Halil Gündoğan
15.02.2025
Türk Devleti’nin “beka
sorunu”: Bölünme histerisi
Malum olduğu üzere Türk Devleti, bölgesel gelişmelerden devşirdiği “beka sorunu” üzerinden, kendince bir takım strateji ve taktikler belirlemiş durumda. “Beka sorunu” olarak addettiği şeyin temelinde ise; bölünüp-parçalanma korku ve riski yatıyor. Gerçi bu, yeni peydahlandıkları bir korku da değil; asırlık bir korku. Binlerce kez “artık bir daha baş kaldıramazlar” dedikleri Kürtlerin bir gün, o “bölünmez vatan” dedikleri kanlı vatanlarına kattıkları K. Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan edeceklerinden duydukları histerik korku…
Bir emperyalist
proje olarak büyük Kürdistan senaryosu
Emperyalist devletlerin Büyük Ortadoğu Projesi uyarınca Bölgede hız kazanan
yeni operasyonlar, bu ölümcül korkuyu tekrardan aktüel hale getirmiş oldu.
İsrail’in geleceğini ve güvenliğini merkez alan ve Bölgenin haritasını esastan
değiştirmeyi hedefleyen bu yeni paylaşım, hiç kuşkusuz ki Türk Devleti’ni de
doğrudan ilgilendiriyor. İlgi odağının merkezinde ise Tabii ki yine Kürtler
var: 1. Dünya savaşı sonrası Kürt yurdunu dört parça olarak farklı devletlere
pay eden aynı emperyalist haydut devletler, bugün de bu dört parçayı bir araya
getirip, bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması hesapları peşindeler.
Aslında tabii ki işgal ve ilhakçı pozisyonunun var ettiği açmazlarıdır Türk
Devleti’ni böylesi kırmızı alarmla harekete geçiren şey. Ve işte tamamen bu
sebepledir “bin yıllık kardeşlik” nostalji söylemleri ve “iç barışımızı
sağlayalım” ve “Bölgedeki emperyalist hesapları Kürt-Türk İttifakı ile boşa
çıkaralım” feryat figanları.
Tabii bunun olurunun yolu, özellikle üç parçadaki Kürt iradesini ve keza
belki en az bunun kadar belirleyici durumda olan ABD ve İsrail’i ikna
edebilecek “cazip” teklif ve argümanlar ortaya koymalarına bağlı.
“Kürt-Türk
İttifakının” gerçek mahiyeti
Öngörülen “Türk-Kürt İttifakı”, bazılarının algıladığı ve sunduğu biçimiyle
asla sadece Türk Devleti ile K. Kürdistan Kürtleri arasındaki bir ittifak
değildir. Bu ittifak tamamen “dış hatlar” merkezli olup, diğer parçalardaki
Kürtlerin tamamının Türk Devletiyle ittifakının ifadesidir. Öcalan ve
Erdoğan’ın vurgularında ki “emperyalist devletlerin Bölgesel oyunlarını boşa
çıkarma” (mealen) söyle mi de zaten tamamen buna yöneliktir.
Bölge yeniden dizayn
edilmek isteniyor
“Bölge haritasının yeniden çizilmesi” demek, mevcut devlet sınırlarının
geçersiz ilan edilip, toprakların yeniden paylaşılmasıyla, ilave yeni
devletlerin oluşturulması demektir. Mevcut güç denkleminde İran’ın tamamen
devre dışı tutulduğu bir durumda; Bölge’nin şekillendirilmesinde kartlar,
mecburen İsrail ve Türk Devleti üzerinden karılmak durumunda.
Türk Devleti’nin
stratejik hesapları ve kurgusu
Türk Devleti’nin bütün hesabı da işte bu paylaşımda elini güçlendirecek unsurlar
oluşturmak üzerine kurulu. Aksi takdir de hem İsrail’in Bölge’nin tek lider
gücü olmasının önüne geçemeyecek ve hem de K. Kürdistan’ın da “İsrail-Kürt
İttifakına” katılmasının yolunu açmış olacak.
“Kürt-Türk İttifakı”
ile amaçlanan asıl şey
Türk Devleti’nin acilen oluşturmaya çalıştığı “Kürt-Türk İttifakı” işte
tamamen bu Bölgesel stratejik hesapların bir ihtiyacıdır. Tabii böylesi bir
ittifak ile Erdoğan’ın tahtında en azından bir dönem daha oturma “kişisel özel
hesabı” güttüğü de artık herkesin malûmu…
Yani yoksa dertleri gerçekten de “iç ve dış Kürtlerin” ulusal haklarını
tanıyarak, onlara saygılı davranarak “iç ve dış barışı” oluşturarak kardeşçe
yaşama arzusu değil.
