamayan bazı sol-sosyalist çevreler Rojava’yı insanlığın özgürlük mücadelesinin “umut örneği” olarak dahi sunabilmekte. İşte sırf bu özelliğinden ötürü de bu çevreler hep bir ağızdan; Rojava’nın başta emperyalist güç odaklarının ve özel olarak da Türk Devleti’nin hedefinde olduğunu tekrarlayıp durmaktalar.

 

Öncelikle sol- sosyalist kesimlerce, Rojava’nın hiçte atfedilen bu özelliklere sahip olmadığının görülmesi ve kabul edilmesi gerekiyor. Birileri bir vesileyle bir palavra sıkmış, bir süre sonra bunun gerçek olduğuna kendisi de inanmaya başlamış gibi, bir ilizyon hali var.

 

“Rojava modeli” tam olarak nedir?

Evet elbette Ortadoğu’nun despotik, dinci-şeriatçı, ataerkil ve birçok anti demokratik sistemleri altında; demokratik, çoğulcu, halkçı, ekolist ve cins eşitçiliği önemseyen ve önceleyen bir halk demokrasisi modeli olarak, Rojava’da deneyimlenen örnek, önemli ve değerlidir de. Elbette gerici saldırılar ve işgal fiilleri karşısında önemsenerek sahiplenilip, korunmaya çalışılmalıdır da.

 

Ama sol-sosyalistlerin bütün bunları, Rojava modelinin şu gerçek karakterini gölgeleyecek hiçbir söylemde bulunmadan yapması gerekiyor: Rojava modeli en nihayetinde kapitalist sistemin sınırları ve meşruiyeti temelinde kendisini tanımlayan, demokratik-halkçı bir model örneğidir. Ufku da sosyalizm değil; çoğulcu, üretim araçlarının özel mülkiyetinin dokunulmazlığını toplumsal sözleşmeyle güvence altına almış olan, sosyal politikalara dayalı, taban örgütlenmesi zemininde doğrudan demokrasiyi baz alan, ademi merkeziyetçi, parlamenter bir sistemdir. (https://www.art-izan.org/artizan-arsivi/rojava-toplumsal-sozlesmesi/ )

 

“Rojava modeli” neden emperyalist güç odaklarının hedefinde değildir?

Zaten kapitalist sistemin kutsalı olan ve de temelini oluşturan üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmayı hedeflemeyen hiçbir sistem, kapitalist sistem dışı olmayacağı gibi, sosyalizmi hedefleme iç dinamiklerini de barındıramaz.

 

İşte en başta da bu temel özelliğinden ötürü; emperyalist güç odaklarınca ortadan kaldırılması gereken “kötü emsal” konumunda olamaz Rojava modeli. Nitekim bugüne değin hiç de olmadı. Tam aksine sempati ve güler yüzle karşılandı, kabul edildi ve diplomatik sınırların elverdiği ölçüde korunmaya da alındı. Bugün bu koruma çok daha aleni bir şekilde sahada gözlemlenebiliyor da. Başta ABD olmak üzere, Almanya’sı, Fransa’sı, Hollanda’sı ve hatta Rusya’sı bile, Rojava’nın koruyucu melekleriymişçesine, birbiriyle yarışıyorlar adeta.

 

Türk egemenleri ve özel olarak da Erdoğan rejimi için Rojava

Türk Devleti’nin yönetimini elinde bulunduran siyasal İslamcılarının Rojava alerjisinde elbette Rojava modelinde öne çıkan birçok özellik, onlar açısından ideolojik olarak yok edilmesi gereken unsurlar olmasının çok belirleyici bir payı var. Keza ırkçı-faşist Türk milliyetçilerinin ve CHP’de kümelenmiş “Kemalist Ulusalcı” kesimlerin bilinen “bölünme fobisi” ile hangi parçada olursa olsun, Kürtlerin ulusal temelde ki her türlü kazanımlarına karşı şiddetli bir alerjileri var. Bunları görmek gerekiyor. Keza bu modelin, hem özel olarak K. Kürdistan ve hem de Türkiye somutunda tehlikeli bir emsal oluşturacak olmasından duyulan korkudan ötürü de böyledir. Şeriat özlemcisi, mezhepçi Erdoğan açısından Rojava’nın özel olarak hedefe konmasının bir diğer “kişisel” nedeni ise; Esad’a karşı açılan cepheye katılmayı reddetmesiydi. Öte yandan bunların tümünün ortaklaştığı özel neden ise; PKK ile yürütülen savaşın bir unsuru olarak değerlendirilmesiydi. Bugün bile PKK “Rojava sopası” ile “yola getirilmeye” çalışılıyor. Vs. vs.

Bugün Öcalan üzerinden veya ABD ve İsrail ile varılacak stratejik bir anlaşmada Rojava modeli siyasal İslamcılar için ideolojik bir hasım olarak kalmaya devam etse de ama öte yandan özel olarak ortadan kaldırılması gereken bir hasım olarak görülmeyeceği kesindir. Yani yeter ki kendi stratejik çıkarlarına hizmet etsin. Bu olduktan sonra diğerleri sonrası sürecin “olağan operasyonları” kapsamında, ikincil sorunlar olarak değerlendirilecektir.

 

Nasıl ki daha düne kadar “bebek katili terörist başı” dedikleri Öcalan bugün “Kürt-Türk kardeşliği” ve “ülkenin ulvi menfaatleri için” Erdoğan ve Bahçeli ile adı bir arada anılıyor ve Cumhur İttifakı’nın fiili ortağı konumuna getirildiyse; Rojava’ya yaklaşımları da bundan farklı değildir/olmayacaktır.

 

Sonuç olarak

“Rojava modeli” ta baştan itibaren zaten bir fiil ABD ve diğer bir kısım Batı Avrupalı emperyalist devletlerin koruyucu kanatları altında oldu. Böyleyken, özelliklede sol-sosyalist bazı kesimler açısından; “emperyalistler Rojava’yı boğmak, onu ortadan kaldırmak istiyor” söylemini sahiplenmiş olmak, bu olgusal gerçekliği es geçip, sübjektif, hayali bir hikâyeye tav olmanın ötesinde bir şey değildi.