Halil GÜNDOĞAN
6 Mayıs 2024
Alabildiğine küçülmüş ve 1980 öncesi ve belki biraz da 1990’lı yıllar sürecindeki o canlı, atak hallerinden eser kalmamış olan bu devrimci sol sosyalist ve komünist örgütler, çok ilginçtir ki bu gerçekliklerine rağmen, hâlâ o eski güçlü dönemlerindeymişlercesine, on yıllardır, kendi kendilerini ajite etmenin ötesinde herhangi bir karşılığı olmayan/olamayan sanal bir propagandayla, kendilerini farklı ve güçlüymüşler gibi sunmaya/göstermeye çalışıyorlar.
Oysa ki sosyal pratik, kimin ne olup olmadığını ne tür bir güç ve imkân sahibi olduğunu, devrimci mücadele veya silahlı savaşım adına neler yaptığını, ne kadarlık aktif militan bir kadro ve kitle gücüne sahip olduğunun berrak aynası olarak orta yerde duruyor. Yani hem de başkada bir tanık ve de kanıta gerek bıraktırmayacak bir şekilde.
Ama buna rağmen yine de ağzını açan, kendisini kitlelerin yegâne umudu, kurtarıcısı ve en güçlü önderi olarak taktim ediyor ve kendi etrafında kenetlenmeye ve yürüttüğünü var saydığı savaşa katılmaya davet ediyor.
Halbuki ortada ne yürütülen bir savaş gerçekliği var ve nede davet ettikleri kitlelerin katılabileceği bir ordu örgütlülüğü.
Bırakın savaş ve savaş örgütünü, davet ettikleri kitleyi içine alacak normal legal örgütsel mekanizmalardan dahi yoksun ezici çoğunluğu. Var olan bazı oluşumlar ise zaten böylesi bir işlevi oynayabilme kabiliyetine sahip değil.
Bu ironik durum, acı bir tebessümle, biraz da Silifke yöresinin şu meşhur türküsünü çağrıştırıyor gibi:
“…Buyurun arkadaşlar davetim var benim!
Herkes kesesinden yesin içsin saltanatım var benim.
Aslı yok yaylasında bin beş yüz koyunum var benim!
Heeey kekliğim de heey.”
Şu son yerel seçimler, her biri yarım asırlık bir geçmişe sahip bu örgütlerin, birkaç mahalle muhtarlığı ve ilçe belediye başkanlığı kazanacak kadar bile, örgütlü bir taban kitlesine sahip olmadıklarını acı bir şekilde gözler önüne serdi.
Yani bu demek oluyor ki bu yapılar nezdinde erime ve toparlanamama durumu hala ciddi bir şekilde devam ediyor.
“Politik mücadele” adına yapılanlar da neredeyse, simgesel gün ve tarihlerde yapılan anma, protesto vb. etkinlikler ve gazete/dergi sayfaları için hazırlanan soyut ve çoğu da örgütlerin kendi iç ihtiyaçlarına koşut makaleler hazırlamaktan öte geçmezken; ama kamuoyuna yönelik hazırlanan bildirilerde ise, tamamen apayrı bir alem tarif edilip sunulmaktan geri durulmuyor.
Mesela bunun çok, ama çok çarpıcı bir örneğini “… Genel Komutanlığı” Nisan 2024 tarihli bildirisinde şöyle ortaya koyuyor:
“Partimiz savaşımızı aydınlatmaya devam ediyor. Ona omuz ver! Güç kat!”
Kurtuluşun, “… coğrafyamız koşullarına Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisiyle mümkün olacağını (…) partimiz bu mücadelesini (…) bugün de kararlılıkla sürdürüyor.”
“(…) Halk ordumuz, P. Partisi önderliğinde savaşımına devam etmektedir. (…)”
“(…) Bu düzenin yıkılması tek çözümdür ve bunun yolu partimize ve onun önderliğindeki Halk Ordumuza katılmaktan, savaşımızı yükselmekten (…) geçmektedir.” vs. vs.
Bu sözler karşısında insan soramadan ve tepki koyamadan edemiyor. “Coğrafyamız” denilen yer neresidir ki oranın verili andaki sosyo-ekonomik koşulları devrimin yolunun ancak ki USHSS ile olacağını buyuruyor acaba?
Bunca gelişim ve değişime gözlerini ve kulaklarını kapatarak, bugünün gerçekleri karşısında herhangi bir karşılığı kalmamış olan o eski stratejinin ezber tekrarıyla mı partiniz savaşınızı aydınlatmaya devam etmiş oluyor?
Bugünün Türkiye ve K. Kürdistan’da, USHSS gereği öngörülen kızıl siyasi üstler kurmak suretiyle kırlardan şehirleri kuşatma hedefiyle yürütülen bir “köylü gerilla savaşı’ gerçekliği olmadığı halde; “partimiz bu mücadelesini bugünde kararlılıkla sürdürüyor.” demek, ya da “Halk Ordumuz…savaşımına devam etmektedir.” demek ne kadar doğru olur acaba?
Biliyoruz ki gerçek yaşamda bu sözlerin herhangi bir karşılığı yok. Peki böyleyken neden bu türden gerçek dışı söylemlere başvurma gereği duyuyor bu örgütlerin yetkilileri?
Örgütün en dar bünyesini dahi ajite etme kabiliyeti bulunmayan bu türden sanal söylemlerle alınabilecek bir yol ve varılabilecek bir menzillerinin olabileceğini mi sanıyorlar acaba?
Komünistlerin siyaset yapış tarzı da etik olmak zorundadır. Sırf zevahiri kurtarmak adına kendi tabanına ve geniş kamuoyuna yalan yanlış temeller üzerine oturan sahte bir propaganda yapılamaz/ yapılmamalı da.
Ve kaldı ki bu türden sahte ve aslı astarı bulunmayan bilim/gerçek dışı propagandaların herhangi bir alıcısı da yok; en ‘kemik’ taraftarlarda bile, maalesef ki “bıyık altı” denilen o alaycı/küçümseyici gülümsemelere yol açıyor artık.
Peki daha ne zamana kadar, ha bire daha geriye düşüren bu “patinaj” haline devam edilecek? Ve daha ne olması gerekiyor şapkayı önümüze koyup, köklü bir muhasebe yaparak, ayakları somut yaşam zeminine basan, yeni bir yol ve stratejiyle, gerçek anlamda politik devrimci bir öncü güç olmaya kilitlenmek için?