Öcalan ile Devletin
stratejik buluşma noktası
Türk Devleti’nin “Kürt-Türk İttifakı” ile meramı ve muradı böyleyken;
ilginçtir, Kürt iradesi adına Devletin muhatap seçtiği Öcalan’ın meram ve
muradı da Türk Devleti’ninkiyle esasen buluşup, örtüşüyor: Onun derdi de esasen
Türk Devletinin, “iç barışından alacağı güçle bölgenin lider devleti olması”
şeklindedir. Nitekim DEM Parti heyetinin ikinci görüşmesinin ardından Partinin
bir yetkilisi şu açıklamada bulunacaktı: “Görüşmeden çıkan sonuca göre Öcalan
İran, Irak, Suriye ve Türkiye’ye yönelik emperyalist emellere kapı kapatacak
bir modelin inşası için büyük bir mesai harcıyor.” (https://m5dergi.com/genel/imrali-gorusmelerinin-perde-arkasi-sizdi-ya-benim-cozumum-ya-da-abdnin/ )
Gerek olguların gerek Devletin ve gerekse Öcalan’ın ifade ettiği “Kürt-Türk
İttifakı”, görüleceği gibi, tamamen Türk Devleti’nin Bölgesel denklemde güçlü
bir şekilde yer alması ve böylece “yeni paylaşımda” en azından Kürt yurdunun
diğer parçalarının, federatif bir modelle de olsa, Türk Devleti çatısı altında
merkezileşmesini sağlama projesinden başka bir şey değildir.
Mevcut koşullarda bu projenin hayat bulması, tabiatı gereği, elbette
Kürtlerin ulusal demokratik haklarının bir ölçüde karşılanması ön koşulunu
gerektirecektir. “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” hesabı, elbette Türk
Devleti, içine pek sinmeyecek olsa da bu tavizleri vermeyi kabullenecektir.
Nitekim kabullenmiş olmasa Öcalan’ın kapısını bu denli yol eylemezdi, değil mi?
Barış ve demokrasi
aldatmacası
Burada sorun, özellikle de Öcalan ve Kürt siyasal hareketinin diğer pek çok
öznesince, bu projenin “ülke ve bölgede barış, demokrasi ve kardeşliğin yolunu
açacak” şeklinde dillendirilen söylemlerdir… Öncelikle altını kalınca çizmek
gerekiyor ki bu söylemler tamamen safça bir iyi niyet ve kuru bir safsatadan
ibarettir. Neden böyledir? Çünkü mevcut denklemde Kürt ulusal sorununun kısmi
çözümünü sağlayan dinamikler, devlete demokratikleşmeyi dayatan ve onu adım
atmaya zorlayan iç demokrasi dinamikleri değil; parçalanma tehdidi ve emperyal
hevesli dış dinamiklerdir. Dolayısıyla da burada zorunlu bir neden sonuç
denklemi söz konusu olmadığından; Kürt ulusal sorununun kısmi çözümünü
sağlayacak böylesi bir adım, rejimi otomatik olarak demokratikleşme adımları
atmaya da zorlamayacaktır. Tam aksine, tam gaz daha fazla otoriterleşecektir.
Bu, İslamo-faşist ideolojik bir tercih olduğu kadar, ama esasen de içte
ekonomik ve sosyal, dışta ise giderek daha bir yoğunlaşan bölgesel ve küresel
savaş tehdidi gibi koşulların dayattığı zorunlu bir gereklilik
“seçeneksizliğidir.”
Bu gerçekliği göz ardı eden ve bunu bulanıklaştıran her söylem ve tutum,
besbelli ki en başta çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye ve K. Kürdistan
halkının bilincinin sahte vaatlerle manipüle edilerek; faşist Türk Devleti’nin
ve özelde de İslamo-faşist Erdoğan iktidarının kendisini yeniden tahkim
etmesine hizmet edecektir.
Kürt Siyasal
Hareketinin tarihi sorumlulukla karşı karşıya
Bu durumda Kürt Siyasal Hareketi adına yetki kullanacaklara açıkça şunu
söylemek gerekiyor: Kürt-Türk ittifakı mı kuracaksınız, buyurun kurun. Keza ezilen bağımlı bir ulus olarak kendi temel
ulusal haklarınızdan vaz geçip, kısmi haklarla yetinerek, egemen ulusun
egemenlik haklarını tanıyarak onu Bölgenin lider ülkesi mi yapmak istiyorsunuz,
buyurun yapın. Bütün bunlar, ulusal bir hareket olarak nihayetinde sizin kendi
tercihleriniz olacaktır. Ama sakın bütün bunlarla Türkiye’de, K. Kürdistan ve
Bölgede barış, kardeşlik ve demokrasinin tesis edilmesinin yolunu açmaya
çalıştığınızı, emperyalistlerin oyununu boşa çıkaracağınızı (ki olurda
“Kürt-Türk İttifakının ön gördüğü proje yaşam bulursa, bu yine tamamen ABD ve
İsrail’in oluruyla mümkün olacaktır) söylemeyin. Halka bu kötülüğü yapmayın.
Sizin desteğinize muhtaç olduğu bu koşullarda bile bunca pervasızca bir
saldırganlıkla tüm muhalifleri ezmeye, yıllar öncesinin Gezi Hareketinin
intikamını almaktan geri durmayan bu iktidarın ömrüne ömür kattığınız daha
serbest koşullarda neler yapacağını kestirmek zor olmasa gerek.